İlkokul Hikaye Yazma Etkinlikleri
(2) Ortaokul, ilkokuldan
biraz daha farklıydı. Her derse farklı öğretmenler giriyordu. Bir de ortaokulda
öğretmenlere, nedense hep “Hoca” diye hitap ediliyordu. Türkçe hocası, müzik
hocası, resim hocası, matematik hocası gibi. İlk zamanlar ortaokula yeni
başlayan öğrenciler, öğretmenlerine hitap ederlerken ilkokuldan gelen
alışkanlıkla sık sık şaşırıyorlardı. Öğrencilerden biri yanlışlıkla “Öğretmenim”
dese, diğer öğrenciler kıkır kıkır gülüyorlardı.
Öyle ya artık
büyümüşlerdi. “Öğretmenim” değil “Hocam” demeleri gerekiyordu.
(3) Bir gün matematik
hocası, yazı tahtasına bir problem yazdı. Kimin yapmak istediğini sorunca da
sınıfta sadece Merve parmak kaldırdı. Yalnız kendisinin parmak kaldırmasına
şaşıran Merve, sağına, soluna, arkasına baktıktan sonra parmağını indirdi.
Matematik hocası Merve’ye:
-Kızım adın neydi?
-Merve, öğretmenim.
-Parmağını kaldırmıştın
Merve, sonra niye indirdin?
-Şey hocam, az önce
yanlışlıkla öğretmenim dedim ya hocam diyecektim aslında.
-Kızım, bırak şimdi
hocayı, öğretmeni. Madem parmak kaldırdın, hadi gel tahtaya.
-Şey öğretmenim… Ay
yine karıştırdım. Ne diyecektim? Hah hocam, hocam diyecektim.
-Merve gelecek misin
tahtaya?
-Hayır öğretmenim.
Şey yani hocam.
-Yahu bu beşinci
sınıf öğrencilerinden nedir çektiğimiz bizim! Öğretmenim deseniz ne olur, hocam
deseniz ne olur sanki? Ne fark edecek?
-Öyle demeyin hocam.
Burası ortaokul, burada hocam demek lazım. Çünkü biz büyüdük artık.
-Aferin sana Merve.
Madem ki büyüdün, hadi gel tahtaya da çöz şu problemi.
-Hocam, ben bu
problemi çözemem.
-Ama az önce parmak
kaldırmıştın.
-Herkesin parmak
kaldıracağını sandığım için, ben de parmak kaldırmıştım hocam. Nasıl olsa, o
kadar öğrenci içinde beni kaldırmazsınız diye düşünmüştüm.
(4) Merve’den umudunu
kesen matematik hocası, Yeliz’in parmak kaldırması üzerine onu çağırdı. Yeliz,
tebeşiri eline alır almaz da tenefüs zili çaldı. Merve, yok öğretmenimdi yok
hocamdı diye diye dersi kaynatmıştı.
(5) Bir gün Efe ve Merve,
sokaklarında bisiklet sürüyorlardı. Biraz uzak komşuları olan Volkan da
bisikletiyle yanlarına geldi. Efe ve Merve, birbirlerine ortaokuldaki yeni öğretmenlerinden,
yeni arkadaşlarından ve yeni sınıflarından bahsederlerken yaşça onlardan küçük
olan Volkan da onları hayran hayran dinliyordu. Volkan, zaten bu hayranlığını
gizlemiyordu da. Bakışlarıyla, onlara sorduğu sorularla ve devamlı onlarla
beraber olmak istemesiyle bunu açıkça belli ediyordu. Volkan, özellikle Merve
ablasını gözünde çok büyütmüştü.
-Vay be Merve abla, benden
amma da büyüksünüz ha! Ben ikinci sınıfa, siz ise beşinci sınıfa gidiyorsunuz.
Keşke ben de sizin kadar büyük olsaydım!
-Aman Volkaaan, düşündüğün
şeye bak! Alt tarafı senden dört sınıf büyüğüz.
-Şey Merve abla, dört
değil üç sınıf büyüksünüz benden.
-Bak Volkan, küçük
olduğun için yanlış hesaplıyorsun işte. Parmaklarımla sayıyorum, iyi bak şimdi.
Birinci parmak ikinci sınıf, ikinci parmak üçüncü sınıf, üçüncü parmak dördüncü
sınıf, dördüncü parmak da beşinci sınıf oluyor. Kaç parmak saydım? Dört parmak
saydım. Demek ki senden dört sınıf öndeymişiz. Anladın mı?
-Anlamadım Merve
abla!
-Neyi anlamadım
Volkan? Bak bir daha gösteriyorum.
-Parmaklara gerek yok
Merve abla. Beşten iki çıkınca kaç kalır?
-Kaç mı kalır? Tabi
ki de 3 kalır?
-İşte senin gittiğin
sınıftan, benim gittiğim sınıfı çıkardığımızda, yani beşten ikiyi
çıkardığımızda üç kalır.
-Ha, evet evet doğru
diyorsun. Aferin sana.
(6) Kendisinden yaşça
büyük olan Merve ablası, kendisine “Aferin.” deyince Volkan, bir anda kendini
kanat takıp uçmuş gibi hissetti, gururlandı. Ama aklına bir şey takılmıştı. O
kadar basit bir soruyu Merve ablası niye bilememişti? Yoksa Merve ablası,
tembel bir öğrenci miydi? Bunu anlamak için ona, basit bir soru sormaya karar
verdi. Neticede Volkan ikinci sınıfa gidiyordu. O yüzden soracağı soru da
ikinci sınıf seviyesinde olacaktı.
-Şey Merve abla, sana
bir problem sorabilir miyim?
(7) Problem lafını duyan
Merve'nin birden keyfi kaçtı. Matematik dersi onun kabusuydu. En zayıf
dersiydi. Ama sonra “Amaaan ikinci sınıf çocuğunun soracağı problemden de ne
olacak ki? On tane elmam vardı, dördünü yedim. Geriye kaç elmam kalır?
Türünden basit bir şey soracaktır.” diye düşündü. Efe de merakla onları
izliyordu.
-Sor bakalım Volkan!
-Babam yirmi elma
aldı. On tanesini yedik. Sonra annem pazardan yedi elma daha aldı. Şu an kaç
elmamız vardır?
-Dur biraz düşüneyim
Volkan. Hımmmm…
(8) Merve, zihninden
çıkardı, ekledi sonra tekrar çıkardı, ekledi ama işin içinden bir türlü
çıkamadı. Arkasına sakladığı parmaklarını sayarak devamlı hesaplar yaptı ve
problemi çözmeye çalıştı. Efe, Merve’nin yapamayacağını anlamıştı. O, Volkan’ın
yanında küçük düşmesin diye bir kurnazlık düşündü. Gökyüzünde uçan bir uçağı
göstererek “Aaaa bakın uçak.” diye bağırdı. “Herkes uçağa bakarken ve Volkan'ın
da dikkati dağılmışken, Merve’nin kulağına eğilerek sessizce “On yedi elma
kalır.” dedi.
(9) Efe’nin problemin
cevabını kulağına fısıldanmasıyla beraber Merve, rahat bir nefes aldı ve
Volkan’a seslendi.
-Volkan, cevabı
söylüyorum. On yedi elmamız var.
(10) Volkan, doğru cevap
veren Merve ablasına hayran hayran baktı.
-Vay be Merve abla,
doğru cevap! Efe abi biliyor musun? Ben kendime Merve ablayı örnek aldım.
-Neyini örnek aldın
Volkan?
-Maşallah, Merve abla
çok çalışkan. Baksana az önceki problemi nasıl da bildi!
-Volkan, sen yine de
Merve ablanı örnek almak için acele etme!
(11) Efe’nin “Merve ablanı
örnek almak için acele etme!” lafı üzerine Merve, hemen araya girerek Efe’ye
çattı.
-Niye kıskanıyorsun
Efe? Beni değil de seni mi örnek alsın yani?
-Ben öyle bir şey
dedim mi Merve?
(12) Araya giren Volkan,
küçük olmanın getirdiği saflıkla ve biraz da utana sıkıla Efe abisiyle
konuşmasına devam etti.
-Şey Efe abi, seni de
örnek alırdım ama Merve abla şey, dedi.
-Ne dedi Volkan?
-Sen biraz şeymişsin.
-Neymişim?
-Tembelmişsin.
Derslerin pek iyi değilmiş.
-Merve, ne diyor bu
çocuk? İşi gücü bırakıp benim dedikodumu mu yapıyorsun?
-Yalan mı Efe? Geçen
yaz tatilinde, baban tembelliğin yüzünden, seni cezalandırmadı mı? Ceza olarak
da seni köye göndermedi mi?
-Sana ne bundan
Merve? Sen kendi tembelliğine baksana!
(13) Merve'ye kızan Efe,
Volkan'a dönerek “Volkan, her söylenene inanma. Ama illa birini örnek almak
istiyorsan, Yeliz ablanı örnek al. Tamam mı?” dedi.
Volkan saf saf
konuşmasına devam etti.
-Fakat Merve abla,
Yeliz ablanın da tembel olduğunu söylemişti. O yüzden onu da örnek alamam.
-Neee, Merve ne diyor
bu çocuk?
(14) Efe, daha fazla
dayanamayıp bisikletini Merve'nin üzerine sürdü. Efe’nin çok kızdığını gören
Merve, bisikletine binerek hızla evine doğru kaçmaya başladı. Onların oyun
oynadıklarını sanan Çomar da onların peşlerine takıldı. Efe, Merve’yi evine
kadar kovaladıktan sonra sinirli sinirli evine gitti. Ne olduğunu anlamayan
Çomar, kovalamaca oyununun niye bu kadar kısa sürdüğüne bir anlam veremedi.
Sonra da kulübesine gidip yattı.
(15) Ertesi gün
cumartesiydi. Mervelerin kapısının önünde bir taksi durdu. Biraz sonra
Merve’nin babası Zeki bey ile yaşlı bir adam taksiden indiler. Bu yaşlı adam,
Zeki beyin babası Cemal amcaydı. Çomar, arkası dönük olduğu için onun yüzünü
göremedi. Zeki bey, babasının valizini aldıktan sonra taksi şoförüne parasını
verdi. Bu sırada arabanın yanında bir süre yalnız kalan Cemal amca, birden farklı
bir tarafa doğru yürümeye başladı. Onun yanlış bir yöne doğru gittiğini gören
Zeki bey, babasının koluna girerek onu kendi evlerine götürdü. “Acaba, bu yaşlı
adam kim? Mervelerin akrabası mı oluyor? Sanki hasta gibi. Yüzünü de bir
türlü göremedim ki!” diye düşünen Çomar’ın yanına az sonra Dobiş geldi. Dobiş
de taksiden inen yaşlı adamı görmüş ve kim olduğunu öğrenmek için Çomar’ın
yanına gelmişti.
(16) Biraz sonra dışarı
çıkan Merve, bakkala bir şeyler almak için gidiyordu. Annesi pencereden Merve'ye
“Merve, deden için de iki kutu da süt al.” diye seslendi. “Tamam anne.” diyen
Merve yoluna devam etti. Konuşulanları işiten Dobiş ve Çomar, kendi aralarında
konuşmaya devam ettiler.
-Duydun mu Çomar?
Yaşlı adam, Merve'nin dedesiymiş.
-Duydum Dobiş, duydum
ama dedenin yüzünü bir türlü göremedim.
-Bugün, yarın
dışarıya çıkar. O zaman görürüsün yüzünü.
-Neyse ben buraya
karnım aç olduğu için gelmiştim Çomar. Var mı yiyecek bir şeyin?
-Senin tabağındaki
mamalara ne oldu?
-Hepsini yedim.
-Nasıl olur? Sabahleyin
Kaya, senin tabağına bir sürü mama koymuştu ama.
-Ne bileyim? İştahım
mı açıldı nedir, bilmiyorum. Verdikleri mamalar yetmiyor artık.
-Az ye Dobiş, az ye!
Yoksa duba gibi olacaksın valla.
-Vermeyeceksen açıkça
söyle Çomar. Duba muba ayıp oluyor ama.
-Tamam tamam hemen
kızma! Benim mamamı henüz vermediler. İstersen Paşa’ya gidelim.
-Hadi öyleyse, hemen
gidelim! Karnım guruldamaya başladı çünkü.
(17) Merve'nin dedesinde
unutkanlık hastalığı vardı. Tıp dilinde buna “Alzaymır” deniliyordu. Eşi yani
Merve'nin ninesi de yakın zamanda vefat etmişti. Bakıma ihtiyacı olduğu için
oğlu Zeki bey, onu kendi evine getirmişti. Dede artık hep Mervelerde kalacaktı.
Bu hastalığa yakalananlar eşlerinin, çocuklarının ve hatta kendi adlarının bile
ne olduğunu unutabiliyorlardı. En yakın arkadaşlarını tanımayabiliyorlardı. Çok
iyi bildikleri mahallelerde ya da sokaklarda kaybolabiliyorlardı. Bu yüzden
böyle insanların, kesinlikle tek başlarına dışarıya çıkmamaları gerekiyordu.
(18) Akşamleyin Efeler,
Mervelere oturmaya gittiler. Dedeye “Hoş geldiniz” deyip, onunla tanıştılar.
Efe'nin babası Ömer Bey, Cemal amcaya kendini tanıttıktan sonra ona adını
sordu.
-Dedeciğim hoş
geldiniz. Adınız neydi?
-Hoş bulduk evladım.
Adım Cemal.
-Cemal amca, başınız
sağ olsun! Eşiniz Nermin hanım, vefat etmiş. Allah rahmet eylesin.
-Sağ olun evladım.
-Cemal dede, ameliyat
olmuştunuz. Şimdi nasılsınız? İyileştiniz mi bari?
-Kim ameliyat olmuş?
-Cemal dede,
ameliyatı siz oldunuz ya!
-Cemal mi? Cemal de
kim?
-Cemal sizsiniz.
-Benim adım Cemal mi?
(19) Zeki bey, hemen araya
girerek babasının durumu hakkında Ömer beyi bilgilendirmeye çalıştı.
-Ömer bey, babamda
unutkanlık hastalığı var. Sizinle sohbet ederken, bir anda hastalığı
başlayabiliyor. Ne sizi, ne beni, ne bulunduğu yeri, ne de kendini,
anlayacağınız hiç bir şeyi, hiç kimseyi hatırlayamıyor. Bir anda her şey
kendisine yabancılaşıyor.
-Hay Allah ya,
bilmiyordum! Geçmişler olsun.
-Sağ olun Ömer bey.
-Çocukları
tembihleyelim de Cemal dedenin unutkanlık hastalığından haberleri olsunlar.
Evden tek başına uzaklaşmaya kalkarsa, hemen haber versinler size.
-Çok iyi düşündünüz.
Yarın söyleyelim.
(20) Kendisi hakkında
değil de çocuklar hakkında konuşulduğunu sanan Cemal dede, konuşmaya dahil
oldu.
-Evet evet
çocuklar tek başlarına dışarıya çıkmasınlar! Kaybolabilirler.
Babasının durumuna
üzülen Zeki bey “Ah baba ah!” diyebildi sadece.
(21) Ertesi gün Cemal
dedenin hastalığı hakkında Yeliz'e, Efe'ye, Kaya'ya ve diğer çocuklara bilgi
verildi. Zeki bey “Cemal dedeyi evin dışında görürseniz, hemen bize haber
verin ya da elinden tutup bize getirin. Tamam mı çocuklar? diye onlara ricada
bulundu.
Çomar ve Dobiş de Zeki beyin söylediklerini
bulundukları kulübelerden dinlemişlerdi. Dobiş
hemen Çomar’a seslendi.
-Duydun mu Çomar?
Dede almazmış olmuş. Kaybolabilirmiş.
-Almazmış değil
Dobiş, Alzaymır. Yani unutkanlık hastalığı varmış.
-Dedenin de yüzünü
hiç görmedik ki! Şuradan yanımızdan geçip gitse, tanımadığımız için hiçbir
faydamız olmayacak.
-Dedeyi bugün
dışarıya çıkarırlar herhalde! O zaman yüzünü görürüz belki.
(22) Bu sırada biraz
ilerde yaşlı bir adam gören Dobiş, heyecanlandı. Onu unutkanlık hastalığı olan
kaybolmuş bir hasta sandı.
-Aaaa, Çomar bak bir
dede! Kaybolmuşa benziyor! Hemen yardım edelim.
-Cemal dede mi ki o?
-Bilmiyorum belki de
odur. Yardım edelim de kaybolmasın.Yazık!
(23) Yoldan geçen ihtiyar
adam, bir köpeğin üzerine doğru geldiğini görünce, ne yapacağını şaşırdı ve çok
korktu. ”Bu köpek sebepsiz yere niçin üzerime gelsin ki? Yoksa bu köpek kuduz
mu?” diye düşünüp iyice paniklerdi. Bastonunu Dobiş’e doğru sallayarak birkaç
kere “Hoşşt” diye bağırdı. Ama yaşlı adama yardım etmeyi kafasına koyan Dobiş,
onun baston sallamasına fazla aldırmadı. Adamın dibine kadar gitti. Bir
taraftan da “Adam yaşlı zaten. Onun vurmasından da ne olur ki? Kafama ancak
yumuşakça birkaç kez vurur o kadar. O da canımı yakmaz zaten.” diye düşündü.
(24) Köpeğin dibine kadar
geldiğini ve ısırılacağını sanan adam, korkusundan elindeki bastonunu var
gücüyle Dobiş’in kafasına vurdu. Neye uğradığını şaşıran Dobiş, biraz
sendeledi. Düşer gibi oldu. “Iyyyk ıyyyk.” diye acı acı inledi. Yaşlı adamın
bastonunu tekrar havaya kaldırdığını görünce de kaçmaya başladı. Yaşlı adamdan
yumuşak bir baston darbesi beklerken, sert bir darbeyle neye uğradığını şaşıran
ve canı çok yanan Dobiş, nereye doğru koştuğunu da tam olarak bilemeden koştu,
koştu, koştu. Dobiş’in başına gelenleri başından sonuna kadar izleyen Çomar,
arkasından ona seslendi.
-Dobiş, nereye
gidiyorsun? Yanıma gelsene!
-Iyk ıyk ıyk.
(25) Canı çok yanan
Dobiş’in “ıyk” sesiyle kendisine karşılık vermesi, Çomar’ı çok üzmüştü.
“Zavallı Dobiş’im demek ki canı çok yanmış. Normal bir cümle bile kuramıyor.”
diye üzgün üzgün düşündü. Sonra da yaşlı adama dönerek ona biraz söylendi.
-Ne yaptın dede ya! O
nasıl bir vurmaydı öyle? Madem vuracaksın, neden kafasına vuruyorsun köpeğin?
(26) Çomar’ın söylenmesini
havlama olarak duyan yaşlı adam, daha da korktu. Bu sefer de bastonunu Çomar’a
vurmak için kaldırdı. Bunu fark eden Çomar, hızla oradan uzaklaştı. Canı çok
yanan ve ıyklayarak oradan kaçan Dobiş’in peşinden koştu. Ona yetişince de
durmasını söyledi.
-Dobiş, zavallı
arkadaşım benim! Nereye kadar koşacaksın? Dur artık!
(27) Çomar’ın dediğini
yapan Dobiş, koşmayı bırakarak birden durdu. Boş gözlerle Dobiş’in kendisine
baktığını gören Çomar, onun durumundan endişe etti. Hemen ona iyi olup
olmadığını sordu.
-Dobiş, nasılsın iyi
misin? Kendini nasıl hissediyorsun?
-Dobiş mi? O da kim?
-Bırak şakayı şimdi
Dobiş!
-Ah başım, başım çok
ağrıyor! Ne oldu bana?
-Hatırlamıyor musun?
-Hayır, hiçbir şey
hatırlamıyorum.
-Haydaaaaa! Bir
baston darbesiyle hafızanı mı kaybettin yoksa?
-Baston mu? O da ne?
(28) Çomar, Dobiş’i
kulübesine götürdü. Ona biraz uyumasını söyledi. Dobiş “Uyku nedir?” diye
sorunca da, Çomar “Gözlerini kapat ve açma. O zaman uyku gelir ve seni bulur.”
dedi. Dobiş
söylenenleri anlamayınca da Çomar, gözlerini nasıl kapatacağını, nasıl
uyuyacağını ona gösterdi. Dobiş kulübesine girdi ve Çomar’ın söylediklerini
aynen yaptı.
Biraz sonra da
uyumaya başladı. Dobiş uyurken Çomar da ara sıra onu kontrol etti.
(29) Çomar kulübesindeyken
oradan geçmekte olan arkadaşı Paşa yanına geldi.
-Çomar, hayırdır! Sen
bu saatlerde pek kulübende olmazdın.
-Sorma Paşa’m sorma!
Dobiş, başına ciddi bir darbe aldı. Şimdi de uyuyor. Bu yüzden onun başında
bekliyorum. Sanki hafızasını da kaybetmiş gibi. Bir yere kalkıp giderse,
kaybolur diye korkuyorum.
-Hay Allah ya!
İnşallah çabucak iyileşir.
Bu sırada Dobiş uyanmıştı ve kulübesinden
dışarıya çıkmıştı. Onu gören Paşa, “Aaaa bak, Dobiş uyanmış! Etrafına
bakınıyor.” diyerek onu Çomar’a gösterdi. Çomar ve Paşa hemen Dobiş’in yanına
gittiler. Dobiş, eliyle başını tutuyordu. Belli ki baş ağrısı hala geçmemişti.
Çomar, hemen ona nasıl olduğunu sordu.
-Nasılsın Dobiş?
Kendini nasıl hissediyorsun?
-Ne Dobiş’i? Benim
adım Dobişenko.
(30) Dobişenko adını duyan
Paşa, “Dobişenko da nereden çıktı? Sen Dobiş’sin, Dobiş. Bırak şakayı şimdi.
Keh keh keh.” diye güldü. Kafasına aldığı darbeyle hafızasını kaybeden ve
kendisini başka biri sanan Dobiş, saçmalamaya devam etti.
-Ben Sibirya kurt
köpeği Dobişenko’yum. Rus’um.
(31) Çomar’ın
anlattıklarından sonra, Dobiş’i bu şekilde saçmalarken gören Paşa, iyice şaşırmıştı.
-Çomar ne diyor bu?
Rus’um diyor, kurt köpeğiyim falan diyor.
-Dur Paşa, şimdi
anlarız ne olduğunu! Dobiş’im, iyi misin sen?
-Köpeğe bak, hala
Dobiş diyor bana ya! Ben Sibirya kurdu Dobişenko’yum. Rus’um, Rus.
-Haydaaa, Dobişçiğim
sen kurt bile değilsin! Benim gibi, Paşa gibi bir köpeksin sadece.
-Haddinizi bilin
köpekler! Karşınızda asil bir Rus Sibirya kurdu var.
(32) Çomar, Dobiş’in
suyuna giderek “Tamam Rus’sun, Sibiryalısın, asil bir kurtsun.” dedi ve onu
sakinleştirdi. Dobiş’in baş ağrısının hala geçmemesi üzerine de onu tekrar
kulübesine götürdü ve biraz daha uyumasını söyledi.
(33) Dobiş uyurken, Çomar
ve Paşa onun durumu hakkında konuştular. Başına darbe alan bir köpeğin, nasıl
olup da kendisini başka bir köpek sanabileceğini tartıştılar. Ama işin içinden
bir türlü çıkamadılar. İlk defa böyle bir şeyle karşılaşıyorlardı. Paşa nedense
Dobiş’in numara yaptığına inanıyordu. Çomar ve Paşa, yaklaşık yarım saat kadar
sohbet ettikten sonra Dobiş’i kontrol etmek için kulübesine gittiler. Onu
çoktan uyanmış ve etrafına boş gözlerle bakınırken gördüler. Çomar, merakla ona
nasıl olduğunu sordu.
-Nasılsın Dobiş?
Nasıl hissediyorsun kendini?
-Ne Dobiş’i? Dobiş de
kim?
-Yoksa hala Dobişenko
musun?
-O da kim?
-Yapma Dobiş ya! Yine
mi kendine gelemedin?
-Dobiş’i de
Dobişenko’yu da tanımam. Ben Alman kurt köpeği Dobiştayn’ım.
(34) Dobiş’in, Alman kurt
köpeği Dobiştayn olduğunu söylemesi üzerine Çomar, hayal kırıklığına uğradı ve
onun düzelmeyeceği endişesiyle biraz morali bozuldu.
-Haydaaaa! Şimdi de
Alman kurt köpeği mi oldun?
-Biz sizinle daha
önce tanışıyor muyuz? Neydi adınız, Çomaher miydi?
-Çomar Çomar, ne
Çomaher’i!
-Nasıl yani sen Alman
kurt köpeği değil misin?
-Tabi ki hayır! Ben
Türk köpeği Çomar’ım.
-Yaaaa, demek sadece
köpeksin! Kurt bile değilsin öyle mi? Vah vah vah…!
-Dobiş’im sen de
benim gibi sadece köpeksin. Alman falan da değilsin.
-Bak hala Dobiş diyor
ya! Adımı zorla Dobiş yapacaklar. Ben Dobiştayn’ım, Dobiştayn.
Alman kurt köpeğiyim.
Soyluyum, zekiyim, hızlıyım, çeviğim...
-Ah Dobiş ah! Rus
oldun, Alman oldun, artık Türk köpeği Dobiş ol lütfen!
(35) Paşa, Dobiş’in
durumuna çok üzülen Çomar’ı sakinleştirmeye çalıştı.
-Zorlama Çomar,
olmuyor işte. Demek ki aradığımız Dobiş’e bir süre daha ulaşamayacağız.
Dobiştayn kardeş, not
bıraksak Dobiş’e ulaştırır mısın? Yormasın bizi artık eve dönsün. Keh keh keh
...
-Dediğin gibi Paşa,
Dobiş’e bir süre daha ulaşamayacağız galiba.
(36) Bu sırada Dobiş
başını tutarak “Ah başım, çok ağrıyor.” dedi. Bunun üzerine Çomar ve Paşa, onu
kulübesine götürerek tekrar uyumasını sağladılar. Bir süre daha uyuyan Dobiş,
uyandığını fark etmeyen ve kendisi hakkında sohbet eden arkadaşlarının yanına
geldi. Onu gören Çomar, nasılsa şimdi de başka birisi olmuştur diye düşündü ve
ona kendi ismiyle hitap etmedi. Ona bir yabancı gibi davrandı.
-Buyrun köpek kardeş,
birisine mi bakmıştınız?
-Boncurno köpekler,
Roma’ya gidecek olan gemi nereden kalkacak acaba?
(37) Dobiş’in hala
iyileşmediğini gören Paşa, saçmalamaya devam eden Dobiş’le biraz dalga geçmek
istedi.
-Ne yapacaksın
Roma’da Dobiş? Keh keh keh …
-Dobiş mi? Biriyle
karıştırdınız herhalde!
-Dobişenko?
-Tanımam. Arkadaşınız
mı oluyor kendisi?
-Dobiştayn mısın
yoksa?
-Saçmalama.
-Kardeş o değilsin,
bu değilsin! Korkuyorum sormaya ama kim oldun şimdi?
-Ben soylu İtalyan
köpeği Dobişella’yım.
-Keh keh keh… Soylu
derken?
-Soyluyum, zenginim,
güçlüyüm sersem köpek! Kiminle konuştuğuna dikkat et!
(38) Dobiş’in Paşa’dan
fazla hoşlanmadığını gören Çomar, araya girerek Dobiş’i sakinleştirmeye
çalıştı. Bir yandan da kaş, göz işaretleriyle Paşa’yı daha fazla konuşmaması
için uyardı.
-Tamam Dobişella,
sakin ol! Roma’ya gidecek olan geminin kalkmasına daha çok var. Sen git biraz
yat istersen. Zamanı gelince ben seni kaldırırım.
-Sağ ol Çomarella!
Sen iyi bir köpeğe benziyorsun. Ama yanındakini hiç gözüm tutmadı.
-Hırrrrrr..
(39) Paşa’nın hırlaması
üzerine Dobiş, “Ne yapıyorsun Paşa? Hastaya hırlanır mı
hiç?” diye onu tekrar
uyardı. Uyardı ama Dobiş, kendisi için hasta kelimesini kullanan Çomar’a hem
kızdı, hem de biraz alındı.
-Ne hastası
Çomarella? Ayıp oluyor ama!
-Size demedim sayın
Dobişella, yanlış anladınız. Siz gidin uyuyun. Rahatınıza bakın lütfen.
-Ha şöyle ya,
haddinizi bilin köpekler! Bir soyluyla nasıl konuşulacağını öğrenin.
(40) Sabrı iyice taşmak
üzere olan Paşa “Ya sabır.” dedi. Ama Dobiş “sabır” lafını yanlış anladı.
-Sabun mu? Bizim
İtalya’nın sabunları meşhurdur. Güzel kokulu, değişik renkte sabunlar.
İtalya’dan dönerken getireyim mi, ister misin?
-Hey Allahım ya! Ben
“Ya sabır” diyorum Dobiş “sabun” anlıyor. Bunun kafası iyice gitmiş Çomar.
-Aman Paşa’m sus!
Gidip yatsın, belki bu sefer düzelir.
-Pek sanmıyorum
Çomar. Biraz sonra yamyam olarak uyanmaz İnşallah! yoksa ikimizi de çiğ çiğ yer
valla.
-Olur mu olur! Keh
keh keh...
-Benim de etim pek
serttir be Çomar! Çiğ yerken zorlanır biraz. Bizim soylu köpeğin dişleri dökülmesin
sonra. Keh keh keh….
(41) Dobiş’i tekrar
kulübesine götürüp yerine yatıran Çomar, içinden sürekli “İnşallah bu sefer bir
başkası olarak değil de Dobiş olarak uyanır.” diye dua etti. Bu sırada
Paşa, Çomar’a bir fikri olduğunu söyledi. Çomar, fikrinin ne olduğunu sorunca
Paşa da hemen anlattı. Ama Çomar, bu fikri çok saçma sapan buldu. Paşa’nın
fikri şöyleydi. Eğer Dobiş uyandığında yine başkası olarak kendini
tanıtacak olursa, Paşa hemen onun kafasında bir sopayla sertçe vuracaktı. Bir
baston darbesiyle hafızasını kaybeden Dobiş, belki bir sopa darbesiyle tekrar
hafızasına kavuşabilirdi. Ama belki de bu yüzden Dobiş daha fazla zarar
görebilirdi. Tabi ki Çomar, saçma sapan bulduğu bu fikri kesinlikle kabul
etmedi.
(42) Çomar’ın fikrini
kabul etmemesi üzerine, “Neyse sadece bir fikirdi.” diyen Paşa “Bu kadar yeter,
artık eve gideyim! Sahiplerim merak etmesinler.” diyerek oradan ayrıldı.
Kulübesine giden Çomar, Dobiş’le uğraşmaktan çok yorulmuştu. Aslında uyumaya
niyeti yoktu ama yorgunluktan bir anda gözleri kapandı. Yarım saat kadar
deliksiz uyudu. Uyandığında Efe'nin oyun için kendisini çağırdığını duydu.
Efe'nin yanına giderken yan gözle Dobiş’in kulübesine baktı. Ama Dobiş
kulübesinde yoktu. Çomar, birden yolunu değiştirip Dobiş’in kulübesine doğru
koştu. Onun bu ani hareketine Efe çok şaşırdı. Çomar’ın aceleyle sağa sola
bakınmasına bir anlam veremedi. Dobiş’i bulamayan Çomar, bir süre sonra da
Dobiş’i aramak için oradan uzaklaştı. Kısa bir aramadan sonra Dobiş’i yolda
yürürken gördü ve hemen yanına gitti. Ama yanına vardığında ona nasıl hitap
edeceğini bilemedi.
-Dobişella iyi misin?
Nereye gidiyorsun?
-Dobişella mı? O da
kim oluyor Çomar?
-Dobişenko?
-Ne Dobişenkosu?
-Dobiştayn?
-Dalga mı geçiyorsun
Çomar? Yok Dobiştayn, yok, Dobişenko, yok Dobişella! Ne yapmaya çalışıyorsun?
-Hayda şimdi de başka
biri mi oldun yoksa? İnşallah bu sefer de yamyam olmamışsındır!
Bak baştan
söyleyeyim, etim serttir benim, ayrıca lezzetli de değildir.
-Söylediklerinden
hiçbir şey anlamıyorum Çomar. Ben Dobiş’im Dobiş.
-Ha şöyle ya! Çok
şükür kavuştuk sonunda.
-Neredeydim ki?
-Rusya, Almanya,
İtalya derken dünyayı turlayacaksın sandım.
-Hey Allah’ım ya, sen
de bugün bir garipsin Çomar ha!
-Valla sen mi
garipsin yoksa ben mi bir garibim, artık Allah bilir! Nereye gidiyorsun böyle?
-Paşa’ya gidiyordum.
Karnım çok aç. Onda yiyecek bir şeyler vardır diye düşündüm.
-Bana niye gelmedin?
-Efe, bahçedeydi. Sen
de uyuyordun. Uyandırmak istemedim.
-Hadi o zaman,
Paşa'ya beraber gidelim. Ben de bir şeyler yerim belki.
(43) Aradan günler geçti.
Bir hafta sonu çocuklar, bahçede oyun oynuyorlardı. Çomar da kulübesinden
onları izliyordu. Bu sırada Cemal dede bahçeye çıktı. Ne evdekiler, ne de
bahçede oynayan çocuklar, Cemal dedeyi fark etmediler. Aslında onu tek
gören Çomar’dı. Ama daha önce Cemal dedeyi görmediği için onu, Dobiş’in başına
bastonuyla vuran yaşlı adam sandı. “Durduk yere şimdi Dobiş gibi kafama bastonu
yemeyeyim.” diye düşündü ve o yüzden yaşlı adamın peşinden gitmedi. Gözden
kayboluncaya kadar yaşlı adamı takip eden Çomar, daha sonra oynayan çocukları
izlemeye devam etti.
(44) On dakika kadar
sonra, Merve’nin annesi, “Baba, baba neredesin? diye bağırarak evden dışarıya
çıktı. Bahçede de bağırmaya devam etti.
-Cemal babaaaa,
neredesin?
-Anne ne oldu?
-Kızım deden evde
değil! Dışarıya çıkmış olmalı.
-Ama anne, biz hep
buradaydık ve dedemi hiç görmedik.
-Kızım oyuna
dalmışsınızdır. O yüzden görememişsinizdir.
(45) Yeliz, Cemal dedenin
kaybolmasına çok üzülmüştü. Onun bulunmasına yardım etmek istedi.
-Aslı teyze, dedeyi
arayalım mı? Belki fazla uzaklaşmamıştır.
-Aman Yelizciğim,
fazla uzaklaşmadan şu yakınlara bir bakıverin.
-Tamam Aslı teyze,
sen merak etme! Buralardaysa hemen bulup getiririz. Efe, sen Kaya’yla şu
alttaki sokağa bak. Ben de Merve’yle şu karşı sokağa bakarız. Tamam mı?
-Tamam abla.
(46) Çocuklar hemen
bisikletlerine binerek dedeyi aramaya başladılar. Böylece onu daha hızlı
arayabileceklerdi. Aslı hanım arkalarından seslenerek onları uyardı.
-Çocuklar dedeyi
bulursanız, sizi tanımayabilir. Eve getirmek için ısrarcı olmayın sakın.
Biriniz gelip bana hemen haber versin.
(47) Aslı hanım daha sonra
da vakit kaybetmeden kocasını arayarak, durumdan haberdar etti. Bu sırada
bahçedeki hareketliliği gören Dobiş, Çomar’ın yanına geldi.
-Çomar duydun mu? Dede
kaybolmuş.
-Duydum duydum, çok
üzüldüm.
-Sen bir şey görmedin
mi Çomar?
-Bir yaşlıyı giderken
gördüm ama yüzünü seçemedim. Arkası dönüktü.
-Eeee?
-Dedeyi tanımadığım
için, arkasından gitmedim tabi ki.
-Niye gitmedin Çomar?
Belki o yaşlı adam Merve’nin dedesiydi.
-Olabilir ama daha
önce dedenin yüzünü hiç görmedim ki!
-Olsun, keşke onun peşinden
gitseydin Çomar!
-Sen tanımadığın bir
dedenin peşinden gittin de ne oldu? Kafana bastonu yedin. Aslında ben de yaşlı
adamın peşine gidecektim ama sonra senin başına gelenler aklıma geldi. Kafama
bir baston da ben yemeyeyim diye düşündüm ve vazgeçtim.
-Çok yanlış
düşünmüşsün Çomar. Keşke dedenin peşinden gitseydin. İnşallah çocuklar bulurlar
dedeyi!
(48) Çocuklar, yaklaşık on
beş dakika sonra elleri boş olarak geri geldiler. Aslı hanım, vakit kaybetmeden
hemen polisi aradı. Bir süre sonra gelen polis ekibine, dedenin fotoğrafını,
yaşını, boyunu, kilosunu, adını soyadını, yani kişisel bilgilerini verdi.
Unutkanlık hastalığı olduğunu, arkadaşlarını ve çok iyi bildiği yerleri bile
tanımakta zorluk çekebileceğini söyledi.
(49) O gün akşama kadar
herkes Cemal dedeyi aradı. Oğlu Zeki Bey, babası kaybolduğu için çok üzgündü
ama elinden de hiçbir şey gelmiyordu. İşten dönünce Efe’nin babası Ömer bey ve
Kaya'nın babası Ali Bey de aramaya katıldılar. Zeki bey, hava kararmadan
babasını bulmak istiyordu. “Hava kararınca babam tek başına ne yapar? Ne yer?
Ne içer? Nerede yatar?” diye düşünüp durdu sürekli. Herkes çok üzgündü. Cemal
dede, ihtiyardı ve aynı zamanda unutkanlık hastalığı vardı. Tek başına kendini
kesinlikle idare edemezdi. Bir otele gidip yatmayı, acıktığında bir lokantaya
gidip yemek yemeyi, polise gidip kaybolduğunu söylemeyi hastalığından dolayı
akıl edemezdi.
(50) Sabah olmuştu ama
dede hala bulunamamıştı. Polisten de bir haber yoktu. Kayalar, Merveleri
kahvaltıya çağırdılar. Kimsenin iştahı yoktu. Ama dedeyi arayıp bulmak için
güçlü olmalıydılar. O yüzden zorla da olsa bir şeyler yediler. Sonra da Cemal
dedeyi tekrar aramaya çıktılar. Lokantalara, bakkallara, otellere,
kahvehanelere, hatta yolda gördükleri simitçilere bile dedenin fotoğrafını
gösterip, onu görüp görmediklerini sordular. Kimseden olumlu bir cevap
alamadılar.
(51) Daha sonra üzerinde
dedenin fotoğrafının olduğu kayıp ilanları bastırdılar. Onları duvarlara
astılar. Yapılabilecek her şeyi yaptılar. Artık gerisi zamana kalmıştı. Birisi
tanıyıp mutlaka arayacaktı. Umutla gelecek müjdeli bir telefonu beklemeye
başladılar.
(52) Gün içinde Cemal
dedeyi bulduklarını söyleyen çok sayıda telefon aldılar. Ama bakmaya
gittiklerinde onların Cemal dede değil, başka dedeler olduklarını gördüler.
Onlar da kaybolmuşlardı. Hemen polise haber verilerek ailelerine kavuşmaları
sağlandı. Cemal dede değil ama kaybolmuş birkaç dede bu geceyi sıcak yuvalarına
geçireceklerdi. Bu bile Zeki beyin üzüntünün az da olsa hafiflemesine neden
olmuştu.
(53) Akşama doğru bir
polis ekibi, yaşlı bir dedeyi Mervelere getirdi. Onları seyreden Çomar da
Dobiş’e polislerin getirdikleri dedeyi gösterdi.
-Hadi hayırlısı,
Cemal dedeyi buldular galiba Dobiş.
-İnşallah Çomar
İnşallah! Gidip bir yakından bakacağım dedeye. Yüzünü daha önce hiç
görmemiştim.
-Bekle ben de
geleyim. Dediğin gibi dedenin yüzünü bir görelim hele. Bir daha dışarıya
çıkarsa en azından havlayarak insanları uyarırız.
(54) Çomar ve Dobiş,
polislerin yanlarına gittiklerinde Mervelerin kapısı henüz açılmamıştı. Dobiş,
dedenin suratını görünce birdenbire havlamaya başladı. Köpeğin hırlamasından
korkan dede, polislerin arasından hızla kaçmaya başladı. Dobiş de onun peşinden
koştu. Çok şaşıran polisler, ne olduğunu anlamaya çalışırken Çomar da Dobiş’i
sakinleştirmek için onun peşinden gitti. Polisler, hemen arabalarına bindiler
ve onları takip etmeye başladılar. Kapıyı birkaç dakika önce açmış olan Merve,
olanların sadece bir kısmına şahit olduğu için her şeyi yanlış anladı. Çomar’ın
dedesini kovaladığını sandı. Hem şaşırmış, hem de çok sinirlenmişti. Yanına
gelen annesine, olanları yalan yanlış anlattıktan sonra eline aldığı bir taşla
onların peşinden koşmaya başladı.
(55) Ne Dobiş, dedeyi
yakalayabildi. Ne de olan biten her şeyi baştan sona yanlış anlayan Merve,
Çomar’ı yakalayabildi. Çomar, kulübesine gidip Dobiş’in gelmesini bekledi.
Acaba Dobiş, neden dedeye saldırmıştı? Çomar, bunların sebeplerini
düşünürken bir anda Merve'yi karşısında gördü. Görmesiyle birlikte de
birdenbire taşları kafasına yemeye başladı. Çomar, bu sefer öncekiler gibi
kaçmadı ve Merve'ye saldırdı. Merve, Çomar’la baş edemeyeceğini anlayınca evine
doğru kaçmaya başladı. Olanları gören annesi, hemen kapıyı açtı ve
Merve'nin hızla içeriye girmesini sağladı. Çomar’ın Merve'yi kovalamasına
şaşıran annesi, kızına bunun sebebini sordu.
-Ne oluyor kızım?
Nedir bu halin?
-Çomar dedemi
kovaladı. Bende dedemin öcünü almak için onu taşladım.
-Ne öç alması kızım?
Ne diyorsun?
-Dedem, onun yüzünden
yine kayboldu. Ne güzel polisler dedemi bulup getirmişlerdi halbuki.
-Kızım, polisler,
deden sandığın kişiyi bir süre sonra eve tekrar getirdiler. Ama o amca maalesef
ki deden değildi.
-Kimdi peki?
-Mehmet adında başka
bir dedeymiş. Sonra ailesini bulmak için geri götürdüler.
-Olsun, dede dededir.
Çomar, ihtiyar bir adamı niye kovalıyor?
-Kızım dedeyi
kovalayan da Çomar değil, Dobiş’miş zaten.
(56) Merve, boş gözlerle
annesine baktı. Diyecek hiçbir şey bulamadı. Pencereden dışarıya bakan annesi
Çomar’ın kafasının kanadığını ve kapının önünde öfkeyle beklediğini gördü. Canı
çok yanan Çomar, acıdan inliyordu. Sanki Merve'ye “Bu yaptığını senin yanına
bırakmam Merve, hemen aç kapıyı” der gibi havlıyordu.
-Yaptığını beğendin
mi Merve? Çomar’ın şeklini şemalini değiştirmişsin! Kaç taş attın kızım
hayvana?
-Çok attım anne ya,
bilmiyorum.
-Aferin sana kızım,
aferin.
-Çomar’ın şekli mi
değişmiş? Nasıl yani?
-Başı çok kanamış
kızım. Sinirden de suratı bir acayip olmuş hayvanın. Gözlerinin içi de
kızarmış. Artık ne kadar
çok kızdırdıysan hayvanı!
-Ne yapacağız şimdi
anne? Çomar, bundan sonra rahat bırakmaz beni. Her gördüğünde saldırır artık
bana.
-Yapacak bir şey yok
kızım! Seni Çomar’a teslim etmek zorundayım. Yoksa bu hayvan bizi de rahat
bırakmaz.
-Anne ya! Ühü ühü
ühü……
-Ağla kızım ağla!
Madem düşünmeden bir iş yaptın, o zaman sonuçlarına da katlanacaksın.
-Ühü ühü ühü….
(57) Deminden beri şaka
yapan Aslı hanım, Merve’nin bir daha böyle hatalar yapmaması ve hayvanlara bir
daha kötü davranmaması için şakayı biraz daha devam ettirmek istedi. İçinden de
“Öyle ya, köpeklerin canları yok muydu? Hayvan oldukları için, konuşup
kendilerini ifade edemedikleri için onlara istediğimiz gibi davranmamız mı
gerekiyordu? Hayvan olduğu için taş atıp canlarını yakmamız doğru bir şey
miydi?” diye düşünerek Merve’ye iyi bir ders vermek istedi.
-Acaba Çomar ketçabı
sever mi?
-Ne ketçabı anne ya?
-Kızım, bu hayvan çok
sinirli. Seni kesinlikle yer. Eeee, madem yiyecek, tadını ala ala yesin bari.
-Anne ya! Ühü ühü
ühü……
-Ha ha ha ….
-Ne gülüyorsun anne
ya? Tabi nasıl olsa seni yemeyecek değil mi?
-Ne yemesi kızım ya?
Dalga geçiyorum seninle. Ben şimdi ona etli, yağlı bir kemik veririm,
keyfi yerine gelir. O kemiği yerken, ben de onun başına pansuman yaparım.
(58) Aslı hanım, kapıyı
azıcık araladı. Kapının açıldığını gören Çomar’ın hırlaması daha da arttı.
Kapıyı zorlayarak açmaya çalıştı. Aslı hanım, kapı aralığından
ona kemiği koklatınca, Çomar sakinleşti ve kuyruğunu sallamaya başladı.
Çomar’ı içeriye aldılar. O kemiği yalarken, Aslı hanım da başına pansuman
yaptı. Merve, korkudan odasına gitmişti. Olanları kapı aralığından izliyordu.
Kendi kendine “Bu sefer de ucuz atlattım. Çomar, birkaç güne kadar olanları
unutur ve benimle de artık uğraşmaz. Gerekirse bir kemik daha veririm, olur
biter.” diye düşündü. Daha sonra Çomar, kemiğini alarak kulübesine gitti.
(59) Birkaç saat sonra
Dobiş, Çomar’ın yanına geldi. Çomar’ın başını o halde görünce biraz sırıttı.
-Hayrola Çomar, sana
da mı dede saldırdı?
-Ne acayip hayvansın
Dobiş, dedeye saldıran sensin ama dayağı yiyen yine ben oldum.
-Seni bu hale kim
getirdi Çomar?
-Kim olacak? Tabi ki
Merve!
-Merve mi? Ne yaptın
kıza?
-Sen dedeye saldırıp
kovalayınca, seni ben sanmış. Dedesini kovaladığımı sanıp beni taşladı.
-İyi de, o Merve'nin
dedesi değildi ki!
-Kimdi peki?
-Geçenlerde kafama
bastonla vuran dedeydi.
-Bu dede de amma çok
dolaşıyor buralar daha. Madem kayboldun niye hep aynı yerlerde dolaşıyorsun?
Git biraz da başka yerlerde dolaşsana. Töbe töbe, olan bana oldu! Şu halime
baksana.
-Keh keh keh …
-Dobiş seninle
arkadaşlığımı gözden geçirmem lazım. Tanıştığımızdan beri başıma çok işler
açtın.
-Dur Çomar, sakin ol!
Acele karar verme! Ben bu kadar kemiği ne yaparım? Kiminle yerim sonra?
-Akşamki kemiğini
isterim ama!
-Önünde var ya Çomar!
-Olsun, onu da tatlı
niyetine yerim artık.
(60) Aradan üç gün geçmiş
ve dede hala bulunamamıştı. Ara sıra dedenin bulunduğunu bildiren telefonlar
gelse de hepsi boş çıkıyordu. Cemal dede üç gündür ne yapıyordu acaba?
Durumunu fark eden
insanlar, neden polisi aramıyorlardı? Yoksa dedenin başına bir şey mi
gelmişti. Araba mı çarpmıştı yoksa bir çukura mı düşmüştü? Gerçi öyle
olsaydı, polis bir şekilde Zeki beye veya diğer çocuklarına mutlaka ulaşırdı.
Demek ki hala yaşıyordu ama neredeydi acaba?
(61) Hafta sonu, Cemal
dedenin diğer oğlu Aydın beyle kızı Gülşah hanım da geldiler. Bahçede oturup
yemek yediler, çay içtiler. Ne yapacaklarını oturup tartıştılar. Aslında yapabilecekleri
fazla bir şey kalmamıştı. Polise, Cemal dedenin kayıp olduğu bildirilmişti.
Hastanelere, otellere, terminale bakılmıştı. Cemal dedenin fotoğraflı kayıp
ilanları, her yere asılmış, insanlar bilgilendirilmişti.
(62) Sonunda Cemal dedeyi
bulana, ödül vermeye karar verdiler. Yeniden fotoğraflı kayıp ilanları basıldı.
Üzerlerinde “Cemal dedeyi bulana elli bin TL ödül.” diye yazmışlardı. Bu
afişleri daha önceki afişlerin üzerlerine yapıştırdılar.
(63) Ödül verileceğini
gören bazı uyanık insanlar, yanlarındaki dedelerle Mervelere geliyorlardı. Zeki
beyler, bu insanlardan bıkmışlardı. Çünkü getirilen dedeler, Cemal dedeye hiç
benzemiyorlardı. Belli ki insanları kandırmaya çalışanlar, ödülü alabilmek için
Cemal dede diye başkalarını getirerek insanları kandırmaya çalışıyorlardı.
Aydın bey:
-Ne ahlaksız insanlar
var ya! Biz, babamız kayboldu diye üzülüyoruz. Bazı sahtekarlar da bir çok
yaşlıyı kapımıza getirip “Babanızı bulduk.” diye, bizi kandırmaya çalışıyorlar,
diye konuştu. Zeki bey:
-Fark ettin mi Aydın?
Bazıları aynı yaşlıları birçok kez getiriyorlar. Sırf ödül alabilmek için,
insanların duygularıyla oynuyorlar, dedi. Aydın bey:
-Bu böyle olmayacak
abi! Bu işte bir terslik var. Babam şimdiye kadar bin kere bulunmuş olmalıydı. Sakın
bir tanıdığının yanına gitmiş olmasın, diye sordu. Zeki bey:
-Cep telefonu
kullanmadığı için arayamıyoruz. “Ben anlamam, kullanamam.” deyip cep telefonu
kullanmak istemedi, dedi. Aydın bey:
-Cep telefonu
olsaydı, ne iyi olurdu! Kaybolduğunu anladığımızda hemen arardık. Yerini
öğrenir ve hemen gidip babamı alırdık, dedi. Zeki bey:
-Babama sahip
çıkamadık Aydın! Çocukluğumuzda “Aman kaybolurlar!” deyip bizi tek başımıza
hiçbir yere salmazdı. Kaybolmayalım, başımıza bir şey gelmesin diye dışarıda
oynarken ya annem ya da babam hep başımıza beklerdi, diye üzüntülü bir şekilde
konuştu.
Aydın bey:
-Ah abi ah! Onlar
bize sahip çıktılar ama biz kocaman adama, bu yaşlı haliyle bir sahip
çıkamadık. Koca adam kayboldu gitti. Bu yüzden çok utanıyorum, dedi.
(64) Onların konuşmalarını
dinleyen Çomar, çok duygulandı ve çok üzüldü. Gözünden de birkaç damla yaş
geldi. Sonra aklına bir fikir geldi. Dobiş’i de yanına alarak Paşa’nın yanına
gitti. Onlara aklına gelen fikri söyledi:
-Şimdi beni iyi
dinleyin. Üçüncü gün de bitiyor ama Cemal dede hala bulunamadı, dedi. Bunun
üzerine Paşa:
-Gerçekten çok
üzülüyoruz Çomar. Ama elimizden ne gelebilir ki, dedi. Çomar:
-Biz köpeğiz
arkadaşlar. İyi koku alır, hızlı hareket ederiz. Sahipli, sahipsiz tüm
köpekleri organize edeceğiz ve dedeyi mutlaka ama mutlaka bulacağız. İnsanların
ağlamaları dursun, üzüntüleri bitsin artık, diye karşılık verdi. Paşa bunun
üzerine:
-Tamam ben varım.
Sahipli köpeklere ben haber veririm, diye ona destek verdi. Bunun üzerine
Dobiş:
-Ben de sokak
köpeklerini bilgilendiririm, dedi. Çomar:
-Ben de kedilere
haber vereyim o zaman, dedi. Kedi lafını duyan Dobiş:
-Kediler ne yapabilir
ki Çomar? Köpeklerin araması yeterli değil mi, diye itiraz etti. Bunun üzerine
Çomar:
-Kediler bizden
oldukça küçükler. Her yere girip çıkabilirler, diye karşılık verdi. Dobiş:
-Doğru söylüyorsun
Çomar. Bak bunu hiç düşünmemiştim, dedi. Çomar:
-Hadi o zaman, hava
kararmadan önce kedileri ve köpekleri dedeyi bulmaları için hemen organize edelim!
(65) Çomar kedileri, Dobiş
sokak köpeklerini, Paşa da sahipli köpekleri toplayarak Cemal dede hakkında
bilgi verdiler. İlk bilgilendirmeyi yapan Çomar’dı.
-Kedi kardeşler, bir
süredir komşumuz olan Merve’nin dedesi kayboldu.
-Dede nedir Çomar?
-Yani Merve’nin
babasının babası, dede oluyor. Kendisi yaşlıdır.
-Yaşlı nedir Çomar?
-Sen kaç yaşındasın
kedi kardeş?
-Üç yaşındayım.
-On yaşından ya da
daha büyük bir kedi var mı aranızda?
-Ben on iki
yaşındayım Çomar.
-İşte sen üç, o da on
iki yaşındaysa sen genç, o da yaşlı oluyor.
-Tamam Çomar, şimdi
anladık.
-Bu dedenin sakalları
var ve gözlüklüdür.
-Sakal nedir Çomar?
-Töbe töbe, dalga mı
geçiyorsunuz arkadaşlar? Sakalın ne olduğu bilinmez mi hiç? Siz nerede
yaşıyorsunuz?
-Biz senin gibi
sahipli bir hayvan değiliz Çomar. İnsanlardan, köpeklerden, bazen de
birbirimizden kaçmaktan ya da karnımızı doyurmak için sürekli çöpleri
karıştırmaktan bir şeyler öğrenmeye fırsatımız olmuyor. O yüzden bize kızma
lütfen!
-Tamam tamam, kusura
bakmayın! Sizin suratınızda kıllar var mı?
-Var.
-Var.
-Var.
-Var
-Var.
-Aman kedi kardeşler,
tek tek cevap vermeyin. İçinizden bir kedinin cevap vermesi yeterli.
-Tamam.
-Tamam.
-Tamam.
-Tamam.
-Tamam.
-Yeter ya, töbe töbe!
Artık hiçbir soruma cevap vermeyin lütfen.
-Olur.
-Olur.
-Olur.
-Olur.
-Olur.
-Ay yeter yani!
Gerçekten de yordunuz beni. Kısaca söylüyorum. Sizin suratınızdaki kıllar,
insanların suratında olduğunda buna sakal deniliyor.
-Bizdeki gibi
bıyıkları da oluyor mu?
-Arkadaşlar hiç mi
insanların suratlarına bakmadınız? Bıyıklarını, sakallarını görmediniz?
-Biz sokak
kedileriyiz Çomar. İnsanlardan kaçmaktan, suratlarına bakmaya ……
-Tamam tamam, yine
aynı şeyi söyleyeceksiniz. Kaçmaktan suratlarına bakmaya fırsatımız olmadı,
diyeceksiniz.
-Evet.
-Evet.
-Evet.
-Evet.
-Evet.
-Yeteeeer susun
artık! Sokaklara dağılın hemen ve dedeyi aramaya başlayın artık. Bulduğunuzda da
bana hemen haber verin.
-Anlaştık.
-Anlaştık.
-Anlaştık.
-Anlaştık.
-Anlaştık.
(66) Sabrı iyice taşan
Çomar, kendi kendine söylendi:
-Töbe töbe, nedir bu
ya! Benim bunlardan çekeceğim var valla.
(67) Bu sırada Dobiş de
sokak köpeklerine konuşuyordu. Cemal dede hakkında verilmesi
gereken bilgileri o
da vermeye çalışıyordu.
-Arkadaşlar,
Merve’nin dedesi kaybolmuş. Onun acilen bulunması gerekiyor.
-Peki dedeyi
bulursak, bir ödülümüz olacak mı Dobiş?
-Dedeyi bulana elli
bin lira ödül verilecekmiş. Tam elli bin lira.
-Elli bin lira nedir
Çomar?
-Paradır.
-Para mı? O da nedir?
Tatlı mıdır, tuzlu mudur yoksa acı mıdır? Tadı güzel mi bari?
-Ne diyorsun kardeş
ya? Para yenilir mi hiç? Onunla alışveriş yapıp istediğiniz yiyecekleri satın alırsınız.
-Biz köpeğiz Dobiş,
insan değiliz! Yiyeceği nasıl satın alalım?
-O kadarını bilemem
arkadaşlar. Paradan başka bir ödül yok.
-Olmaz Dobiş, biz
paradan anlamayız ki! Ödül olarak yiyecek falan varsa, dedeyi ararız. Yoksa
akşama kadar çöpleri karıştırıp ancak karnımızı doyuruyoruz zaten. Bir de
dedeyi bulmak için uğraşamayız.
-O zaman dedeyi ilk
bulana, on gün boyunca her gün kemik vereceğim. Oldu mu?
-Şimdi oldu Dobiş. Bu
dede nasıl biri? Tarif etsene.
-Sakallı, yaşlı ve de
erkek. Bir de gözlüğü var.
-Oooo, sokakta
onlardan bir sürü var. Tamamdır, dedeyi şimdiden bulunmuş bil Dobiş.
-Aman köpek
kardeşler, her dede aynı değildir. Her sakallı da dede değildir. Lütfen doğru
dedeyi bulup getirin. Merve’nin dedesi olacak unutmayın!
-Tamam Dobiş tamam,
sakin ol! O iş bizde. Hemen buluruz dedeyi.
(68) Bu sırada Paşa da
sahipli köpekleri toplamış konuşuyordu. Onun işi Dobiş ve Çomar’a göre daha
zordu.
-Köpek kardeşlerim,
Çomar’ın baş belası ve onu devamlı taşlayan bir kız vardı. Adı da Merve’ydi.
İşte onun dedesi kaybolmuş. Onu bulmamız lazım.
-Ne diyorsun sen
Paşa? Geçen gün Çomar’ı taşlayarak onun şeklini şemalini değiştiren kız değil
mi o?
-Şeyyy, evet o?
-Eeee, o kötü kıza
iyilik mi yapmamızı istiyorsun şimdi?
-Merve kötüyse,
dedesi de kötü değil ya arkadaşlar! Dedenin ne suçu var bunda?
-Olmaz, bizim yeterince
işimiz var Paşa. Korumakla görevli olduğumuz evlerimiz ve sahiplerimiz var.
-Yapmayın arkadaşlar!
Bunu sizden Çomar istiyor. İnanın dedenin kaybolmasına çok üzülmüş.
-Tamam o zaman. Eğer
Çomar onu affettiyse, biz de onu affederiz. Bu dede nasıl biriymiş? Tarif et
bakalım.
-Yaşlının ne olduğunu
biliyor musunuz?
-Evet.
-Ya gözlüğün ne
olduğunu biliyor musunuz?
-O nu da biliyoruz.
-Peki, sakalın ne
olduğunu biliyor musunuz?
-Evet, onu da
biliyoruz.
-Hey maşallah sizin
de bilmediğiniz yok yani!
-Biz sahipli ve
kültürlü köpekleriz Paşa. Tabi ki bileceğiz.
-Tamam o zaman.
Sakallı, gözlüklü ve yaşlı olacak. Bulan hemen bana haber versin.
-Şeyyy Paşa, dede kadın
mı yoksa erkek mi oluyordu?
-Çok şükür,
bilmediğiniz bir şey de varmış. Tabi ki de kadın oluyor, köpek arkadaşlarım.
-Kadın oluyor değil
mi Paşa? Eminsin.
-Tabi tabi sorun yok
eminim, kadın oluyor.
(69) Tüm kediler ve
köpekler, şehrin dört bir yanına dağıldılar. Bir süre sonra da kedilerden ve
köpeklerden “Bulduk, gelin bakın. Aradığınız kişi, bu dede mi?” haberleri
gelmeye başladı. Çomar, Dobiş ve Paşa, her yere gidip bulunan dedelere
bakıyorlardı. Ama üçü de aslında Cemal dedenin yüzünü görmemişlerdi. Bu yüzden
bulunan dedelere bakmaları anlamsızdı. Çomar, sonunda buna kendince bir çözüm
yolu buldu.
-Bu böyle olmayacak
arkadaşlar! Bulduğunuz tüm dedeleri, Mervelerin bahçesine getirin.
-Bu çok zor olur
Çomar. Bunlar yaşlı insanlar. Yürürken bile yavaş yürüyorlar, rahatsızlanmasınlar
sakın!
-Olsun Dobiş olsun!
Başka çaremiz yok. Dede günlerdir dışarıda yaşıyor. Buna daha fazla
dayanamaz artık!
(70) Kediler ve köpekler,
tüm dedeleri ve hatta dede sandıkları nineleri de Mervelerin bahçesine doğru
götürmeye başladılar. Köpekler elbise kollarından, kediler de pantolon paçalarından,
etek uçlarından tutarak dedeleri ve nineleri zorlaya zorlaya yürüttüler. Bir
süre sonra Mervelerin bahçesinde onlarca dede ve nine oldu. Kediler ve köpekler
tuttuklarını devamlı getiriyorlardı. Tüm komşular dışarıya çıktılar. Kimileri
de olanları pencerelerden izlemeye başladılar. Zaman geçtikçe dedelerin ve
ninelerin sayıları yüzü geçti. Dedeler ve nineler ne yapacaklarını
şaşırmışlardı. Kimi ağlıyor, kimi de etrafına şaşkın şaşkın bakınarak ne
olduğunu anlamaya çalışıyordu. Sanki hepsi de bakışlarıyla “Bizi kurtaracak bir
insan evladı yok mu?” diyordu.
(71) Emniyet müdürlüğünden
dönem Merveler, kalabalığı görünce korktular. Bu kadar kalabalığın evlerinin
önünde niye toplandığını anlamaya çalışıyorlardı.
-Eyvah, ödülü
duyanlar yine gelmişler! Hem de kedi ve köpekleriyle birlikte.
-İyi de bey bunların
hepsi yaşlı ama.
-Daha kötü ya! Şimdi
de bunlar “Biz sizin dedeniziz.” deyip, bizi kandırmaya çalışacaklardır.
(72) Efeler ve Kayalar da bir
süre sonra evlerinin bahçelerine çıktılar. Ne olduğunu anlamaya çalıştılar.
Dedelerin ve ninelerin bir kısmı ağlamaya, bir kısmı da bayılmaya başlayınca,
Kaya'nın babası hemen 155 Polis İmdat’ı ve 112 Hızır Acil’i aradı. Onlarca
polis arabası ve ambulans kısa sürede olay yerine geldi.
(73) Bu sırada Merve,
hazır bu kadar dede bir araya gelmişken, aralarında dolaşarak hepsini tek tek
incelemeye başladı. İçlerinde dedesinin olup olmadığını görmeye çalıştı.
(74) Polisi gören kediler
ve köpekler, hemen kaçmaya başladılar. Ortalık ana, baba gününe dönmüştü.
Bayılanlar, ayılanlar, kaçışanlar, ağlayanlar, yardım etmeye çalışanlar,
ambulansa bindirilenler…. Polisler ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Bu kadar
yaşlı, nasıl olup da bir araya gelmişti? Polisler önce, daha sağlıklı olan dede
ve ninelerin ifadelerini aldılar. Hepsi de kendilerini buraya kedi ya da
köpeklerin zorla getirdiklerini söylediler.
(75) Bu daha önce görülmüş
ya da duyulmuş bir olay değildi. Kedilerin ve köpeklerin bu kadar yaşlıyı
buraya getirmelerinin ne amacı olabilirdi? Polisler, bu sorunun cevabını
bulmaya çalışıyorlardı. Biraz sonra Merve'nin babası da polise ifade verdi.
-Efendim, babam
yaklaşık üç gündür kayıp. Babamızı bulana ödül vereceğimizi duyurmuştuk. Acaba
diyorum, bu kediler ve köpekler ödül için mi bunu yaptılar?
-Nasıl yani?
Kedilerin ve köpeklerin böyle bir şey yapabilmesi mümkün mü?
-Peki memur bey, siz
bu durumu nasıl izah ediyorsunuz?
-Bilemiyoruz efendim,
araştırıp bulacağız!
(76) Gazeteciler ve
televizyon muhabirleri, olup biten her şeyin fotoğrafını çektiler ve kameralara
kaydettiler. Bir bayan muhabir Merve ile de röportaj yaptı.
-Merveciğim, deden
kaybolmuş. Bulundu mu acaba?
-Dedem üç gündür
kayıp. Hala bulunamadı.
-Bu kadar dede ve
nine, kediler ve köpekler tarafından bahçenize getirilmiş. Bunun sebebi ne
olabilir acaba?
-Komşumuzun Çomar
adında bir köpeği var. O yapmıştır. Evet, kesin o yapmıştır.
-Bir köpek böyle bir
şey yapabilir mi?
-Çomar yapar.
-Niye yapsın ki?
-Geçen gün dedem
kayboldu, diye onu taşlamıştım. Şimdi de intikam almak için şehirde ne kadar
dede varsa, toplayıp getirmiştir.
-Ama sadece dedeler
yoktu. Nineler de vardı.
-Attığım taşlar
kafasına geldi ya! Şimdi dedeyi, nineyi falan karıştırıyordur. Her yaşlıyı dede
diye getirtmiştir.
-Getirmiştir
diyorsun. Kime getirmiştir?
-Tanıdığı tüm
kedilere ve köpeklere söyleyip getirmiştir. Polisler gelene kadar hepsi
buradaydı zaten. Polisleri görünce de nereye kaçacaklarını bilemediler.
-İşin o zaman çok zor
Merve!
-Neden televizyoncu
abla?
-Bu kadar kediye,
köpeğe dedeleri, nineleri getirten bir köpek, sana da zarar vermesin sakın! -Niye zarar versin ki abla?
-Çomar’ı taşlamışsın
ya! Ya intikam almak isterse? Ya bu kedilere ve köpeklere seni kaçırtmaya
çalışırsa. Olamaz mı?
-Gerçekten bunu
yapabilirler mi abla?
-Yüzlerce dedeyi,
nineyi kaçırtan seni de onlara kaçırtamaz mı?
(77) Merve yutkundu, cevap
veremedi. Televizyoncu ablasına boş gözlerle, hem de gözlerini bile kırpmadan
öylece bakakaldı. Televizyoncu ablası dürtmese “Merve iyi misin canım?” demese,
belki de öylece bakmaya devam edecekti. Muhabirin dürtmesiyle bir süre sonra
kendine gelen Merve, korkudan kekelemeye başladı.
-Be be be benim eve
gitmem lazım.
-Merve ne oldu
birden?
-An an an annem
çağırdı da:
-Ama ben duymadım
çağırdığını.
-Be be be benim
kulaklarım iyidir. Ça ça ça çağırdığını duydum be be ben.
(78) Merve, aniden koşarak
evine gitti. “Bu kadar nineyi, dedeyi kaçırtan Çomar seni de kedilere,
köpeklere kaçırtmaz mı?” cümlesi Merve’yi çok korkutmuştu. O kadar kediyle,
köpekle nasıl edebilirdi? Merve, eve gittikten sonra kameraman, muhabir
kıza niye böyle yaptığını sordu.
-Yahu, çocuğu bu
kadar niye korkuttun? Köpekler ve kediler, ne anlarlar insan kaçırmaktan?
-Ay sorma Burhan!
Şaka yapayım dedim ama çocuk söylediklerimi çok ciddiye aldı.
-Çocuk kekelemekten
konuşamadı bile, çok korktu.
-Evine gidip, şaka
yaptığımızı söyleyelim mi?
-Söyleyelim,
söyleyelim! Yoksa korkudan ölecek kız.
(79) Muhabir kız,
Merve’nin evine gitti. Kapıyı tıklattı. Merve perde arkasından gizlice baktı.
Kapıyı tıklatanın televizyoncu ablası olduğunu görünce, rahatladı ve kapıyı
açtı. Muhabir ablası, ona tüm söylediklerinin şaka olduğunu söyleyip, Merve’yi
rahatlattı. Sonra da cebindeki çikolatayı Merve'ye verip, onun gönlünü aldı.
(80) Polisler, tüm
dedeleri ve nineleri evlerine teslim ettiler. Allahtan ki kimseye bir şey
olmamıştı. Bayılanlar hemen ayıltılmıştı. Hastaneye götürülenler de
iyileşmişlerdi. Paşa, Çomar ve Dobiş, bu olaydan sonra bir süre ortalarda
gözükmediler. Sadece geceden geceye kulübelerine yatmaya gittiler. Her şey
normale dönünce, onlar da hiçbir şey olmamış gibi davrandılar.
(81) Ama Cemal dede, hala
bulunamamıştı. Aradan da bir hafta geçmişti. Bir hafta boyunca yaşlı, parasız
ve unutkanlık hastalığı olan bir adam, sokaklarda tek başına nasıl
yaşayabilirdi? Derken ikindi vakti, Zeki beyin telefonu çaldı. Arayan Cemal
dedenin ta kendisiydi.
-Alo Zeki, ben baban.
Cemal baban.
-Baba, sen misin
gerçekten?
-Evet evet, benim.
-Baba neredesin Allah
aşkına? Yerini söyle, hemen almaya geleyim.
-Ben Eskişehir’deyim
oğlum.
-Orada ne işin var
baba?
-Askerlik arkadaşımı
ziyarete geldim.
-Bize niye haber
vermedin baba? Seni çok merak ettik.
-Ne bileyim oğlum!
Evden çıktım ama niye dışarıya çıktığımı unuttum. Sonra bir baktım ki terminale
giden otobüse binmişim. Ben de “Madem terminale kadar geldim, buraya kadar
gelmişken askerlik arkadaşım Turgut’a bir uğrayayım.” diye düşündüm
-Ah baba ah! Niye
şimdiye kadar bizi aramadın ki? Başına bir şey geldiğini sandık.
-Unutmuşum be
evladım! Daha yeni hatırladım sizi.
-Baba, kaldığın yerin
adresini ver de hemen almaya gelelim seni.
-Gerek yok evladım!
Bursa yakın, iki saatlik yol zaten. Turgut ve oğlu Eren’le beraber sabah yola
çıkacağız.
-Tamam baba! Biz de
iyi bir kahvaltı hazırlarız size.
-Tabi tabi iyi olur!
Öğle namazını da Ulucami’de kılacağız.
-Tamam babacığım
tamam! Arkadaşına selam söyle.
(82) Ertesi gün Eren,
Cemal dedeyi evine getirdi. Evdeki herkes, sevinçten göz yaşları döküyordu.
Cemal dedeye sıkı sıkı sarıldılar. Merve de dedesinin elini öptü ve dedesini
gördüğü için birkaç damla da göz yaşı döktü. Ama bunlar mutluluk göz
yaşlarıydı. Cemal dedeyi eve getiren ve Eskişehir’deyken onu çok iyi ağırlayan
Turgut amcaya ve oğlu Eren’e çok teşekkür ettiler. Güzel bir kahvaltıdan sonra,
Ulucami’ye gittiler. Öğle namazlarını kıldılar. Namazdan sonra da Üftade ve
Emirsultan Hazretlerinin türbelerine gidip dua ettiler. Zeki bey, öğle
yemeğinde de misafirlerine İskender kebap ısmarladı. Bursa’da bulundukları süre
içinde misafirlerini en iyi şekilde ağırlamaya çalıştılar. Akşama doğru da
misafirlerini Eskişehir’e uğurladılar.
(83) Cemal dede bulunduğu
için herkes çok mutluydu. Bir haftalık sıkıntı ve baba hasreti sona ermişti.
Hemen Cemal dedeye bir telefon aldılar. Bu basit bir cep telefonuydu. Cemal
dedeye, telefonun nasıl kullanılacağını defalarca gösterdiler. Cemal dedenin
artık tek başına dışarıya çıkmaması için daha tedbirli ve daha dikkatli
davrandılar. Bu yüzden dış kapıyı sürekli kilitli tutmaya başladılar.
(84) Cemal dede bulunduğu
için Çomar da çok mutluydu ve huzurluydu. Dede bulunana kadar da en çok o
sıkıntı çekmişti. Çünkü Cemal dedenin kaybolmasından biraz da kendini sorumlu
tutuyordu. Aynı zamanda da dedeyi her görüşünde, Merve’nin attığı taşlardan
başı sızlıyordu. Ama artık dede bulunmuş ve herkes rahat bir nefes almıştı. Bir
daha da ne ailesi, ne Dobiş, ne de Çomar, dedenin kaybolmasına izin vermediler
ve daha dikkatli oldular.
- SON –
Beğendiyseniz yorum yapmayı ve paylaşmayı unutmayın. :)
0 Yorumlar