YouTube İlkokulu - Türkçe, Matematik, Fen Bilimleri ve Daha Fazlası ÇOMAR SERİSİ: MERVE'NİN DEDESİ KAYBOLDU - YOUTUBE İLKOKULU

ÇOMAR SERİSİ: MERVE'NİN DEDESİ KAYBOLDU

İlkokul Hikaye Yazma Etkinlikleri


komik çocuk hikayeleri

(1) Eylül ayı gelmiş, okullar açılmıştı. Efe ve Yeliz, artık beşinci sınıf öğrencisi olmuşlardı. İlkokulu bitirdikleri için, gittikleri okul da değişmişti. Yeni okullarının adı, Namık Kemal Ortaokuluydu. Okul biraz uzak olduğu için, oraya okul servisiyle gidiyorlardı. Arkadaşları Merve ile Kaya da aynı okula kayıt yaptırmışlardı.
   (2) Ortaokul, ilkokuldan biraz daha farklıydı. Her derse farklı öğretmenler giriyordu. Bir de ortaokulda öğretmenlere, nedense hep “Hoca” diye hitap ediliyordu. Türkçe hocası, müzik hocası, resim hocası, matematik hocası gibi. İlk zamanlar ortaokula yeni başlayan öğrenciler, öğretmenlerine hitap ederlerken ilkokuldan gelen alışkanlıkla sık sık şaşırıyorlardı. Öğrencilerden biri yanlışlıkla “Öğretmenim” dese, diğer öğrenciler kıkır kıkır gülüyorlardı.
Öyle ya artık büyümüşlerdi. “Öğretmenim” değil “Hocam” demeleri gerekiyordu.
   (3) Bir gün matematik hocası, yazı tahtasına bir problem yazdı. Kimin yapmak istediğini sorunca da sınıfta sadece Merve parmak kaldırdı. Yalnız kendisinin parmak kaldırmasına şaşıran Merve, sağına, soluna, arkasına baktıktan sonra parmağını indirdi. Matematik hocası Merve’ye:
-Kızım adın neydi?
-Merve, öğretmenim.
-Parmağını kaldırmıştın Merve, sonra niye indirdin?
-Şey hocam, az önce yanlışlıkla öğretmenim dedim ya hocam diyecektim aslında.
-Kızım, bırak şimdi hocayı, öğretmeni. Madem parmak kaldırdın, hadi gel tahtaya.
-Şey öğretmenim… Ay yine karıştırdım. Ne diyecektim? Hah hocam, hocam diyecektim.
-Merve gelecek misin tahtaya?
-Hayır öğretmenim. Şey yani hocam.
-Yahu bu beşinci sınıf öğrencilerinden nedir çektiğimiz bizim! Öğretmenim deseniz ne olur, hocam deseniz ne olur sanki? Ne fark edecek?
-Öyle demeyin hocam. Burası ortaokul, burada hocam demek lazım. Çünkü biz büyüdük artık.
-Aferin sana Merve. Madem ki büyüdün, hadi gel tahtaya da çöz şu problemi.
-Hocam, ben bu problemi çözemem.
-Ama az önce parmak kaldırmıştın.
-Herkesin parmak kaldıracağını sandığım için, ben de parmak kaldırmıştım hocam. Nasıl olsa, o kadar öğrenci içinde beni kaldırmazsınız diye düşünmüştüm.
   (4) Merve’den umudunu kesen matematik hocası, Yeliz’in parmak kaldırması üzerine onu çağırdı. Yeliz, tebeşiri eline alır almaz da tenefüs zili çaldı. Merve, yok öğretmenimdi yok hocamdı diye diye dersi kaynatmıştı.
   (5) Bir gün Efe ve Merve, sokaklarında bisiklet sürüyorlardı. Biraz uzak komşuları olan Volkan da bisikletiyle yanlarına geldi. Efe ve Merve, birbirlerine ortaokuldaki yeni öğretmenlerinden, yeni arkadaşlarından ve yeni sınıflarından bahsederlerken yaşça onlardan küçük olan Volkan da onları hayran hayran dinliyordu. Volkan, zaten bu hayranlığını gizlemiyordu da. Bakışlarıyla, onlara sorduğu sorularla ve devamlı onlarla beraber olmak istemesiyle bunu açıkça belli ediyordu. Volkan, özellikle Merve ablasını gözünde çok büyütmüştü.
-Vay be Merve abla, benden amma da büyüksünüz ha! Ben ikinci sınıfa, siz ise beşinci sınıfa gidiyorsunuz. Keşke ben de sizin kadar büyük olsaydım!
-Aman Volkaaan, düşündüğün şeye bak! Alt tarafı senden dört sınıf büyüğüz.
-Şey Merve abla, dört değil üç sınıf büyüksünüz benden.
-Bak Volkan, küçük olduğun için yanlış hesaplıyorsun işte. Parmaklarımla sayıyorum, iyi bak şimdi. Birinci parmak ikinci sınıf, ikinci parmak üçüncü sınıf, üçüncü parmak dördüncü sınıf, dördüncü parmak da beşinci sınıf oluyor. Kaç parmak saydım? Dört parmak saydım. Demek ki senden dört sınıf öndeymişiz. Anladın mı?
-Anlamadım Merve abla!
-Neyi anlamadım Volkan? Bak bir daha gösteriyorum.
-Parmaklara gerek yok Merve abla. Beşten iki çıkınca kaç kalır?
-Kaç mı kalır? Tabi ki de 3 kalır?
-İşte senin gittiğin sınıftan, benim gittiğim sınıfı çıkardığımızda, yani beşten ikiyi çıkardığımızda üç kalır.
-Ha, evet evet doğru diyorsun. Aferin sana.
   (6) Kendisinden yaşça büyük olan Merve ablası, kendisine “Aferin.” deyince Volkan, bir anda kendini kanat takıp uçmuş gibi hissetti, gururlandı. Ama aklına bir şey takılmıştı. O kadar basit bir soruyu Merve ablası niye bilememişti? Yoksa Merve ablası, tembel bir öğrenci miydi? Bunu anlamak için ona, basit bir soru sormaya karar verdi. Neticede Volkan ikinci sınıfa gidiyordu. O yüzden soracağı soru da ikinci sınıf seviyesinde olacaktı.
-Şey Merve abla, sana bir problem sorabilir miyim?
   (7) Problem lafını duyan Merve'nin birden keyfi kaçtı. Matematik dersi onun kabusuydu. En zayıf dersiydi. Ama sonra “Amaaan ikinci sınıf çocuğunun soracağı problemden de ne olacak ki?  On tane elmam vardı, dördünü yedim. Geriye kaç elmam kalır? Türünden basit bir şey soracaktır.” diye düşündü. Efe de merakla onları izliyordu.
-Sor bakalım Volkan!
-Babam yirmi elma aldı. On tanesini yedik. Sonra annem pazardan yedi elma daha aldı. Şu an kaç elmamız vardır?
-Dur biraz düşüneyim Volkan. Hımmmm…
   (8) Merve, zihninden çıkardı, ekledi sonra tekrar çıkardı, ekledi ama işin içinden bir türlü çıkamadı. Arkasına sakladığı parmaklarını sayarak devamlı hesaplar yaptı ve problemi çözmeye çalıştı. Efe, Merve’nin yapamayacağını anlamıştı. O, Volkan’ın yanında küçük düşmesin diye bir kurnazlık düşündü. Gökyüzünde uçan bir uçağı göstererek “Aaaa bakın uçak.” diye bağırdı. “Herkes uçağa bakarken ve Volkan'ın da dikkati dağılmışken, Merve’nin kulağına eğilerek sessizce “On yedi elma kalır.” dedi.
   (9) Efe’nin problemin cevabını kulağına fısıldanmasıyla beraber Merve, rahat bir nefes aldı ve Volkan’a seslendi.
-Volkan, cevabı söylüyorum. On yedi elmamız var.
   (10) Volkan, doğru cevap veren Merve ablasına hayran hayran baktı.
-Vay be Merve abla, doğru cevap! Efe abi biliyor musun? Ben kendime Merve ablayı örnek aldım.
-Neyini örnek aldın Volkan?
-Maşallah, Merve abla çok çalışkan. Baksana az önceki problemi nasıl da bildi!
-Volkan, sen yine de Merve ablanı örnek almak için acele etme!
   (11) Efe’nin “Merve ablanı örnek almak için acele etme!” lafı üzerine Merve, hemen araya girerek Efe’ye çattı.
-Niye kıskanıyorsun Efe? Beni değil de seni mi örnek alsın yani?
-Ben öyle bir şey dedim mi Merve?
    (12) Araya giren Volkan, küçük olmanın getirdiği saflıkla ve biraz da utana sıkıla Efe abisiyle konuşmasına devam etti.
-Şey Efe abi, seni de örnek alırdım ama Merve abla şey, dedi.
-Ne dedi Volkan?
-Sen biraz şeymişsin.
-Neymişim?
-Tembelmişsin. Derslerin pek iyi değilmiş.
-Merve, ne diyor bu çocuk? İşi gücü bırakıp benim dedikodumu mu yapıyorsun?
-Yalan mı Efe? Geçen yaz tatilinde, baban tembelliğin yüzünden, seni cezalandırmadı mı? Ceza olarak da seni köye göndermedi mi?
-Sana ne bundan Merve? Sen kendi tembelliğine baksana!
   (13) Merve'ye kızan Efe, Volkan'a dönerek “Volkan, her söylenene inanma. Ama illa birini örnek almak istiyorsan, Yeliz ablanı örnek al. Tamam mı?” dedi.
Volkan saf saf konuşmasına devam etti.
-Fakat Merve abla, Yeliz ablanın da tembel olduğunu söylemişti. O yüzden onu da örnek alamam.
-Neee, Merve ne diyor bu çocuk?
   (14) Efe, daha fazla dayanamayıp bisikletini Merve'nin üzerine sürdü. Efe’nin çok kızdığını gören Merve, bisikletine binerek hızla evine doğru kaçmaya başladı. Onların oyun oynadıklarını sanan Çomar da onların peşlerine takıldı. Efe, Merve’yi evine kadar kovaladıktan sonra sinirli sinirli evine gitti. Ne olduğunu anlamayan Çomar, kovalamaca oyununun niye bu kadar kısa sürdüğüne bir anlam veremedi. Sonra da kulübesine gidip yattı.
   (15) Ertesi gün cumartesiydi. Mervelerin kapısının önünde bir taksi durdu. Biraz sonra Merve’nin babası Zeki bey ile yaşlı bir adam taksiden indiler. Bu yaşlı adam, Zeki beyin babası Cemal amcaydı. Çomar, arkası dönük olduğu için onun yüzünü göremedi. Zeki bey, babasının valizini aldıktan sonra taksi şoförüne parasını verdi. Bu sırada arabanın yanında bir süre yalnız kalan Cemal amca, birden farklı bir tarafa doğru yürümeye başladı. Onun yanlış bir yöne doğru gittiğini gören Zeki bey, babasının koluna girerek onu kendi evlerine götürdü. “Acaba, bu yaşlı adam kim?  Mervelerin akrabası mı oluyor? Sanki hasta gibi. Yüzünü de bir türlü göremedim ki!” diye düşünen Çomar’ın yanına az sonra Dobiş geldi. Dobiş de taksiden inen yaşlı adamı görmüş ve kim olduğunu öğrenmek için Çomar’ın yanına gelmişti.
   (16) Biraz sonra dışarı çıkan Merve, bakkala bir şeyler almak için gidiyordu. Annesi pencereden Merve'ye “Merve, deden için de iki kutu da süt al.” diye seslendi. “Tamam anne.” diyen Merve yoluna devam etti. Konuşulanları işiten Dobiş ve Çomar, kendi aralarında konuşmaya devam ettiler.
-Duydun mu Çomar?  Yaşlı adam, Merve'nin dedesiymiş.
-Duydum Dobiş, duydum ama dedenin yüzünü bir türlü göremedim.
-Bugün, yarın dışarıya çıkar. O zaman görürüsün yüzünü.
-Neyse ben buraya karnım aç olduğu için gelmiştim Çomar. Var mı yiyecek bir şeyin?
-Senin tabağındaki mamalara ne oldu?
-Hepsini yedim.
-Nasıl olur? Sabahleyin Kaya, senin tabağına bir sürü mama koymuştu ama.
-Ne bileyim? İştahım mı açıldı nedir, bilmiyorum. Verdikleri mamalar yetmiyor artık.
-Az ye Dobiş, az ye! Yoksa duba gibi olacaksın valla.
-Vermeyeceksen açıkça söyle Çomar. Duba muba ayıp oluyor ama.
-Tamam tamam hemen kızma! Benim mamamı henüz vermediler. İstersen Paşa’ya gidelim.
-Hadi öyleyse, hemen gidelim! Karnım guruldamaya başladı çünkü.
   (17) Merve'nin dedesinde unutkanlık hastalığı vardı. Tıp dilinde buna “Alzaymır” deniliyordu. Eşi yani Merve'nin ninesi de yakın zamanda vefat etmişti. Bakıma ihtiyacı olduğu için oğlu Zeki bey, onu kendi evine getirmişti. Dede artık hep Mervelerde kalacaktı. Bu hastalığa yakalananlar eşlerinin, çocuklarının ve hatta kendi adlarının bile ne olduğunu unutabiliyorlardı. En yakın arkadaşlarını tanımayabiliyorlardı. Çok iyi bildikleri mahallelerde ya da sokaklarda kaybolabiliyorlardı. Bu yüzden böyle insanların, kesinlikle tek başlarına dışarıya çıkmamaları gerekiyordu.
   (18) Akşamleyin Efeler, Mervelere oturmaya gittiler. Dedeye “Hoş geldiniz” deyip, onunla tanıştılar. Efe'nin babası Ömer Bey, Cemal amcaya kendini tanıttıktan sonra ona adını sordu.
-Dedeciğim hoş geldiniz. Adınız neydi?
-Hoş bulduk evladım. Adım Cemal.
-Cemal amca, başınız sağ olsun! Eşiniz Nermin hanım, vefat etmiş. Allah rahmet eylesin.
-Sağ olun evladım.
-Cemal dede, ameliyat olmuştunuz. Şimdi nasılsınız? İyileştiniz mi bari?
-Kim ameliyat olmuş?
-Cemal dede, ameliyatı siz oldunuz ya!
-Cemal mi? Cemal de kim?
-Cemal sizsiniz.
-Benim adım Cemal mi?
   (19) Zeki bey, hemen araya girerek babasının durumu hakkında Ömer beyi bilgilendirmeye çalıştı.
-Ömer bey, babamda unutkanlık hastalığı var. Sizinle sohbet ederken, bir anda hastalığı başlayabiliyor. Ne sizi, ne beni, ne bulunduğu yeri, ne de kendini, anlayacağınız hiç bir şeyi, hiç kimseyi hatırlayamıyor. Bir anda her şey kendisine yabancılaşıyor.
-Hay Allah ya, bilmiyordum! Geçmişler olsun.
-Sağ olun Ömer bey.
-Çocukları tembihleyelim de Cemal dedenin unutkanlık hastalığından haberleri olsunlar. Evden tek başına uzaklaşmaya kalkarsa, hemen haber versinler size.
-Çok iyi düşündünüz. Yarın söyleyelim.
   (20) Kendisi hakkında değil de çocuklar hakkında konuşulduğunu sanan Cemal dede, konuşmaya dahil oldu.
-Evet  evet çocuklar tek başlarına dışarıya çıkmasınlar! Kaybolabilirler.
Babasının durumuna üzülen Zeki bey “Ah baba ah!” diyebildi sadece.
   (21) Ertesi gün Cemal dedenin hastalığı hakkında Yeliz'e, Efe'ye, Kaya'ya ve diğer çocuklara bilgi verildi. Zeki bey  “Cemal dedeyi evin dışında görürseniz, hemen bize haber verin ya da elinden tutup bize getirin. Tamam mı çocuklar? diye onlara ricada bulundu.
 Çomar ve Dobiş de Zeki beyin söylediklerini bulundukları kulübelerden dinlemişlerdi. Dobiş  hemen Çomar’a seslendi.
-Duydun mu Çomar? Dede almazmış olmuş. Kaybolabilirmiş.
-Almazmış değil Dobiş, Alzaymır. Yani unutkanlık hastalığı varmış.
-Dedenin de yüzünü hiç görmedik ki! Şuradan yanımızdan geçip gitse, tanımadığımız için hiçbir faydamız olmayacak.
-Dedeyi bugün dışarıya çıkarırlar herhalde! O zaman yüzünü görürüz belki.
   (22) Bu sırada biraz ilerde yaşlı bir adam gören Dobiş, heyecanlandı. Onu unutkanlık hastalığı olan kaybolmuş bir hasta sandı.
-Aaaa, Çomar bak bir dede! Kaybolmuşa benziyor! Hemen yardım edelim.
-Cemal dede mi ki o?
-Bilmiyorum belki de odur. Yardım edelim de kaybolmasın.Yazık!
   (23) Yoldan geçen ihtiyar adam, bir köpeğin üzerine doğru geldiğini görünce, ne yapacağını şaşırdı ve çok korktu. ”Bu köpek sebepsiz yere niçin üzerime gelsin ki? Yoksa bu köpek kuduz mu?” diye düşünüp iyice paniklerdi. Bastonunu Dobiş’e doğru sallayarak birkaç kere “Hoşşt” diye bağırdı. Ama yaşlı adama yardım etmeyi kafasına koyan Dobiş, onun baston sallamasına fazla aldırmadı. Adamın dibine kadar gitti. Bir taraftan da “Adam yaşlı zaten. Onun vurmasından da ne olur ki? Kafama ancak yumuşakça birkaç kez vurur o kadar. O da canımı yakmaz zaten.” diye düşündü.
   (24) Köpeğin dibine kadar geldiğini ve ısırılacağını sanan adam, korkusundan elindeki bastonunu var gücüyle Dobiş’in kafasına vurdu. Neye uğradığını şaşıran Dobiş, biraz sendeledi. Düşer gibi oldu. “Iyyyk ıyyyk.” diye acı acı inledi. Yaşlı adamın bastonunu tekrar havaya kaldırdığını görünce de kaçmaya başladı. Yaşlı adamdan yumuşak bir baston darbesi beklerken, sert bir darbeyle neye uğradığını şaşıran ve canı çok yanan Dobiş, nereye doğru koştuğunu da tam olarak bilemeden koştu, koştu, koştu. Dobiş’in başına gelenleri başından sonuna kadar izleyen Çomar, arkasından ona seslendi.
-Dobiş, nereye gidiyorsun? Yanıma gelsene!
-Iyk ıyk ıyk.
   (25) Canı çok yanan Dobiş’in “ıyk” sesiyle kendisine karşılık vermesi, Çomar’ı çok üzmüştü. “Zavallı Dobiş’im demek ki canı çok yanmış. Normal bir cümle bile kuramıyor.” diye üzgün üzgün düşündü. Sonra da yaşlı adama dönerek ona biraz söylendi.
-Ne yaptın dede ya! O nasıl bir vurmaydı öyle? Madem vuracaksın, neden kafasına vuruyorsun köpeğin?
   (26) Çomar’ın söylenmesini havlama olarak duyan yaşlı adam, daha da korktu. Bu sefer de bastonunu Çomar’a vurmak için kaldırdı. Bunu fark eden Çomar, hızla oradan uzaklaştı. Canı çok yanan ve ıyklayarak oradan kaçan Dobiş’in peşinden koştu. Ona yetişince de durmasını söyledi.
-Dobiş, zavallı arkadaşım benim! Nereye kadar koşacaksın? Dur artık!
   (27) Çomar’ın dediğini yapan Dobiş, koşmayı bırakarak birden durdu. Boş gözlerle Dobiş’in kendisine baktığını gören Çomar, onun durumundan endişe etti. Hemen ona iyi olup olmadığını sordu.
-Dobiş, nasılsın iyi misin? Kendini nasıl hissediyorsun?
-Dobiş mi? O da kim?
-Bırak şakayı şimdi Dobiş!
-Ah başım, başım çok ağrıyor! Ne oldu bana?
-Hatırlamıyor musun?
-Hayır, hiçbir şey hatırlamıyorum.
-Haydaaaaa! Bir baston darbesiyle hafızanı mı kaybettin yoksa?
-Baston mu? O da ne?
   (28) Çomar, Dobiş’i kulübesine götürdü. Ona biraz uyumasını söyledi. Dobiş “Uyku nedir?” diye sorunca da, Çomar “Gözlerini kapat ve açma. O zaman uyku gelir ve seni bulur.”
dedi. Dobiş söylenenleri anlamayınca da Çomar, gözlerini nasıl kapatacağını, nasıl uyuyacağını ona gösterdi. Dobiş kulübesine girdi ve Çomar’ın söylediklerini aynen yaptı.
Biraz sonra da uyumaya başladı. Dobiş uyurken Çomar da ara sıra onu kontrol etti.
   (29) Çomar kulübesindeyken oradan geçmekte olan arkadaşı Paşa yanına geldi.
-Çomar, hayırdır! Sen bu saatlerde pek kulübende olmazdın.
-Sorma Paşa’m sorma! Dobiş, başına ciddi bir darbe aldı. Şimdi de uyuyor. Bu yüzden onun başında bekliyorum. Sanki hafızasını da kaybetmiş gibi. Bir yere kalkıp giderse, kaybolur diye korkuyorum.
-Hay Allah ya! İnşallah çabucak iyileşir.
   Bu sırada Dobiş uyanmıştı ve kulübesinden dışarıya çıkmıştı. Onu gören Paşa, “Aaaa bak, Dobiş uyanmış! Etrafına bakınıyor.” diyerek onu Çomar’a gösterdi. Çomar ve Paşa hemen Dobiş’in yanına gittiler. Dobiş, eliyle başını tutuyordu. Belli ki baş ağrısı hala geçmemişti. Çomar, hemen ona nasıl olduğunu sordu.
-Nasılsın Dobiş? Kendini nasıl hissediyorsun?
-Ne Dobiş’i? Benim adım Dobişenko.
   (30) Dobişenko adını duyan Paşa, “Dobişenko da nereden çıktı? Sen Dobiş’sin, Dobiş. Bırak şakayı şimdi. Keh keh keh.” diye güldü. Kafasına aldığı darbeyle hafızasını kaybeden ve kendisini başka biri sanan Dobiş, saçmalamaya devam etti.
-Ben Sibirya kurt köpeği Dobişenko’yum. Rus’um.
   (31) Çomar’ın anlattıklarından sonra, Dobiş’i bu şekilde saçmalarken gören Paşa, iyice şaşırmıştı.
-Çomar ne diyor bu? Rus’um diyor, kurt köpeğiyim falan diyor.
-Dur Paşa, şimdi anlarız ne olduğunu! Dobiş’im, iyi misin sen?
-Köpeğe bak, hala Dobiş diyor bana ya! Ben Sibirya kurdu Dobişenko’yum. Rus’um, Rus.
-Haydaaa, Dobişçiğim sen kurt bile değilsin! Benim gibi, Paşa gibi bir köpeksin sadece.
-Haddinizi bilin köpekler! Karşınızda asil bir Rus Sibirya kurdu var.
   (32) Çomar, Dobiş’in suyuna giderek “Tamam Rus’sun, Sibiryalısın, asil bir kurtsun.” dedi ve onu sakinleştirdi. Dobiş’in baş ağrısının hala geçmemesi üzerine de onu tekrar kulübesine götürdü ve biraz daha uyumasını söyledi.
   (33) Dobiş uyurken, Çomar ve Paşa onun durumu hakkında konuştular. Başına darbe alan bir köpeğin, nasıl olup da kendisini başka bir köpek sanabileceğini tartıştılar. Ama işin içinden bir türlü çıkamadılar. İlk defa böyle bir şeyle karşılaşıyorlardı. Paşa nedense Dobiş’in numara yaptığına inanıyordu. Çomar ve Paşa, yaklaşık yarım saat kadar sohbet ettikten sonra Dobiş’i kontrol etmek için kulübesine gittiler. Onu çoktan uyanmış ve etrafına boş gözlerle bakınırken gördüler. Çomar, merakla ona nasıl olduğunu sordu.
-Nasılsın Dobiş? Nasıl hissediyorsun kendini?
-Ne Dobiş’i? Dobiş de kim?
-Yoksa hala Dobişenko musun?
-O da kim?
-Yapma Dobiş ya! Yine mi kendine gelemedin?
-Dobiş’i de Dobişenko’yu da tanımam. Ben Alman kurt köpeği Dobiştayn’ım.
   (34) Dobiş’in, Alman kurt köpeği Dobiştayn olduğunu söylemesi üzerine Çomar, hayal kırıklığına uğradı ve onun düzelmeyeceği endişesiyle biraz morali bozuldu.
-Haydaaaa! Şimdi de Alman kurt köpeği mi oldun?
-Biz sizinle daha önce tanışıyor muyuz? Neydi adınız, Çomaher miydi?
-Çomar Çomar, ne Çomaher’i!
-Nasıl yani sen Alman kurt köpeği değil misin?
-Tabi ki hayır! Ben Türk köpeği Çomar’ım.
-Yaaaa, demek sadece köpeksin! Kurt bile değilsin öyle mi? Vah vah vah…!
-Dobiş’im sen de benim gibi sadece köpeksin. Alman falan da değilsin.
-Bak hala Dobiş diyor ya! Adımı zorla Dobiş yapacaklar. Ben Dobiştayn’ım, Dobiştayn.
Alman kurt köpeğiyim. Soyluyum, zekiyim, hızlıyım, çeviğim...
-Ah Dobiş ah! Rus oldun, Alman oldun, artık Türk köpeği Dobiş ol lütfen!
   (35) Paşa, Dobiş’in durumuna çok üzülen Çomar’ı sakinleştirmeye çalıştı.
-Zorlama Çomar, olmuyor işte. Demek ki aradığımız Dobiş’e bir süre daha ulaşamayacağız.
Dobiştayn kardeş, not bıraksak Dobiş’e ulaştırır mısın? Yormasın bizi artık eve dönsün. Keh keh keh ...
-Dediğin gibi Paşa, Dobiş’e bir süre daha ulaşamayacağız galiba.
   (36) Bu sırada Dobiş başını tutarak “Ah başım, çok ağrıyor.” dedi. Bunun üzerine Çomar ve Paşa, onu kulübesine götürerek tekrar uyumasını sağladılar. Bir süre daha uyuyan Dobiş, uyandığını fark etmeyen ve kendisi hakkında sohbet eden arkadaşlarının yanına geldi. Onu gören Çomar, nasılsa şimdi de başka birisi olmuştur diye düşündü ve ona kendi ismiyle hitap etmedi. Ona bir yabancı gibi davrandı.
-Buyrun köpek kardeş, birisine mi bakmıştınız?
-Boncurno köpekler, Roma’ya gidecek olan gemi nereden kalkacak acaba?
   (37) Dobiş’in hala iyileşmediğini gören Paşa, saçmalamaya devam eden Dobiş’le biraz dalga geçmek istedi.
-Ne yapacaksın Roma’da Dobiş? Keh keh keh …
-Dobiş mi? Biriyle karıştırdınız herhalde!
-Dobişenko?
-Tanımam. Arkadaşınız mı oluyor kendisi?
-Dobiştayn mısın yoksa?
-Saçmalama.
-Kardeş o değilsin, bu değilsin! Korkuyorum sormaya ama kim oldun şimdi?
-Ben soylu İtalyan köpeği Dobişella’yım.
-Keh keh keh… Soylu derken?
-Soyluyum, zenginim, güçlüyüm sersem köpek! Kiminle konuştuğuna dikkat et!
   (38) Dobiş’in Paşa’dan fazla hoşlanmadığını gören Çomar, araya girerek Dobiş’i sakinleştirmeye çalıştı. Bir yandan da kaş, göz işaretleriyle Paşa’yı daha fazla konuşmaması için uyardı.
-Tamam Dobişella, sakin ol! Roma’ya gidecek olan geminin kalkmasına daha çok var. Sen git biraz yat istersen. Zamanı gelince ben seni kaldırırım.
-Sağ ol Çomarella! Sen iyi bir köpeğe benziyorsun. Ama yanındakini hiç gözüm tutmadı.
-Hırrrrrr..
   (39) Paşa’nın hırlaması üzerine Dobiş, “Ne yapıyorsun Paşa? Hastaya hırlanır mı
hiç?” diye onu tekrar uyardı. Uyardı ama Dobiş, kendisi için hasta kelimesini kullanan Çomar’a hem kızdı, hem de biraz alındı.
-Ne hastası Çomarella? Ayıp oluyor ama!
-Size demedim sayın Dobişella, yanlış anladınız. Siz gidin uyuyun. Rahatınıza bakın lütfen.
-Ha şöyle ya, haddinizi bilin köpekler! Bir soyluyla nasıl konuşulacağını öğrenin.
   (40) Sabrı iyice taşmak üzere olan Paşa “Ya sabır.” dedi. Ama Dobiş “sabır” lafını yanlış anladı.
-Sabun mu? Bizim İtalya’nın sabunları meşhurdur. Güzel kokulu, değişik renkte sabunlar. İtalya’dan dönerken getireyim mi, ister misin?
-Hey Allahım ya! Ben “Ya sabır” diyorum Dobiş “sabun” anlıyor. Bunun kafası iyice gitmiş Çomar.
-Aman Paşa’m sus! Gidip yatsın, belki bu sefer düzelir.
-Pek sanmıyorum Çomar. Biraz sonra yamyam olarak uyanmaz İnşallah! yoksa ikimizi de çiğ çiğ yer valla.
-Olur mu olur! Keh keh keh...
-Benim de etim pek serttir be Çomar! Çiğ yerken zorlanır biraz. Bizim soylu köpeğin dişleri dökülmesin sonra. Keh keh keh….
    (41) Dobiş’i tekrar kulübesine götürüp yerine yatıran Çomar, içinden sürekli “İnşallah bu sefer bir başkası olarak değil de Dobiş olarak uyanır.” diye dua etti.  Bu sırada Paşa, Çomar’a bir fikri olduğunu söyledi. Çomar, fikrinin ne olduğunu sorunca Paşa da hemen anlattı. Ama Çomar, bu fikri çok saçma sapan buldu. Paşa’nın fikri şöyleydi. Eğer Dobiş uyandığında yine başkası olarak kendini tanıtacak olursa, Paşa hemen onun kafasında bir sopayla sertçe vuracaktı. Bir baston darbesiyle hafızasını kaybeden Dobiş, belki bir sopa darbesiyle tekrar hafızasına kavuşabilirdi. Ama belki de bu yüzden Dobiş daha fazla zarar görebilirdi. Tabi ki Çomar, saçma sapan bulduğu bu fikri kesinlikle kabul etmedi.
   (42) Çomar’ın fikrini kabul etmemesi üzerine, “Neyse sadece bir fikirdi.” diyen Paşa “Bu kadar yeter, artık eve gideyim! Sahiplerim merak etmesinler.” diyerek oradan ayrıldı. Kulübesine giden Çomar, Dobiş’le uğraşmaktan çok yorulmuştu. Aslında uyumaya niyeti yoktu ama yorgunluktan bir anda gözleri kapandı. Yarım saat kadar deliksiz uyudu. Uyandığında Efe'nin oyun için kendisini çağırdığını duydu. Efe'nin yanına giderken yan gözle Dobiş’in kulübesine baktı. Ama Dobiş kulübesinde yoktu. Çomar, birden yolunu değiştirip Dobiş’in kulübesine doğru koştu. Onun bu ani hareketine Efe çok şaşırdı. Çomar’ın aceleyle sağa sola bakınmasına bir anlam veremedi. Dobiş’i bulamayan Çomar, bir süre sonra da Dobiş’i aramak için oradan uzaklaştı. Kısa bir aramadan sonra Dobiş’i yolda yürürken gördü ve hemen yanına gitti. Ama yanına vardığında ona nasıl hitap edeceğini bilemedi.
-Dobişella iyi misin? Nereye gidiyorsun?
-Dobişella mı? O da kim oluyor Çomar?
-Dobişenko?
-Ne Dobişenkosu?
-Dobiştayn?
-Dalga mı geçiyorsun Çomar? Yok Dobiştayn, yok, Dobişenko, yok Dobişella! Ne yapmaya çalışıyorsun?
-Hayda şimdi de başka biri mi oldun yoksa? İnşallah bu sefer de yamyam olmamışsındır!
Bak baştan söyleyeyim, etim serttir benim, ayrıca lezzetli de değildir.
-Söylediklerinden hiçbir şey anlamıyorum Çomar. Ben Dobiş’im Dobiş.
-Ha şöyle ya! Çok şükür kavuştuk sonunda.
-Neredeydim ki?
-Rusya, Almanya, İtalya derken dünyayı turlayacaksın sandım.
-Hey Allah’ım ya, sen de bugün bir garipsin Çomar ha!
-Valla sen mi garipsin yoksa ben mi bir garibim, artık Allah bilir! Nereye gidiyorsun böyle?
-Paşa’ya gidiyordum. Karnım çok aç. Onda yiyecek bir şeyler vardır diye düşündüm.
-Bana niye gelmedin?
-Efe, bahçedeydi. Sen de uyuyordun. Uyandırmak istemedim.
-Hadi o zaman, Paşa'ya beraber gidelim. Ben de bir şeyler yerim belki.
   (43) Aradan günler geçti. Bir hafta sonu çocuklar, bahçede oyun oynuyorlardı. Çomar da kulübesinden onları izliyordu. Bu sırada Cemal dede bahçeye çıktı. Ne evdekiler, ne de bahçede oynayan çocuklar, Cemal dedeyi fark etmediler.  Aslında onu tek gören Çomar’dı. Ama daha önce Cemal dedeyi görmediği için onu, Dobiş’in başına bastonuyla vuran yaşlı adam sandı. “Durduk yere şimdi Dobiş gibi kafama bastonu yemeyeyim.” diye düşündü ve o yüzden yaşlı adamın peşinden gitmedi. Gözden kayboluncaya kadar yaşlı adamı takip eden Çomar, daha sonra oynayan çocukları izlemeye devam etti.
   (44) On dakika kadar sonra, Merve’nin annesi, “Baba, baba neredesin? diye bağırarak evden dışarıya çıktı. Bahçede de bağırmaya devam etti.
-Cemal babaaaa, neredesin?
-Anne ne oldu?
-Kızım deden evde değil! Dışarıya çıkmış olmalı.
-Ama anne, biz hep buradaydık ve dedemi hiç görmedik.
-Kızım oyuna dalmışsınızdır. O yüzden görememişsinizdir.
   (45) Yeliz, Cemal dedenin kaybolmasına çok üzülmüştü. Onun bulunmasına yardım etmek istedi.
-Aslı teyze, dedeyi arayalım mı? Belki fazla uzaklaşmamıştır.
-Aman Yelizciğim, fazla uzaklaşmadan şu yakınlara bir bakıverin.
-Tamam Aslı teyze, sen merak etme! Buralardaysa hemen bulup getiririz. Efe, sen Kaya’yla şu alttaki sokağa bak. Ben de Merve’yle şu karşı sokağa bakarız. Tamam mı?
-Tamam abla.
   (46) Çocuklar hemen bisikletlerine binerek dedeyi aramaya başladılar. Böylece onu daha hızlı arayabileceklerdi. Aslı hanım arkalarından seslenerek onları uyardı.
-Çocuklar dedeyi bulursanız, sizi tanımayabilir. Eve getirmek için ısrarcı olmayın sakın. Biriniz gelip bana hemen haber versin.
   (47) Aslı hanım daha sonra da vakit kaybetmeden kocasını arayarak, durumdan haberdar etti. Bu sırada bahçedeki hareketliliği gören Dobiş, Çomar’ın yanına geldi.
-Çomar duydun mu? Dede kaybolmuş.
-Duydum duydum, çok üzüldüm.
-Sen bir şey görmedin mi Çomar?
-Bir yaşlıyı giderken gördüm ama yüzünü seçemedim. Arkası dönüktü.
-Eeee?
-Dedeyi tanımadığım için, arkasından gitmedim tabi ki.
-Niye gitmedin Çomar? Belki o yaşlı adam Merve’nin dedesiydi.
-Olabilir ama daha önce dedenin yüzünü hiç görmedim ki!
-Olsun, keşke onun peşinden gitseydin Çomar!
-Sen tanımadığın bir dedenin peşinden gittin de ne oldu? Kafana bastonu yedin. Aslında ben de yaşlı adamın peşine gidecektim ama sonra senin başına gelenler aklıma geldi. Kafama bir baston da ben yemeyeyim diye düşündüm ve vazgeçtim.
-Çok yanlış düşünmüşsün Çomar. Keşke dedenin peşinden gitseydin. İnşallah çocuklar bulurlar dedeyi!
   (48) Çocuklar, yaklaşık on beş dakika sonra elleri boş olarak geri geldiler. Aslı hanım, vakit kaybetmeden hemen polisi aradı. Bir süre sonra gelen polis ekibine, dedenin fotoğrafını, yaşını, boyunu, kilosunu, adını soyadını, yani kişisel bilgilerini verdi. Unutkanlık hastalığı olduğunu, arkadaşlarını ve çok iyi bildiği yerleri bile tanımakta zorluk çekebileceğini söyledi.
   (49) O gün akşama kadar herkes Cemal dedeyi aradı. Oğlu Zeki Bey, babası kaybolduğu için çok üzgündü ama elinden de hiçbir şey gelmiyordu. İşten dönünce Efe’nin babası Ömer bey ve Kaya'nın babası Ali Bey de aramaya katıldılar. Zeki bey, hava kararmadan babasını bulmak istiyordu. “Hava kararınca babam tek başına ne yapar? Ne yer? Ne içer? Nerede yatar?” diye düşünüp durdu sürekli. Herkes çok üzgündü. Cemal dede, ihtiyardı ve aynı zamanda unutkanlık hastalığı vardı. Tek başına kendini kesinlikle idare edemezdi. Bir otele gidip yatmayı, acıktığında bir lokantaya gidip yemek yemeyi, polise gidip kaybolduğunu söylemeyi hastalığından dolayı akıl edemezdi.
   (50) Sabah olmuştu ama dede hala bulunamamıştı. Polisten de bir haber yoktu. Kayalar, Merveleri kahvaltıya çağırdılar. Kimsenin iştahı yoktu. Ama dedeyi arayıp bulmak için güçlü olmalıydılar. O yüzden zorla da olsa bir şeyler yediler. Sonra da Cemal dedeyi tekrar aramaya çıktılar. Lokantalara, bakkallara, otellere, kahvehanelere, hatta yolda gördükleri simitçilere bile dedenin fotoğrafını gösterip, onu görüp görmediklerini sordular. Kimseden olumlu bir cevap alamadılar.
   (51) Daha sonra üzerinde dedenin fotoğrafının olduğu kayıp ilanları bastırdılar. Onları duvarlara astılar. Yapılabilecek her şeyi yaptılar. Artık gerisi zamana kalmıştı. Birisi tanıyıp mutlaka arayacaktı. Umutla gelecek müjdeli bir telefonu beklemeye başladılar.
   (52) Gün içinde Cemal dedeyi bulduklarını söyleyen çok sayıda telefon aldılar. Ama bakmaya gittiklerinde onların Cemal dede değil, başka dedeler olduklarını gördüler. Onlar da kaybolmuşlardı. Hemen polise haber verilerek ailelerine kavuşmaları sağlandı. Cemal dede değil ama kaybolmuş birkaç dede bu geceyi sıcak yuvalarına geçireceklerdi. Bu bile Zeki beyin üzüntünün az da olsa hafiflemesine neden olmuştu.
   (53) Akşama doğru bir polis ekibi, yaşlı bir dedeyi Mervelere getirdi. Onları seyreden Çomar da Dobiş’e polislerin getirdikleri dedeyi gösterdi.
-Hadi hayırlısı, Cemal dedeyi buldular galiba Dobiş.
-İnşallah Çomar İnşallah! Gidip bir yakından bakacağım dedeye. Yüzünü daha önce hiç görmemiştim.
-Bekle ben de geleyim. Dediğin gibi dedenin yüzünü bir görelim hele. Bir daha dışarıya çıkarsa en azından havlayarak insanları uyarırız.
   (54) Çomar ve Dobiş, polislerin yanlarına gittiklerinde Mervelerin kapısı henüz açılmamıştı. Dobiş, dedenin suratını görünce birdenbire havlamaya başladı. Köpeğin hırlamasından korkan dede, polislerin arasından hızla kaçmaya başladı. Dobiş de onun peşinden koştu. Çok şaşıran polisler, ne olduğunu anlamaya çalışırken Çomar da Dobiş’i sakinleştirmek için onun peşinden gitti. Polisler, hemen arabalarına bindiler ve onları takip etmeye başladılar. Kapıyı birkaç dakika önce açmış olan Merve, olanların sadece bir kısmına şahit olduğu için her şeyi yanlış anladı. Çomar’ın dedesini kovaladığını sandı. Hem şaşırmış, hem de çok sinirlenmişti. Yanına gelen annesine, olanları yalan yanlış anlattıktan sonra eline aldığı bir taşla onların peşinden koşmaya başladı.    
   (55) Ne Dobiş, dedeyi yakalayabildi. Ne de olan biten her şeyi baştan sona yanlış anlayan Merve, Çomar’ı yakalayabildi. Çomar, kulübesine gidip Dobiş’in gelmesini bekledi. Acaba Dobiş, neden dedeye saldırmıştı? Çomar, bunların sebeplerini düşünürken bir anda Merve'yi karşısında gördü. Görmesiyle birlikte de birdenbire taşları kafasına yemeye başladı. Çomar, bu sefer öncekiler gibi kaçmadı ve Merve'ye saldırdı. Merve, Çomar’la baş edemeyeceğini anlayınca evine doğru kaçmaya başladı.  Olanları gören annesi, hemen kapıyı açtı ve Merve'nin hızla içeriye girmesini sağladı. Çomar’ın Merve'yi kovalamasına şaşıran annesi, kızına bunun sebebini sordu.
-Ne oluyor kızım? Nedir bu halin?
-Çomar dedemi kovaladı. Bende dedemin öcünü almak için onu taşladım.
-Ne öç alması kızım?  Ne diyorsun?
-Dedem, onun yüzünden yine kayboldu. Ne güzel polisler dedemi bulup getirmişlerdi halbuki.
-Kızım, polisler, deden sandığın kişiyi bir süre sonra eve tekrar getirdiler. Ama o amca maalesef ki deden değildi.
-Kimdi peki?
-Mehmet adında başka bir dedeymiş. Sonra ailesini bulmak için geri götürdüler.
-Olsun, dede dededir. Çomar, ihtiyar bir adamı niye kovalıyor?
-Kızım dedeyi kovalayan da Çomar değil, Dobiş’miş zaten.
   (56) Merve, boş gözlerle annesine baktı. Diyecek hiçbir şey bulamadı. Pencereden dışarıya bakan annesi Çomar’ın kafasının kanadığını ve kapının önünde öfkeyle beklediğini gördü. Canı çok yanan Çomar, acıdan inliyordu. Sanki Merve'ye “Bu yaptığını senin yanına bırakmam Merve, hemen aç kapıyı” der gibi havlıyordu.
-Yaptığını beğendin mi Merve? Çomar’ın şeklini şemalini değiştirmişsin! Kaç taş attın kızım hayvana?
-Çok attım anne ya, bilmiyorum.
-Aferin sana kızım, aferin.
-Çomar’ın şekli mi değişmiş? Nasıl yani?
-Başı çok kanamış kızım. Sinirden de suratı bir acayip olmuş hayvanın. Gözlerinin içi de
kızarmış. Artık ne kadar çok kızdırdıysan hayvanı!
-Ne yapacağız şimdi anne? Çomar, bundan sonra rahat bırakmaz beni. Her gördüğünde saldırır artık bana.
-Yapacak bir şey yok kızım! Seni Çomar’a teslim etmek zorundayım. Yoksa bu hayvan bizi de rahat bırakmaz.
-Anne ya! Ühü ühü ühü……
-Ağla kızım ağla! Madem düşünmeden bir iş yaptın, o zaman sonuçlarına da katlanacaksın.
-Ühü ühü ühü….
   (57) Deminden beri şaka yapan Aslı hanım, Merve’nin bir daha böyle hatalar yapmaması ve hayvanlara bir daha kötü davranmaması için şakayı biraz daha devam ettirmek istedi. İçinden de “Öyle ya, köpeklerin canları yok muydu? Hayvan oldukları için, konuşup kendilerini ifade edemedikleri için onlara istediğimiz gibi davranmamız mı gerekiyordu? Hayvan olduğu için taş atıp canlarını yakmamız doğru bir şey miydi?” diye düşünerek Merve’ye iyi bir ders vermek istedi.
-Acaba Çomar ketçabı sever mi?
-Ne ketçabı anne ya?
-Kızım, bu hayvan çok sinirli. Seni kesinlikle yer. Eeee, madem yiyecek, tadını ala ala yesin bari.
-Anne ya! Ühü ühü ühü……
-Ha ha ha ….
-Ne gülüyorsun anne ya? Tabi nasıl olsa seni yemeyecek değil mi?
-Ne yemesi kızım ya?  Dalga geçiyorum seninle. Ben şimdi ona etli, yağlı bir kemik veririm, keyfi yerine gelir. O kemiği yerken, ben de onun başına pansuman yaparım.
   (58) Aslı hanım, kapıyı azıcık araladı. Kapının açıldığını gören Çomar’ın hırlaması daha da arttı. Kapıyı zorlayarak açmaya çalıştı.  Aslı hanım, kapı aralığından ona kemiği koklatınca, Çomar sakinleşti ve kuyruğunu sallamaya başladı. Çomar’ı içeriye aldılar. O kemiği yalarken, Aslı hanım da başına pansuman yaptı. Merve, korkudan odasına gitmişti. Olanları kapı aralığından izliyordu. Kendi kendine “Bu sefer de ucuz atlattım. Çomar, birkaç güne kadar olanları unutur ve benimle de artık uğraşmaz. Gerekirse bir kemik daha veririm, olur biter.” diye düşündü. Daha sonra Çomar, kemiğini alarak kulübesine gitti.
   (59) Birkaç saat sonra Dobiş, Çomar’ın yanına geldi. Çomar’ın başını o halde görünce biraz sırıttı.
-Hayrola Çomar, sana da mı dede saldırdı?
-Ne acayip hayvansın Dobiş, dedeye saldıran sensin ama dayağı yiyen yine ben oldum.
-Seni bu hale kim getirdi Çomar?
-Kim olacak? Tabi ki Merve!
-Merve mi? Ne yaptın kıza?
-Sen dedeye saldırıp kovalayınca, seni ben sanmış. Dedesini kovaladığımı sanıp beni taşladı.
-İyi de, o Merve'nin dedesi değildi ki!
-Kimdi peki?
-Geçenlerde kafama bastonla vuran dedeydi.
-Bu dede de amma çok dolaşıyor buralar daha. Madem kayboldun niye hep aynı yerlerde dolaşıyorsun? Git biraz da başka yerlerde dolaşsana. Töbe töbe, olan bana oldu! Şu halime baksana.
-Keh keh keh …
-Dobiş seninle arkadaşlığımı gözden geçirmem lazım. Tanıştığımızdan beri başıma çok işler açtın.
-Dur Çomar, sakin ol! Acele karar verme! Ben bu kadar kemiği ne yaparım? Kiminle yerim sonra?
-Akşamki kemiğini isterim ama!
-Önünde var ya Çomar!
-Olsun, onu da tatlı niyetine yerim artık.
   (60) Aradan üç gün geçmiş ve dede hala bulunamamıştı. Ara sıra dedenin bulunduğunu bildiren telefonlar gelse de hepsi boş çıkıyordu. Cemal dede üç gündür ne yapıyordu acaba?
Durumunu fark eden insanlar, neden polisi aramıyorlardı?  Yoksa dedenin başına bir şey mi gelmişti. Araba mı çarpmıştı yoksa bir çukura mı düşmüştü?  Gerçi öyle olsaydı, polis bir şekilde Zeki beye veya diğer çocuklarına mutlaka ulaşırdı. Demek ki hala yaşıyordu ama neredeydi acaba?
   (61) Hafta sonu, Cemal dedenin diğer oğlu Aydın beyle kızı Gülşah hanım da geldiler. Bahçede oturup yemek yediler, çay içtiler. Ne yapacaklarını oturup tartıştılar. Aslında yapabilecekleri fazla bir şey kalmamıştı. Polise, Cemal dedenin kayıp olduğu bildirilmişti. Hastanelere, otellere, terminale bakılmıştı. Cemal dedenin fotoğraflı kayıp ilanları, her yere asılmış, insanlar bilgilendirilmişti.
   (62) Sonunda Cemal dedeyi bulana, ödül vermeye karar verdiler. Yeniden fotoğraflı kayıp ilanları basıldı. Üzerlerinde “Cemal dedeyi bulana elli bin TL ödül.” diye yazmışlardı. Bu afişleri daha önceki afişlerin üzerlerine yapıştırdılar.
   (63) Ödül verileceğini gören bazı uyanık insanlar, yanlarındaki dedelerle Mervelere geliyorlardı. Zeki beyler, bu insanlardan bıkmışlardı. Çünkü getirilen dedeler, Cemal dedeye hiç benzemiyorlardı. Belli ki insanları kandırmaya çalışanlar, ödülü alabilmek için Cemal dede diye başkalarını getirerek insanları kandırmaya çalışıyorlardı. Aydın bey:
-Ne ahlaksız insanlar var ya! Biz, babamız kayboldu diye üzülüyoruz. Bazı sahtekarlar da bir çok yaşlıyı kapımıza getirip “Babanızı bulduk.” diye, bizi kandırmaya çalışıyorlar, diye konuştu. Zeki bey:
-Fark ettin mi Aydın? Bazıları aynı yaşlıları birçok kez getiriyorlar. Sırf ödül alabilmek için, insanların duygularıyla oynuyorlar, dedi. Aydın bey:
-Bu böyle olmayacak abi! Bu işte bir terslik var. Babam şimdiye kadar bin kere bulunmuş olmalıydı. Sakın bir tanıdığının yanına gitmiş olmasın, diye sordu. Zeki bey:
-Cep telefonu kullanmadığı için arayamıyoruz. “Ben anlamam, kullanamam.” deyip cep telefonu kullanmak istemedi, dedi. Aydın bey:
-Cep telefonu olsaydı, ne iyi olurdu! Kaybolduğunu anladığımızda hemen arardık. Yerini öğrenir ve hemen gidip babamı alırdık, dedi. Zeki bey:
-Babama sahip çıkamadık Aydın! Çocukluğumuzda “Aman kaybolurlar!” deyip bizi tek başımıza hiçbir yere salmazdı. Kaybolmayalım, başımıza bir şey gelmesin diye dışarıda oynarken ya annem ya da babam hep başımıza beklerdi, diye üzüntülü bir şekilde konuştu.
Aydın bey:
-Ah abi ah! Onlar bize sahip çıktılar ama biz kocaman adama, bu yaşlı haliyle bir sahip çıkamadık. Koca adam kayboldu gitti. Bu yüzden çok utanıyorum, dedi.
   (64) Onların konuşmalarını dinleyen Çomar, çok duygulandı ve çok üzüldü. Gözünden de birkaç damla yaş geldi. Sonra aklına bir fikir geldi. Dobiş’i de yanına alarak Paşa’nın yanına gitti. Onlara aklına gelen fikri söyledi:
-Şimdi beni iyi dinleyin. Üçüncü gün de bitiyor ama Cemal dede hala bulunamadı, dedi. Bunun üzerine Paşa:
-Gerçekten çok üzülüyoruz Çomar. Ama elimizden ne gelebilir ki, dedi. Çomar:
-Biz köpeğiz arkadaşlar. İyi koku alır, hızlı hareket ederiz. Sahipli, sahipsiz tüm köpekleri organize edeceğiz ve dedeyi mutlaka ama mutlaka bulacağız. İnsanların ağlamaları dursun, üzüntüleri bitsin artık, diye karşılık verdi. Paşa bunun üzerine:
-Tamam ben varım. Sahipli köpeklere ben haber veririm, diye ona destek verdi. Bunun üzerine Dobiş:
-Ben de sokak köpeklerini bilgilendiririm, dedi. Çomar:
-Ben de kedilere haber vereyim o zaman, dedi. Kedi lafını duyan Dobiş:
-Kediler ne yapabilir ki Çomar? Köpeklerin araması yeterli değil mi, diye itiraz etti. Bunun üzerine Çomar:
-Kediler bizden oldukça küçükler. Her yere girip çıkabilirler, diye karşılık verdi. Dobiş:
-Doğru söylüyorsun Çomar. Bak bunu hiç düşünmemiştim, dedi. Çomar:
-Hadi o zaman, hava kararmadan önce kedileri ve köpekleri dedeyi bulmaları için hemen  organize edelim!
   (65) Çomar kedileri, Dobiş sokak köpeklerini, Paşa da sahipli köpekleri toplayarak Cemal dede hakkında bilgi verdiler. İlk bilgilendirmeyi yapan Çomar’dı.
-Kedi kardeşler, bir süredir komşumuz olan Merve’nin dedesi kayboldu.
-Dede nedir Çomar?
-Yani Merve’nin babasının babası, dede oluyor. Kendisi yaşlıdır.
-Yaşlı nedir Çomar?
-Sen kaç yaşındasın kedi kardeş?
-Üç yaşındayım.
-On yaşından ya da daha büyük bir kedi var mı aranızda?
-Ben on iki yaşındayım Çomar.
-İşte sen üç, o da on iki yaşındaysa sen genç, o da yaşlı oluyor.
-Tamam Çomar, şimdi anladık.
-Bu dedenin sakalları var ve gözlüklüdür.
-Sakal nedir Çomar?
-Töbe töbe, dalga mı geçiyorsunuz arkadaşlar? Sakalın ne olduğu bilinmez mi hiç? Siz nerede yaşıyorsunuz?
-Biz senin gibi sahipli bir hayvan değiliz Çomar. İnsanlardan, köpeklerden, bazen de birbirimizden kaçmaktan ya da karnımızı doyurmak için sürekli çöpleri karıştırmaktan bir şeyler öğrenmeye fırsatımız olmuyor. O yüzden bize kızma lütfen!
-Tamam tamam, kusura bakmayın! Sizin suratınızda kıllar var mı?
-Var.
-Var.
-Var.
-Var
-Var.
-Aman kedi kardeşler, tek tek cevap vermeyin. İçinizden bir kedinin cevap vermesi yeterli.
-Tamam.
-Tamam.
-Tamam.
-Tamam.
-Tamam.
-Yeter ya, töbe töbe! Artık hiçbir soruma cevap vermeyin lütfen.
-Olur.
-Olur.
-Olur.
-Olur.
-Olur.
-Ay yeter yani! Gerçekten de yordunuz beni. Kısaca söylüyorum. Sizin suratınızdaki kıllar, insanların suratında olduğunda buna sakal deniliyor.
-Bizdeki gibi bıyıkları da oluyor mu?
-Arkadaşlar hiç mi insanların suratlarına bakmadınız? Bıyıklarını, sakallarını görmediniz?
-Biz sokak kedileriyiz Çomar. İnsanlardan kaçmaktan, suratlarına bakmaya ……
-Tamam tamam, yine aynı şeyi söyleyeceksiniz. Kaçmaktan suratlarına bakmaya fırsatımız olmadı, diyeceksiniz.
-Evet.
-Evet.
-Evet.
-Evet.
-Evet.
-Yeteeeer susun artık! Sokaklara dağılın hemen ve dedeyi aramaya başlayın artık. Bulduğunuzda da bana hemen haber verin.
-Anlaştık.
-Anlaştık.
-Anlaştık.
-Anlaştık.
-Anlaştık.
   (66) Sabrı iyice taşan Çomar, kendi kendine söylendi:
-Töbe töbe, nedir bu ya! Benim bunlardan çekeceğim var valla.
   (67) Bu sırada Dobiş de sokak köpeklerine konuşuyordu. Cemal dede hakkında verilmesi
gereken bilgileri o da vermeye çalışıyordu.
-Arkadaşlar, Merve’nin dedesi kaybolmuş. Onun acilen bulunması gerekiyor.
-Peki dedeyi bulursak, bir ödülümüz olacak mı Dobiş?
-Dedeyi bulana elli bin lira ödül verilecekmiş. Tam elli bin lira.
-Elli bin lira nedir Çomar?
-Paradır.
-Para mı? O da nedir? Tatlı mıdır, tuzlu mudur yoksa acı mıdır? Tadı güzel mi bari?
-Ne diyorsun kardeş ya? Para yenilir mi hiç? Onunla alışveriş yapıp istediğiniz yiyecekleri satın alırsınız.
-Biz köpeğiz Dobiş, insan değiliz! Yiyeceği nasıl satın alalım?
-O kadarını bilemem arkadaşlar. Paradan başka bir ödül yok.
-Olmaz Dobiş, biz paradan anlamayız ki! Ödül olarak yiyecek falan varsa, dedeyi ararız. Yoksa akşama kadar çöpleri karıştırıp ancak karnımızı doyuruyoruz zaten. Bir de dedeyi bulmak için uğraşamayız.
-O zaman dedeyi ilk bulana, on gün boyunca her gün kemik vereceğim. Oldu mu?
-Şimdi oldu Dobiş. Bu dede nasıl biri? Tarif etsene.
-Sakallı, yaşlı ve de erkek. Bir de gözlüğü var.
-Oooo, sokakta onlardan bir sürü var. Tamamdır, dedeyi şimdiden bulunmuş bil Dobiş.
-Aman köpek kardeşler, her dede aynı değildir. Her sakallı da dede değildir. Lütfen doğru dedeyi bulup getirin. Merve’nin dedesi olacak unutmayın!
-Tamam Dobiş tamam, sakin ol! O iş bizde. Hemen buluruz dedeyi.
   (68) Bu sırada Paşa da sahipli köpekleri toplamış konuşuyordu. Onun işi Dobiş ve Çomar’a göre daha zordu.
-Köpek kardeşlerim, Çomar’ın baş belası ve onu devamlı taşlayan bir kız vardı. Adı da Merve’ydi. İşte onun dedesi kaybolmuş. Onu bulmamız lazım.
-Ne diyorsun sen Paşa? Geçen gün Çomar’ı taşlayarak onun şeklini şemalini değiştiren kız değil mi o?
-Şeyyy, evet o?
-Eeee, o kötü kıza iyilik mi yapmamızı istiyorsun şimdi?
-Merve kötüyse, dedesi de kötü değil ya arkadaşlar! Dedenin ne suçu var bunda?
-Olmaz, bizim yeterince işimiz var Paşa. Korumakla görevli olduğumuz evlerimiz ve sahiplerimiz var.
-Yapmayın arkadaşlar! Bunu sizden Çomar istiyor. İnanın dedenin kaybolmasına çok üzülmüş.
-Tamam o zaman. Eğer Çomar onu affettiyse, biz de onu affederiz. Bu dede nasıl biriymiş? Tarif et bakalım.
-Yaşlının ne olduğunu biliyor musunuz?
-Evet.
-Ya gözlüğün ne olduğunu biliyor musunuz?
-O nu da biliyoruz.
-Peki, sakalın ne olduğunu biliyor musunuz?
-Evet, onu da biliyoruz.
-Hey maşallah sizin de bilmediğiniz yok yani!
-Biz sahipli ve kültürlü köpekleriz Paşa. Tabi ki bileceğiz.
-Tamam o zaman. Sakallı, gözlüklü ve yaşlı olacak. Bulan hemen bana haber versin.    
-Şeyyy Paşa, dede kadın mı yoksa erkek mi oluyordu?
-Çok şükür, bilmediğiniz bir şey de varmış. Tabi ki de kadın oluyor, köpek arkadaşlarım.
-Kadın oluyor değil mi Paşa? Eminsin.
-Tabi tabi sorun yok eminim, kadın oluyor.
   (69) Tüm kediler ve köpekler, şehrin dört bir yanına dağıldılar. Bir süre sonra da kedilerden ve köpeklerden “Bulduk, gelin bakın. Aradığınız kişi, bu dede mi?” haberleri gelmeye başladı. Çomar, Dobiş ve Paşa, her yere gidip bulunan dedelere bakıyorlardı. Ama üçü de aslında Cemal dedenin yüzünü görmemişlerdi. Bu yüzden bulunan dedelere bakmaları anlamsızdı. Çomar, sonunda buna kendince bir çözüm yolu buldu.
-Bu böyle olmayacak arkadaşlar! Bulduğunuz tüm dedeleri, Mervelerin bahçesine getirin.
-Bu çok zor olur Çomar. Bunlar yaşlı insanlar. Yürürken bile yavaş yürüyorlar, rahatsızlanmasınlar sakın!
-Olsun Dobiş olsun!  Başka çaremiz yok. Dede günlerdir dışarıda yaşıyor. Buna daha fazla dayanamaz artık!
   (70) Kediler ve köpekler, tüm dedeleri ve hatta dede sandıkları nineleri de Mervelerin bahçesine doğru götürmeye başladılar. Köpekler elbise kollarından, kediler de pantolon paçalarından, etek uçlarından tutarak dedeleri ve nineleri zorlaya zorlaya yürüttüler. Bir süre sonra Mervelerin bahçesinde onlarca dede ve nine oldu. Kediler ve köpekler tuttuklarını devamlı getiriyorlardı. Tüm komşular dışarıya çıktılar. Kimileri de olanları pencerelerden izlemeye başladılar. Zaman geçtikçe dedelerin ve ninelerin sayıları yüzü geçti. Dedeler ve nineler ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Kimi ağlıyor, kimi de etrafına şaşkın şaşkın bakınarak ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Sanki hepsi de bakışlarıyla “Bizi kurtaracak bir insan evladı yok mu?” diyordu.
   (71) Emniyet müdürlüğünden dönem Merveler, kalabalığı görünce korktular. Bu kadar kalabalığın evlerinin önünde niye toplandığını anlamaya çalışıyorlardı.
-Eyvah, ödülü duyanlar yine gelmişler! Hem de kedi ve köpekleriyle birlikte.
-İyi de bey bunların hepsi yaşlı ama.
-Daha kötü ya! Şimdi de bunlar “Biz sizin dedeniziz.” deyip, bizi kandırmaya çalışacaklardır.
   (72) Efeler ve Kayalar da bir süre sonra evlerinin bahçelerine çıktılar. Ne olduğunu anlamaya çalıştılar. Dedelerin ve ninelerin bir kısmı ağlamaya, bir kısmı da bayılmaya başlayınca, Kaya'nın babası hemen 155 Polis İmdat’ı ve 112 Hızır Acil’i aradı. Onlarca polis arabası ve ambulans kısa sürede olay yerine geldi.
   (73) Bu sırada Merve, hazır bu kadar dede bir araya gelmişken, aralarında dolaşarak hepsini tek tek incelemeye başladı. İçlerinde dedesinin olup olmadığını görmeye çalıştı.
   (74) Polisi gören kediler ve köpekler, hemen kaçmaya başladılar. Ortalık ana, baba gününe dönmüştü. Bayılanlar, ayılanlar, kaçışanlar, ağlayanlar, yardım etmeye çalışanlar, ambulansa bindirilenler…. Polisler ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Bu kadar yaşlı, nasıl olup da bir araya gelmişti? Polisler önce, daha sağlıklı olan dede ve ninelerin ifadelerini aldılar. Hepsi de kendilerini buraya kedi ya da köpeklerin zorla getirdiklerini söylediler.
   (75) Bu daha önce görülmüş ya da duyulmuş bir olay değildi. Kedilerin ve köpeklerin bu kadar yaşlıyı buraya getirmelerinin ne amacı olabilirdi? Polisler, bu sorunun cevabını bulmaya çalışıyorlardı. Biraz sonra Merve'nin babası da polise ifade verdi.
-Efendim, babam yaklaşık üç gündür kayıp. Babamızı bulana ödül vereceğimizi duyurmuştuk. Acaba diyorum, bu kediler ve köpekler ödül için mi bunu yaptılar?
-Nasıl yani? Kedilerin ve köpeklerin böyle bir şey yapabilmesi mümkün mü?
-Peki memur bey, siz bu durumu nasıl izah ediyorsunuz?
-Bilemiyoruz efendim, araştırıp bulacağız!
   (76) Gazeteciler ve televizyon muhabirleri, olup biten her şeyin fotoğrafını çektiler ve kameralara kaydettiler. Bir bayan muhabir Merve ile de röportaj yaptı.
-Merveciğim, deden kaybolmuş. Bulundu mu acaba?
-Dedem üç gündür kayıp. Hala bulunamadı.
-Bu kadar dede ve nine, kediler ve köpekler tarafından bahçenize getirilmiş. Bunun sebebi ne olabilir acaba?
-Komşumuzun Çomar adında bir köpeği var. O yapmıştır. Evet, kesin o yapmıştır.
-Bir köpek böyle bir şey yapabilir mi?
-Çomar yapar.
-Niye yapsın ki?
-Geçen gün dedem kayboldu, diye onu taşlamıştım. Şimdi de intikam almak için şehirde ne kadar dede varsa, toplayıp getirmiştir.
-Ama sadece dedeler yoktu. Nineler de vardı.
-Attığım taşlar kafasına geldi ya! Şimdi dedeyi, nineyi falan karıştırıyordur. Her yaşlıyı dede diye getirtmiştir.
-Getirmiştir diyorsun. Kime getirmiştir?
-Tanıdığı tüm kedilere ve köpeklere söyleyip getirmiştir. Polisler gelene kadar hepsi buradaydı zaten. Polisleri görünce de nereye kaçacaklarını bilemediler.
-İşin o zaman çok zor Merve!
-Neden televizyoncu abla?
-Bu kadar kediye, köpeğe dedeleri, nineleri getirten bir köpek, sana da zarar vermesin sakın!  -Niye zarar versin ki abla?
-Çomar’ı taşlamışsın ya! Ya intikam almak isterse? Ya bu kedilere ve köpeklere seni kaçırtmaya çalışırsa. Olamaz mı?
-Gerçekten bunu yapabilirler mi abla?
-Yüzlerce dedeyi, nineyi kaçırtan seni de onlara kaçırtamaz mı?
   (77) Merve yutkundu, cevap veremedi. Televizyoncu ablasına boş gözlerle, hem de gözlerini bile kırpmadan öylece bakakaldı. Televizyoncu ablası dürtmese “Merve iyi misin canım?” demese, belki de öylece bakmaya devam edecekti. Muhabirin dürtmesiyle bir süre sonra kendine gelen Merve, korkudan kekelemeye başladı.
-Be be be benim eve gitmem lazım.
-Merve ne oldu birden?
-An an an annem çağırdı da:
-Ama ben duymadım çağırdığını.
-Be be be benim kulaklarım iyidir. Ça ça ça çağırdığını duydum be be ben.
   (78) Merve, aniden koşarak evine gitti. “Bu kadar nineyi, dedeyi kaçırtan Çomar seni de kedilere, köpeklere kaçırtmaz mı?” cümlesi Merve’yi çok korkutmuştu. O kadar kediyle, köpekle nasıl edebilirdi?  Merve, eve gittikten sonra kameraman, muhabir kıza niye böyle yaptığını sordu.
-Yahu, çocuğu bu kadar niye korkuttun? Köpekler ve kediler, ne anlarlar insan kaçırmaktan?
-Ay sorma Burhan! Şaka yapayım dedim ama çocuk söylediklerimi çok ciddiye aldı.
-Çocuk kekelemekten konuşamadı bile, çok korktu.
-Evine gidip, şaka yaptığımızı söyleyelim mi?
-Söyleyelim, söyleyelim! Yoksa korkudan ölecek kız.
   (79) Muhabir kız, Merve’nin evine gitti. Kapıyı tıklattı. Merve perde arkasından gizlice baktı. Kapıyı tıklatanın televizyoncu ablası olduğunu görünce, rahatladı ve kapıyı açtı. Muhabir ablası, ona tüm söylediklerinin şaka olduğunu söyleyip, Merve’yi rahatlattı. Sonra da cebindeki çikolatayı Merve'ye verip, onun gönlünü aldı.
   (80) Polisler, tüm dedeleri ve nineleri evlerine teslim ettiler. Allahtan ki kimseye bir şey olmamıştı. Bayılanlar hemen ayıltılmıştı. Hastaneye götürülenler de iyileşmişlerdi. Paşa, Çomar ve Dobiş, bu olaydan sonra bir süre ortalarda gözükmediler. Sadece geceden geceye kulübelerine yatmaya gittiler. Her şey normale dönünce, onlar da hiçbir şey olmamış gibi davrandılar.
   (81) Ama Cemal dede, hala bulunamamıştı. Aradan da bir hafta geçmişti. Bir hafta boyunca yaşlı, parasız ve unutkanlık hastalığı olan bir adam, sokaklarda tek başına nasıl yaşayabilirdi? Derken ikindi vakti, Zeki beyin telefonu çaldı. Arayan Cemal dedenin ta kendisiydi.
-Alo Zeki, ben baban. Cemal baban.
-Baba, sen misin gerçekten?
-Evet evet, benim.
-Baba neredesin Allah aşkına? Yerini söyle, hemen almaya geleyim.
-Ben Eskişehir’deyim oğlum.
-Orada ne işin var baba?
-Askerlik arkadaşımı ziyarete geldim.
-Bize niye haber vermedin baba? Seni çok merak ettik.
-Ne bileyim oğlum! Evden çıktım ama niye dışarıya çıktığımı unuttum. Sonra bir baktım ki terminale giden otobüse binmişim. Ben de “Madem terminale kadar geldim, buraya kadar gelmişken askerlik arkadaşım Turgut’a bir uğrayayım.” diye düşündüm
-Ah baba ah! Niye şimdiye kadar bizi aramadın ki? Başına bir şey geldiğini sandık.
-Unutmuşum be evladım! Daha yeni hatırladım sizi.
-Baba, kaldığın yerin adresini ver de hemen almaya gelelim seni.
-Gerek yok evladım! Bursa yakın, iki saatlik yol zaten. Turgut ve oğlu Eren’le beraber sabah yola çıkacağız.
-Tamam baba! Biz de iyi bir kahvaltı hazırlarız size.
-Tabi tabi iyi olur! Öğle namazını da Ulucami’de kılacağız.
-Tamam babacığım tamam! Arkadaşına selam söyle.
   (82) Ertesi gün Eren, Cemal dedeyi evine getirdi. Evdeki herkes, sevinçten göz yaşları döküyordu. Cemal dedeye sıkı sıkı sarıldılar. Merve de dedesinin elini öptü ve dedesini gördüğü için birkaç damla da göz yaşı döktü. Ama bunlar mutluluk göz yaşlarıydı. Cemal dedeyi eve getiren ve Eskişehir’deyken onu çok iyi ağırlayan Turgut amcaya ve oğlu Eren’e çok teşekkür ettiler. Güzel bir kahvaltıdan sonra, Ulucami’ye gittiler. Öğle namazlarını kıldılar. Namazdan sonra da Üftade ve Emirsultan Hazretlerinin türbelerine gidip dua ettiler. Zeki bey, öğle yemeğinde de misafirlerine İskender kebap ısmarladı. Bursa’da bulundukları süre içinde misafirlerini en iyi şekilde ağırlamaya çalıştılar. Akşama doğru da misafirlerini Eskişehir’e uğurladılar.
   (83) Cemal dede bulunduğu için herkes çok mutluydu. Bir haftalık sıkıntı ve baba hasreti sona ermişti. Hemen Cemal dedeye bir telefon aldılar. Bu basit bir cep telefonuydu. Cemal dedeye, telefonun nasıl kullanılacağını defalarca gösterdiler. Cemal dedenin artık tek başına dışarıya çıkmaması için daha tedbirli ve daha dikkatli davrandılar. Bu yüzden dış kapıyı sürekli kilitli tutmaya başladılar.
   (84) Cemal dede bulunduğu için Çomar da çok mutluydu ve huzurluydu. Dede bulunana kadar da en çok o sıkıntı çekmişti. Çünkü Cemal dedenin kaybolmasından biraz da kendini sorumlu tutuyordu. Aynı zamanda da dedeyi her görüşünde, Merve’nin attığı taşlardan başı sızlıyordu. Ama artık dede bulunmuş ve herkes rahat bir nefes almıştı. Bir daha da ne ailesi, ne Dobiş, ne de Çomar, dedenin kaybolmasına izin vermediler ve daha dikkatli oldular.


- SON –

Beğendiyseniz yorum yapmayı ve paylaşmayı unutmayın. :)




Yorum Gönder

0 Yorumlar