YouTube İlkokulu - Türkçe, Matematik, Fen Bilimleri ve Daha Fazlası ÇOMAR SERİSİ: ÇOMAR VE DOBİŞ GEÇMİŞE YOLCULUK - YOUTUBE İLKOKULU

ÇOMAR SERİSİ: ÇOMAR VE DOBİŞ GEÇMİŞE YOLCULUK

İlkokul Hikaye Yazma Etkinlikleri

ortaokul hikayeleri

   (1) Saat gece yarısını çoktan geçmişti. Gökyüzü açıktı ve binlerce yıldız parıldıyordu. Ay, dolunay halindeydi ve az da olsa her yeri aydınlatıyordu. Çomar, kulübesinin içinde uzanmış yatıyordu. Her zamanki gibi patilerini dışarıya, Efelerin evine doğru uzatmış, başını da patilerinin üzerine koymuştu. Uyumasına rağmen diliyle sık sık dudaklarını yalıyordu. Belli ki güzel bir rüya görüyordu. Kemikler, rüyasında ona doğru koşup “Ye beni Çomar, ye beni lütfen!” diye yalvarıyorlardı. Çomar da bu nazik tekliflerini kırmayıp, onları teker teker yiyordu. Son derece lezzetli olan kemikleri yerken kendinden geçen Çomar, “Çok güzel, çok nefis.” diye sayıklayıp durdu.
  
(2) Evlerinin önünde yatan Dobiş’i ise uyku tutmamıştı. Yattığı yerden Çomar’ı seyrediyordu. Çomar’ın rüyasında sık sık yalandığını ve sayıkladığını gören Dobiş, “Bu Çomar ne pis boğaz ya! Rüyasında bile tıkınıyor herhalde?” diye içinden geçerdi.
  
(3) Dobiş, bunları düşünürken ve Çomar’a bakıp eğlenirken, birden gökyüzünden küp şeklinde küçük bir cisim Çomar’ın önüne pat diye düştü. Çıkan sesi duyan Dobiş, Çomar’ın uyanmaması üzerine paniğe kapılarak ona doğru koştu. Koşarken bir yandan da “Çomar, Çomar” diye bağırıyor ve ağlıyordu. “Çomar, bu sesi kesinlikle duymamış olamaz. Bu şey Çomar’ın üzerine mi düştü acaba? İnşallah Çomar’a bir şey olmamıştır!” diye dua ediyordu.
  
(4) Çomar’ın yanına geldiğinde onu hareketsiz gören Dobiş, iyice panikledi ve onu sertçe dürttü. Kulağına doğru kuvvetlice havladı. Ne olduğunu anlamayan Çomar, Dobiş’i tepesinde havlarken görünce sinirlendi. Yerinden fırladığı gibi Dobiş’i kovalamaya başladı. Çomar, bir yandan Dobiş’i kovalıyor, diğer yandan da ona bağırıyordu.
-Senin derdin ne? Gece gece niye benimle uğraşıyorsun? Deli misin nesin sen?
-Dur Çomar dur, düşündüğün gibi değil!
-Hav hav hav…. Yakalarsam görürsün ne düşündüğümü!
-Çomar dur! Valla ben senin başına bir şey geldiğini sandım. O yüzden yanına gelmiştim.
-Durup dururken başıma ne gelecekmiş? Şimdi görürsün sen! Tüylerini tek tek yolayım da aklın başına gelsin senin.


  
(5) Kısa bir kovalamacadan sonra Dobiş’i yakalayan Çomar, tam onu ısıracakken Dobiş “kutu” dedi.
-Kutu mu? Ne kutusu? Ne saçmalıyorsun sen?
-Sen uyurken yanına düşen kutu.
-Yanıma kutu düşseydi, farketmez miydim? Yalancı.
-Duymadın işte! Öyle ağır bir uykun var ki, dibinde bomba patlasa yine de duymazdın o sesi.
-Hadi oradan yalancı.
-İşte kutu orada. Git bak istersen. Yalan söylemediğimi anlarsın o zaman.
-Eğer kutu yoksa, işte o zaman görürsün sen Dobiş.
  
(6) Yerden kalkan Dobiş, Çomar’la kulübenin yanına gitti. Kutu da kulübesinin yanındaydı. Patileriyle kutuyu sağa, sola, öne ve arkaya yuvarladılar. Basit bir kutuydu. Hiçbir özelliği de yoktu. Sanki metalden yapılmış gibiydi. Gri renkteydi. Üzerinde de hiçbir şekil ya da sembol yoktu. Çomar’ın iyice kafası karışmıştı.
-Eeee, ne şimdi bu Dobiş? Ne işe yarıyor bu kutu anlamadım.
-Ben de anlamadım. Her yeri kapalı, açık bir tarafı da yok.
-Nereden geldi bu kutu?
-Gökyüzünden düştü.
-Yok artık, arabayla geçen biri düşürmüş olmasın sakın!
 -Belki de bir uçaktan düşmüştür. Oynamaktan sıkılan bir çocuk, uçağın penceresini açıp atmıştır belki.
-Saf saf konuşma Dobiş. Uçak pencereleri açılmaz ki.
- Ne bileyim Çomar! Vardır mantıklı bir açıklaması illa ki.
  
(7) Onlar, kutunun nereden geldiğini tartışırlarken Dobiş, kutunun üzerine patisiyle sertçe vurdu. Kutunun üst kapağı birdenbire açıldı. Açılan yerde bir büyük, birkaç da küçük düğme ve minik bir dijital ekran vardı. Düğmeler şeffaftı ve içlerinde yanıp sönen, fazla da parlak olmayan ışıklar vardı.
  
(8) Çomar ve Dobiş, düğmeleri görünce ne yapacaklarını şaşırdılar. Yanıp sönen ışıklar Dobiş’in ilgisini çok çekmişti. Birden patisiyle bir düğmeye dokundu. Bunun üzerine Çomar, Dobiş’e çok kızdı.
-Niye bastın düğmeye? Derdin ne senin?
-Merak ettim Çomar.
-Neyini merak ettin düğmenin? Bu kutu, ya bomba falan olsaydı ve düğmeye bastığın gibi patlasaydı?
-Yok artık, ne bombası Çomar? Sen de amma abarttın ha!
-Bomba bombası, patlayınca “Bommm” yapanından.
-Yahu bir şey olmadı işte! Uzatmaaaaa…
  
(9) Dobiş’in lafını bitirememesi ve yüzünde beliren şaşkınlık ifadesi Çomar’ı telaşlandırdı.
-Dobiş kendine gel, ne oldu?
-Çomar, burası ne zaman orman oldu?
-Ne Ormanı? Anaaa neredeyiz biz, neresi burası? Biz ne zaman geldik buraya? Hebe hebe hebe ….
-Kulübemiz, evler, sokaklar nerede Çomar?
-Hebe hebe hebe…
-Ne hebesi Çomar?
-Hebe hebe hebe…..
  
(10) Çomar, korkudan ve şaşkınlıktan şoka girmişti. Boş gözlerle Dobiş’e ve etrafına bakınıyordu. Girdiği şoktan dolayı dili de tutulmuştu. Ne yapacağını şaşıran Dobiş, o kadar uğraşmasına rağmen Çomar’ı kendine getiremeyince, son bir çare düşündü. Çomar’ın suratına patisiyle sertçe vurdu. Hızını alamayan Dobiş bir daha, bir daha vurdu. Aslında Çomar, ilk pati darbesinden sonra kendine gelmişti. Ama onun konuşmasına, normal bir cümle kurmasına fırsat vermeyen Dobiş, Çomar’a bir şey olduğu düşüncesiyle ona tekrar tekrar vurmuştu. Niye bu kadar çok vurduğunu Dobiş, kendisi de bilmiyordu. Belki de biraz şaşkınlıktan, biraz da şoka giren birisiyle ilk kez karşılaştığı için, ne yapacağını bilemediğinden dolayı böyle davranmıştı.
  
(11) Dobiş, bir kere daha vuracakken Çomar, hırladı ve onun patisini tam vuracakken havada tuttu. Sonra da “Yeter Dobiş yeter!” diye havladı. Çomar’ın kendine geldiğini gören Dobiş, çok sevindi. “Çomar’ım, canım benim, canım arkadaşım. Sana bir şey olsaydı, ben tek başıma ne yapardım buralarda?” diye onun boynuna sarıldı.
  
(12) Daha sonra etrafı biraz daha inceleyen Çomar ve Dobiş, farklı bir yerde olduklarını anladılar. Ama neredeydiler ve buraya nasıl gelmişlerdi? Bu soruların cevaplarını uzun uzun düşündüler ve tartıştılar.
-Çomar, biz buraya nasıl geldik? Anlayabildin mi?
-Buraya gelişimizin, o bulduğumuz kutuyla bir ilgisi olmalı Dobiş! Sen düğmeye basınca olanlar oldu ve buraya geldik. O kutuyu hemen bulalım. Tekrar geri dönüşümüz sanırım ona bağlı.
  
(13) Çomar ve Dobiş, bir süre kutuyu bulmak için etrafı araştırdılar. Sonunda Çomar, onu otların arasında gördü. Otlar uzun olduğu için kutu otların arasında kaybolmuştu. İkisi de kutuyu bulunca çok sevindiler. Sonra da kutuyu alıp uzunca bir süre etrafı dolaştılar. Her yer ormandı. Tanıdık bildik hiçbir şey yoktu.
  
(14) Birden gökyüzünde uçan, boyları üç dört metreyi bulan, kuşa da pek benzemeyen dev yaratıklar gördüler. Bunlar oldukça tehlikeli ve saldırgana benziyorlardı. Kocaman gagaları ve pençeleri vardı. Eğer kaçmazlarsa Dobiş’e ve Çomar’a muhakkak zarar verirlerdi. Belki de onları yerlerdi. Çomar, çok büyük korku ve panikle hemen Dobiş’i uyardı.
-Kaç Dobiş kaç, yoksa bunlar bizi çiğ çiğ yerler!
-Bunlar ne Çomar? Kuş gibiler ama bildiğimiz kuşlara da hiç benzemiyorlar.
 -Bunlar uçan dinazorlar Dobiş. Saklanalım yoksa bizi bir lokmada
 çiğ çiğ yerler.
 -İyi de Çomar ben bunlardan daha önce hiç görmemiştim.
- Ben de görmedim. Bu işte bir terslik var Dobiş.


  
(15) Çomar ve Dobiş saklanacak yer ararlarken birden “Güüüm güüüm” diye ne olduğunu anlamadıkları sesler duydular. Biraz ileride boyları ağaçlardan da uzun dinazorlar gördüler. Havadaki büyük dinazorlardan kaçarlarken, birdenbire yerdeki dinazorlarla karşılaştılar. Hayatları tehlikedeydi. Havadaki ya da yerdeki dinazorlardan biri onları fark etmeden kaçıp korunaklı bir yerde saklanmaları gerekiyordu. İkisi de şaşkın şaşkın dinazorlara bakıyorlardı.” İyi ki yaşadığımız zamanda bunlardan yokmuş. Yoksa halimiz ne olurdu?” diye düşünüyorlardı. Durup dinazorlara bakmaya devam ederlerken Dobiş, Çomar’a merakla sordu.
-Havadakiler kuş dinazorlardı. Peki bu yerdekiler ne oluyor acaba Çomar?
-Onların adı da dinazor, Dobiş.
-Nasıl yani? Bu dinazorların hem uçanı, hem de yerde koşup, yürüyeni mi var?
-Yani ortak adları dinazor diye biliyorum. Aklımda öyle kalmış.
-Vay vay vay, şunların boylarına bak Çomar! Kiminin boyu ağaçlardan bile uzun.
-Milyonlarca yıl öncesinde olmalıyız. Henüz insanlar yok. Her yer bu canavarlarla dolu. O yüzden çok dikkatli olmalıyız Dobiş.
-Ne demek insanlar yok? Arayalım Efe, Yeliz ya da Kaya illa ki biriyle karşılaşırız.
-Dobiş anlamadın herhalde! Ne Efe, ne babası, ne annesi, ne de bir başkası henüz doğmadılar bile. Doğmalarına da daha milyonlarca yıl var.
-Çomar, şu karşıdaki dinazor bizi gördü galiba. Baksana üzerimize doğru hızla geliyor.
-Kaç Dobiş kaç! Bu dinazorun niyeti hiç de iyiye benzemiyor.
  
(16) Dobiş ve Çomar, koştular hem de oldukça hızlı koştular ama bu yine de yeterli olmadı. Yakalanmaları an meselesiydi. Zaten havadaki diğer dinazorlar da onları fark etmişlerdi.
-Ya yerdekiler ya da havadakiler yiyecek bizi. Bir şeyler yapmamız lazım Çomar.
-Şu ağacın arkasına saklanalım ve hareketsiz kalalım Dobiş. Böylece dikkat çekmeyiz.
-Yerdeki dinazor çok yaklaştı. Her an bizi görebilir.
-Elveda Dobiş’im. Bu dinazor, az sonra bizi çıtır çıtır yer.
-Ühü ühü ühü... Sonumuz böyle mi olacaktı Çomar? Hakkını helal et.
-Bu kadar meraklı olup, o düğmelere basmasaydın, şimdi bunların hiçbiri başımıza gelmemiş olacaktı.
-Düğmeler mi? Çomar hemen kutuyu yere koy. Belki kapağı şimdi açılır.
   (17) Çomar, hemen kutuyu yere koydu. Dobiş de hızla kutunun üstüne vurdu. Bu sırada onlara yaklaşan dinazorlar da etraflarını sarmışlardı. Kutu açılmayınca bu sefer Çomar, ona sertçe vurdu. Çomar’ın sertçe vurmasıyla kutunun kapağı açıldı ve düğmeler gözüktü. Dobiş, hemen düğmelere bastı.
   (18) Çomar’ın düğmelere basmasıyla bir anda kendilerini başka bir ortamda buldular. Bulundukları yer aslında aynıydı. Sadece zaman değişmişti. Her düğmeye basışlarında zamanda yolculuk yapıyorlardı aslında.
Bu sefer bulundukları yerde orman yoktu. Her yer düz ve otluktu. Çomar ve Dobiş, kutuyu da alarak dolaşmaya başladılar. Biraz sonra, avlanma amacıyla dolaşan aç bir aslan gördüler.
-Çomar aslanın ne işi var buralarda?
-Aman Dobiş, aslan bizi görmeden hemen kaçalım buradan!
-Aslan diyorum Çomar aslan! Burası Afrika mı yoksa?
-Hayır Efelerin olduğu mahalledeyiz.
-Çomar kafayı mı yedin sen? Ne Mahallesi? Evler, sokaklar, arabalar nerede?
-Ne kalın kafalısın sen! Biz hep aynı yerde yani mahallemizdeyiz. Sadece zaman içinde yolculuk yapıyoruz.
-Eeee, aslanlar var ama!      
-Geçmişte vahşi hayvanlar her yerdeydi. Zamanla insanlar onları avlayarak sayılarını azalttılar. Bizim zamanımızda sadece Afrika ve Hindistan gibi yerlerde az sayıda aslan var.
-Biz köpeğiyiz. Bu aslan bizi yemez herhalde, değil mi?
-Ot olsaydık yemezdi ama bizde de et var Dobiş.
-Anam anam anam bizi de yer o zaman bu hayvan!
-Sus Sesimizi duyacak şimdi!
-Benim etim pek lezzeti değildir Çomar. Beni yemesin ne olur!
-Beni mi yesin yani?
-Şey ne bileyim? Sadece birimizi yiyecekse eğer….
-Ne diyorsun Dobiş? Saçmaladın iyice sus artık!
-Her yer düzlük Çomar, kaçacak yer de yok ki!
-Dobiş şuraya bak! Kıllı, tüylü bir sürü insan aslana saldırıyor.
-İnsan mı?
-Yaşasın, insanların olduğu zamana gelmişiz!
- İyi de Çomar, arslana saldıranlar bize de saldırmazlar mı?
-Bilmiyorum Dobiş ama insanların yanına gitmezsek fazla yaşayamayız. Buralarda ya vahşi hayvanlar avlarlar bizi ya da açtıktan ölürüz.
  
(19) Çomar ve Dobiş, aslanı avlamakta zorlanan insanlara yardıma koştular. Aslana havlayarak, hırlayarak insanlara yardım ettiklerini göstermek istediler. Biraz sonra da insanlar, köpeklerin gelmesiyle iyice panikleyen aslanı avladılar. Sonra ne olduysa Dobiş ve Çomar kafalarında ağrılar hissettiler. Sonrasında da oldukları yere düşerek bayıldılar.
  
(20) Çomar ve Dobiş, kendilerine geldiklerinde bir kafesin içindeydiler. İnsanlar az ileride aslanın derisini yüzmüşlerdi. Deriyi elbise yapmak için çalıların üzerinde kurumaya bırakmışlardı. Başlarına ne geleceğini bilemeyen Çomar da Dobiş de korku içindeydiler.
-Dobiş ateşe bak, aslanın etini pişiriyorlar!
-Ühü ühü ühü ...aslanı yiyenler, bizim kemiklerimizi bile bırakmazlar.
-İyi de Dobiş, insanlar sadece kuzu, koyun, keçi, inek yerler. Yani otla beslenen hayvanları yerler.
-Demek ki vahşi insanlara denk gelmişiz.
-Korkarım ki öyle Dobiş.
  
(21) Bir saat kadar sonra insanlar, hep beraber aslanı afiyetle yediler. Yerken de bazı kadınlar, köpekleri işaret ediyorlardı. Sonra da aralarında hararetli hararetli konuşuyorlardı. Biraz sonra adamın biri, köpeklerin yanına geldi. Çomar’ın ve Dobiş’in etini budunu kontrol etti. Kontrolden sonra pek de memnun olmayan bir ifadeyle sofraya geri döndü. Oradakilere “Bunlarda et, met yok. Bizi doyurmazlar.” dedi. Bunun üzerine bir kadın “O zaman derilerinden elbise yapalım.” dedi. Bir başka kadın “Etlerini de çocuklar yerler. Derilerinden de iki çocuğa elbise yaparız.” dedi.  Kabilenin en yaşlısı olan adam “Bu hayvanlar, aslanı avlarken size yardım mı etmişti.” dedi.  Ava katılan adamlardan birisi “Evet reis.” deyince yaşlı adam “O zaman serbest bırakın bu iki köpeği. Bize yardım edene biz de yardım ederiz. Karınlarını doyurun ve salın.” dedi.
  
(22) Bunlar vahşi bir kabileydi. Dostlarına yardım ederler, düşmanlarıyla savaşırlardı. Diğer kabileler her hayvanı avlamaz, her eti de yemezlerdi. Kabilelerin çoğu sadece otla beslenen geyik, inek, koyun, manda, keçi gibi hayvanların etlerini yerdi. Onlar medeni kabilelerdi. Ancak bu kabile medeni değil, vahşi ve saldırgan bir kabileydi. Ama güzel yanları da vardı. Kendilerine yardım edenlere düşmanlık etmezlerdi, zarar da vermezlerdi.
  
(23) Çomar ve Dobiş’in karınlarını doyurduktan sonra saldılar. Köpekler, arkalarına bile bakmadan kaçtılar ama bir süre sonra Çomar, kutunun yanlarında olmadığını fark etti.
-Dobiş kutuyu orada unuttuk. Geriye dönüp onu mutlaka almalıyız.
-Bana ne, ben bir daha oraya asla dönmem!
-Dönmek zorundayız Dobiş, kutu olmadan buradan kesinlikle kurtulamayız.
-Ühü ühü ühü …..
-Ağlamanın faydası yok Dobiş. Geri dönüp kutuyu almak zorundayız.
-Ühü ühü ühü …..
  
(24) Çomar ve Dobiş, kabilenin olduğu yere tekrar geri döndüler. Bir kayanın arkasından onları izlemeye ve kutunun olduğu yeri tespit etmeye çalıştılar. Dobiş, heyecanla Çomar’a seslendi.
-Çomar, ateşin yakınında oynayan şu çocuğun elindekine bak!
-Bizim kutu mu o?
-Evet evet, hemen koşup alalım onu.
-Hemen olmaz. Bekleyelim ve kutuyu almak için fırsat kollayalım.
-Çok beklemeyiz inşallah Çomar! Çünkü çok korkuyorum.
-Az veya çok mecburen bekleyeceğiz Dobiş. Yapacak başka bir şeyimiz yok.


  
(25) Sabırla çocuğun elindeki kutuyu bir kenara bırakmasını bekleyen Çomar ve Dobiş, bir yandan da kendi aralarında sessizce konuşuyorlardı.
-Çomar, çocuk kutuyu bıraktığında onu nasıl alacağız? Bir planın var mı?
-Etraf biraz kalabalık Dobiş. Bu kalabalıkta kutuyu almak zor. Hatta kutunun bizim için önemli olduğunu fark ederlerse, kutuya ne yapacakları belli olmaz. Belki ona zarar verebilirler.
-Desene burada epeyce bir süre bekleyeceğiz.
-Yapacak bir şey yok Dobiş! Geri dönmek istiyorsak, mecburen bekleyeceğiz.
-Şeyyy Çomar, keşke bir şeyler yeseydik.
-Sabret Dobiş sabret! Yerimizden kımıldayamayız. Bizi görürlerse, bir daha buradan hiç kurtulamayız.
-Ama karnım aaaaç.
-Sus be pis boğaz! Senin yüzünden yakalanacağız şimdi.
  
(26) Allah'tan ki oynayan çocukların bağrışmaları sayesinde Dobiş’in sesini hiç kimse duymamıştı. Dobiş de zaten hatasını anlayıp hemen susmuştu. İkisi de sessizce çocuğu izlemeye devam ettiler. Yaklaşık on dakika sonra çocuk kutuyla oynamaktan sıkılınca, onu sönmek üzere olan ateşin içine attı. Durumu gören köpekler, panikle ateşe doğru koştular. Çomar, kutuya patisiyle hızlıca vurarak onu ateşin dışına çıkardı.
Köpekleri gören insanlar mızraklarla, taşlarla, sopalarla köpeklere saldırmaya başladılar. Köpekler artık saniyelerle yarışıyorlardı. Hızlı bir şekilde kutunun kapağını açmak ve hemen düğmeye basmak zorundaydılar. Kutunun üzerine olanca kuvvetiyle vuran Dobiş, kapağı açmayı başardı. Çomar da Dobiş’in yanına gelerek hemen düğmeye bastı.
  
(27) Düğmeye basılır basılmaz, köpeklerin bulundukları ortam bir anda yine değişti. Vahşi insanlar yoktu artık. Dobiş ve Çomar, biraz da korkarak etrafta gezinmeye başladılar. Vahşi insanların, bir anda karşılarına çıkıp onları yakalamalarından korkuyorlardı. Çünkü hangi zamana geldiklerini bilmiyorlardı. Hala vahşi insanların etrafta olmalarından çekiniyorlardı. Belki de vahşi hayvanlarla karşılaşacaklardı. Çomar “İnşallah, şu bizi kovalayan vahşilerle bir daha karşılaşmayız. Yoksa bu sefer paçamızı kurtaramayız. Kesin bizi yer bunlar.” dedi. Dobiş de “Zaten bu gidişle vahşi insanlar yemezse, vahşi hayvanlar yiyecek bizi. Dua edelim de kendi zamanımıza geri dönmüş olalım.” dedi.
  
(28) Bu sırada biraz uzakta, atlı insanlar gördüler. Koşarak yanlarına kadar gittiler. Bu insanlar askerdi ve köpekleri görmelerini rağmen hiçbir şey yapmamışlardı. Aksine onlara ekmek verdiler. En önde giden komutanlarının adı Orhan Bey’di. Çomar, bazı askerlerin adlarının Ahmet, Mehmet, Ömer, Ali olduğunu duyunca çok sevindi. Çomar’ın sevindiğini gören Dobiş bunun sebebini sordu.
-Neden bu kadar sevinçlisin Çomar? Karnın doyduğu için mi?
-Askerlerin adlarını duymadın mı Dobiş?
-Duydum. Ali, Orhan, Ahmet, Ömer falandı. Ne var ki bunda?
-Dobiş bunlar Türk. Bizim sahiplerimiz de Türk’tü.
-Tabii ya nasıl düşünemedim bunu. Eve döndük desene.
-Eve meve gelmedik Dobiş. Sadece zaman olarak çok yaklaştık.
-Zaman olarak çok mu yaklaştık?
-Yaşadığımız zamandan binlerce hatta milyonlarca yıl uzaktaydık. Şimdi ise çok yaklaştık. Birkaç kez daha düğmeye basarsak, kendi zamanımıza geri dönebiliriz.
-İnşallah Çomar, inşallah!
   (29) Çomar ve Dobiş, Osmanlı Devleti'nin ilk kurulduğu yıllardaydılar. Devletin başında Orhan Bey vardı. Babası Osman Bey de çok hastaydı ve ölmek üzereydi. Oğlu Orhan Bey'den Bursa'yı almasını istemişti. Bu yüzden ordu, Bursa'yı fethetmeye gidiyordu.
   (30) Saatler sonra Bursa Kalesi’ne yakın bir yerde Ordu durdu. Savaş için hazırlıklar yapılmaya başlandı. Sabaha doğru da Osmanlı Ordusu, kaleyi ele geçirmek için hücuma geçti. Çomar ve Dobiş de bu kahraman askerlerle savaşa katıldılar. Yerlerdeki okları, ağızlarıyla toplayarak okçulara geri getirdiler. Her an oklarla, mızraklarla ya da kılıç darbeleriyle onlarca askerimiz şehit oluyor ya da yaralanıyordu.
   (31) Çomar ve Dobiş, defalarca düşman askerlerinin kollarını, bacaklarını, kalçalarını ısırarak askerlerimize yardım ettiler. Hatta bir defasında Bizanslı bir asker, bir Türk askerini öldürmek için kılıcını yukarıya kaldırmışken Çomar, üzerine atlayıp onu yere düşürdü. Böylece askerimizin hayatını kurtardı. Günler sonra bin bir güçlükle ve yüzlerce şehit verilerek Bursa fethedildi.
   (32) Bursa, artık bir Türk şehri olmuştu. Askerler, Çomar ve Dobiş’i çok sevdiler. Gösterdikleri kahramanlıklardan dolayı Dobiş ve Çomar, askerlerimizin maskotları haline gelmişlerdi. Askerlerimiz devamlı onlarla ilgileniyor ve onları sevip okşuyorlardı. Açıkçası bu aşırı ilgi ikisinin de çok hoşuna gidiyordu. Çomar “Keşke Efe burada olsaydı da bir köpek nasıl sevilir görseydi.” diye düşündü.
   (33) Askerler, onlara “Gazi” demeye başladılar. Çünkü köpeklerin gerçek isimlerini bilmiyorlardı. Bir Şey verecekleri veya sevecekleri zaman onları “Gazi” diye çağırıyorlardı. Zaten onlar da yeni isimlerine çabucak alışmışlardı. Tek anlamadıkları şey ikisine de neden aynı isimleri taktıklarıydı.
-Çomar, askerler “Gel gazi, gel yavrum.” diye çağırdıklarında aklım karışıyor. Seni mi, beni mi çağırıyorlar anlamıyorum.
-Haklısın Dobiş, ben de hangimize seslendiklerini anlayamıyorum!
   (34) Hatta bir gün askerin biri Dobiş’i “Gel Gazi, gel yavrum.” diye çağırıp tabağındaki eti verecekti. Dobiş yerine Çomar gidince, eti ona vermemiş ve tekrar Dobiş’i çağırarak eti ona yedirmişti. Çomar bu duruma çok üzülmüştü. Başka bir gün de aynı olay Dobiş’in başına gelince, bu defa da Dobiş çok üzülmüştü. Ama daha sonra zamanla böyle şeylere alıştılar.
   (35) Askerler, onlara bol bol etler ve kemikler veriyorlardı. Karınları her gün tıka basa doyuyordu. Hem de en sevdikleri yemeklerle. Bundan en çok Çomar memnun olmuştu. Bunu bilen Dobiş, Çomar’a takıldı.
-Çomar hadi iyisin iyi! Her gün istediğin kadar kemik yiyorsun. Kemikler sıraya geçmişler sanki “Ye beni, ye beni.” diye yalvarıyorlar sana.
-” Ye beni, ye beni mi?” yahu Dobiş buraya gelmeden önce rüyamda gerçekten de kemikleri görmüştüm. Hepsi de sıraya geçmişler “Ye beni, ye beni” diyorlardı.
-Rüyan gerçek oldu desene!
-Her gün böyle yiyeceksek, ben artık eve dönmem Dobiş.
-Gidelim Çomar be! Ben evimi, Kaya'yı ve arkadaşlarımı çok özledim.
-Sen git Dobiş. Bu kemikleri bırakıp kesinlikle geri dönmem ben.
-Herkes kendi zamanına aittir Çomar. Gitmeliyiz artık!
-Onu bunu bilmem Dobiş. Ben artık burada yaşamayı düşünüyorum.


   (36) Çomar’ı konuşarak ikna edemeyeceğini anlayan Dobiş, onu geri götürmenin yollarını aradı. Birkaç kez Çomar’ın yanına gitti ve beraberinde getirdiği kutuyu gizlice açıp, düğmesine basmaya çalıştı. Ama her seferinde Çomar, ona engel oldu. Hatta kutuyu ondan alarak gizledi. Çaresiz kalan Dobiş, mecburen sabretmeye çalıştı. Çomar’ın buradan sıkılmasını ve Efeleri özlemesini sabırsızlıkla beklemeye başladı.
   (37) Bu arada Orhan Bey, kendi adını taşıyan Orhan Camisi'ni yaptırmaya başlamıştı. Çomar ve Dobiş de zaman zaman minik kovalarla cami inşaatı için su taşıyorlardı. Buradaki işçiler tarafından da oldukça seviliyorlardı. Onlar da askerler gibi yemeklerini Çomar ve Dobiş’le paylaşıyorlardı. Onların savaşta gösterdikleri cesaret ve kahramanlıkları duymuşlardı. Askerlerin onlara “Gazi” dediklerini bildikleri için, işçiler de onlara “Gazi” diye hitap ediyorlar ve onlara saygı duyuyorlardı.
   (38) Bir gün Hacivat ve Karagöz adlı iki işçi, cami inşaatında çalışmaya başladılar. Hacivat sakin ve bilgili, Karagöz ise çabuk sinirlenen, cahil ve kaba biriydi. Karagöz zaman zaman, Hacivat'ın söylediklerini yanlış anlayıp onunla tartışıyordu. Yine bir gün, cami inşaatında çalışırlarken Karagöz, Hacivat'ın söylediği her şeyi yanlış anladı.
-Karagöz'üm şu kuşa bak!
-Ne kaşı? Ne varmış kaşımda?
-Hayır Karagöz'üm kuş diyorum kuş.
-Bu mevsimde ne kışı Hacı Cavcav? Aklını mı kaçırdın sen?  Yaz mevsimindeyiz yaz!
-Yahu kuş diyorum.
-Asıl ben sana küsüyorum.
-Allah seni bildiği gibi yapsın Karagöz’üm! Kulaklarını bir sıkıntı var herhalde. Bir türlü beni anlayamadın gitti yani.
-Türlü mü? Türlü yemeğini ben de severim Hacı Cavcav. Ne zaman yiyeceğiz?
-Yahu Karagöz’üm, dikkat ediyorum da bu kadar insan arasında, beni yanlış anlayan sadece sensin. Benimle bir sıkıntın mı var senin?
-Evet Hacı Cavcav, hava gerçekten sıkıntılı.
-Töbe töbe, ya sabır!
-Yahu Hacıvat benimle dalga mı geçiyorsun sen? Bir saattir daldan dala atlar gibi konuşuyorsun. Yok kaşmış, yok kışmış, yok türlü yemeğiymiş, yok hava sıkıntılıymış. Bırak bu saçma sapan konuşmaları da işini yap. Senin yüzünden işten kovulacağız yoksa.
   (39) Saçma sapan konuştuğu halde kendini haklı gören Karagöz’e, Hacivat içten içe kızmaya başlamıştı. “Adama bak ya! Kendisi haksız olduğu halde bir de zeytinyağı gibi suyun üstüne çıkıyor.” diye sinirli sinirli söylendi.
   (40) Onların konuşmalarını eğlenceli bulan işçiler, işi gücü bırakıp onları seyrediyorlar ve doya doya gülüp eğleniyorlardı. Hatta Çomar ve Dobiş de oradaki işçiler gibi onları izliyorlar, onlar gibi gülüp eğleniyorlardı. Ama bu durum hiç mi hiç hoş değildi. Çünkü caminin yapımı gecikiyordu. Ayrıca Orhan bey ara sıra camiyi teftiş etmeye geliyordu. İşçilerin bu halini görse kim bilir nasıl bir tepki verirdi? Bu yüzden Mimar, başta Karagöz ve Hacivat olmak üzere tüm işçileri defalarca uyardı. Ama Karagöz ve Hacivat, öyle komik tartışıyorlardı ki işçiler onları izlemekten kendilerini alamıyorlardı.
   (41) Bir gün Orhan Bey, cami inşaatının son durumunu görmek için geldiğinde, işçilerin işi gücü bırakıp konuşan iki kişiyi seyrettiklerini ve onlara güldüklerini gördü. Cami inşaatı da fazla ilerlememişti. Orhan Bey’i gören işçiler, korkudan hemen çalışmaya başladılar. Ama Orhan Bey’in geldiğini fark etmeyen Karagöz ve Hacivat, hala tartışıyorlardı. Mimar ne yapacağını şaşırmıştı. Orhan Bey başta mimar olmak üzere tüm işçilere kızdı.
-Bu ne rezillik mimar! Niye çalışmıyorsunuz?
-Şey beyim, şu ikisi sürekli tartışıyorlar. Tartışmaları çok komik olduğu için işçiler de işi gücü bırakıp onları seyrediyorlar.
-Kimmiş onlar?
   (42) Karagöz ve Hacivat, hemen Orhan Bey'in huzuruna getirildiler. İkisi de hem şaşkın, hem de korkmuşlardı. “Acaba Orhan Bey bize ne yapacak? Büyük bir ceza mı verecek?” diye düşünüyorlardı.
   (43) Onların zaten çok korkmuş olduğunu Orhan Bey, yumuşak bir şekilde konuşarak onları uyardı.
-Niye böyle yapıyorsunuz? Niye işçilerin çalışmalarını engelliyorsunuz?
-Hacı Cavcav yüzünden Orhan Bey.
-Neee, benim yüzümden mi? Saçmalama Karagöz, asıl senin yüzünden.
-Yüzümde ne varmış Cavcav?
-Suç bende değil sende diyorum Karagöz!
-Ne saçı be! Bir yüzün, bir saçın diyorsun. Dalga mı geçiyorsun benimle?
- Orhan Bey mi kayıp? Kör mü oldun Hacı Cavcav, Orhan Bey karşımızda ya!
   (44) Onlar böyle konuşurken, Orhan Bey sürekli gülümsedi. Belli ki onların konuşmaları Orhan Bey'in de hoşuna gitmişti. Ama yine de konuşmalarına daha fazla müsaade etmedi ve “Neyse bırakın şimdi tartışmayı! İşinizi yapın ve bir daha işlerinizi sakın aksatmayın! Yoksa sizin için fena olur.” diye hem kızdı, hem de tehdit etti. Orhan Bey'in son lafı üzerine Karagöz ve Hacivat, hemen işlerinin başlarına geri döndüler.
   (45) Aradan günler geçmişti. Hacivat, Çomar’ı çok seviyor ve sürekli onunla ilgileniyordu. Yemeğini onunla paylaşıyordu. Karagöz de iyi biriydi ama köpekleri pek sevmezdi. Dobiş ya da Çomar onun yanına gidince onları devamlı “Hoşşşt” diye yanından kovuyordu.
   (46) Çomar ve Dobiş, akşamları Hacivat'ın evinin önünde yatıyorlardı. Sabah da Hacivat'la beraber Orhan Camisi'ne çalışmaya gidiyorlardı. Bir gün yine Karagöz ile Hacivat tartışmaya başladılar. Karagöz, Hacivat’a “Neden köpeklere bu kadar yüz veriyorsun?” diyerek ona kızdı. Hacivat da neden köpekleri “Hoşşt” diye kovalıyorsun diyerek ona karşılık verdi. Dobiş ve Çomar, bir ara Karagöz'ü ısırmaya niyetlendiler ama işçilerden biri Karagöz'e “Bunlar gazi köpekler! Bunlara kızman, “Hoşşşt” demen doğru değil!” diye çıkışınca ısırmaktan vazgeçtiler.


   (47) Tartışma devam ederken Orhan Bey yine geldi. Karagöz ve Hacivat'ın uyarılarını dikkate almadıklarını görünce çok sinirlendi. Askerlere Hacivat ve Karagöz'ü tutuklamalarını emretti. Askerler, onları götürürken Çomar ve Dobiş çok üzüldüler. Çomar, onların tutuklanmaları üzerine başlarına kötü bir şeyler geleceğini düşündü.
-Dobiş, bazı tarih kitaplarında Karagöz ve Hacivat’ın, Orhan bey tarafından astırıldığı yazıyordu. Yeliz okurken dinlemiştim.
-Gerçekten mi?
-Maalesef kitaplar öyle yazıyor.
-Desene bizim yüzümüzden asılacaklar.
-Buna izin veremeyiz Dobiş.
-Peki ne, yapacağız Çomar?
-Gece hapishaneye gidip onları kurtaralım.
-Hacivat’ı kurtaralım da Karagöz’ü hiç sevmedim. Onu kurtarmasak olmaz mı Çomar?
-Öyle şey mi olur Dobiş? Kurtarabilirsek ikisine de kurtaracağız.
   (48) Gece olunca hapishanenin önüne gittiler. Küçük bir yerdi. Kapıda sadece iki asker nöbet tutuyordu. Çomar hapishanenin arkasına dolaşarak arka pencereden Hacivat ve Karagöz'e baktı. İkisi de yatıyordu. Çomar hafiften havladı. Hacivat hemen gözlerini açarak pencereye koştu. Çomar’ı görünce çok sevindi. Onu sevip okşadı. Ona moral vermeye çalıştı.
-Sabahleyin bırakırlar bizi Çomar. Yarın camide görüşürüz tamam mı?
-Hav hav hav …
-Hadi eve gidip her zamanki yerinde yat.
-Hav hav hav …
-Akıllı köpek seni! Konuşulanları da ne güzel anlıyorsun, maşallah!
   (49) Çomar ve Dobiş, Hacivat'ın dediğini yaparak eve gittiler. Yattılar ama bir türlü uyuyamadılar. Orhan Bey'in onları af etmesi için dua ettiler. Bu şekilde sabahı zor ettiler. Sabah olunca da koşarak cami inşaatına gittiler. Ama Hacivat ve Karagöz orada değillerdi. İşçiler de çok üzgündü. Çomar ve Dobiş, işçilerin kendi aralarındaki konuşmaları merakla dinlediler.
-Bugün niye serbest bırakılmadılar acaba?
-Mahkemeye çıkacaklarmış.
-Kimden duydun?
-Askerler kendi aralarında konuşurlarken duydum.
-Hakim, nasıl biriymiş acaba?
-Biraz sertmiş diyorlar.
-Canım sert olsa ne olacak ki? Hacivat'la Karagöz suç mu işlediler sanki?
-Bence de ortada ceza alacak bir durum yok.
-Orhan Bey yumuşak biridir. Muhakkak onları af eder.
   (50) Bekleme sürerken mimar çıkageldi. İşçilere neden çalışmadıkları sordu. İşçiler, Hacivat ve Karagöz gelene kadar çalışmayacaklarını söylediler. Mimar, kesinlikle böyle bir şey yapmamaları konusunda onları uyardı. Çünkü bu cami Bursa'nın ilk camisi olacaktı ve Orhan Bey, camiyi kendi adına yaptırıyordu. Bu yüzden caminin bir an önce bitmesini istiyordu. Ama işçiler çok kararlıydılar. Karagöz'le Hacivat'ın bir suçları olmadığını ve derhal serbest kalmaları gerektiğini söylüyorlardı.
   (51) İkisi de gelene kadar işçilerin kesinlikle çalışmayacaklarını anlayan mimar, kara kara düşünmeye başladı. İşte tam bu sırada Hacivat ve Karagöz çıkageldiler. Herkes çok sevinçliydi. Onlara sarılıp öptüler. Herkes nasıl serbest bırakıldıklarını sordu. Hacivat, Orhan Bey'in merhametli biri olduğunu, siniri geçince de onları hapisten çıkardığını söyledi.
   (52) Karagöz ve Hacivat serbest bırakıldığı için Çomar ve Dobiş, derin bir nefes aldılar. “Ya bizim yüzümüzden idam edilselerdi, ne yapardık o zaman? Kendimizi asla af etmezdik.” diye düşündüler.
   (53) Ertesi gün cami inşaatı devam ederken, yaşlı bir kadın işçilere tepsi tepsi baklava getirdi. İşçiler tatlıları afiyetle yerken, birdenbire Karagöz ile Hacivat yine tartışmaya başladılar. Tartışmanın sebebi bu kez Hacivat'ın, Karagöz'den daha fazla tatlı yemesiydi. Onlar tartışırlarken işçiler, yine katıla katıla gülüyorlardı.
   (54) Dobiş, birden Orhan Bey'in askerleriyle cami inşaatına doğru geldiklerini gördü. Hemen Çomar’ı dürttü.
-Eyvah, Orhan Bey geliyor Çomar!
-Eyvahlar olsun!  Orhan Bey, bu sefer Karagöz ve Hacivat’ı asla af etmez.
-Bence de Çomar, bence de af etmez.
-Hemen kutunun düğmesine bas, gidelim Dobiş. Hacivat ve Karagöz'ün başına gelecekleri görmek istemiyorum.
-Havlayarak uyarsak onları, belki susup tekrar işlerinin başına dönerler.
-Çok geç Dobiş! Baksana, Orhan Bey ve askerleri çok yaklaştılar. Tartışmalarını kesin duymuşlardır.
-Elveda Hacivat.
-Elveda Karagöz.
-İnşallah, başınıza bir şey gelmez!
   (55) Dobiş, kutuyu yere koydu ve patisiyle üzerine çok sert vurdu. Kutunun kapağı açılır açılmaz da düğmesine bastılar. Ortam yine değişmişti. Her yer evdi ve nüfus daha kalabalıktı. Ama ters giden bir şeyler vardı. Askerler, devriye geziyorlardı ve bu askerler hiç de Türk askerine benzemiyorlardı.


   (56) Yıl 1921’di. Osmanlı Devleti artık son günlerini yaşıyordu. Bursa, Yunan askerlerince işgal edilmişti. Çomar ve Dobiş, Orhan Camisi’nin bitmiş halini görünce merakla etrafında bir tur attılar. Orhan Camisi’nin 150 metre sağındaki Ulucami’yi görünce gözlerine inanamadılar. Çünkü çok büyük bir camiydi. Hemen Ulucami’ye gidip çevresini dolaştılar. Caminin hemen yan tarafına, Kapalıçarşı ve birçok han yapılmıştı. Çomar, caminin duvar dibine yatmış bir köpek gördü. Hemen yanına gittiler. Çomar, onunla konuşmaya başladı.
-Köpek kardeş, bu askerler kim? Niye şehir içinde devriye geziyorlar?
-Sen ayakta mı uyuyorsun köpek kardeş? Olan biteni hiç mi fark etmedin?
-Şey biz çok uzaktan geliyoruz. O yüzden neler olduğunu bilmiyoruz.
-Bursa işgal altında. Yunan askerleri şehri işgal edeli neredeyse 2 yıl oldu.
-İşgal nedir?
-Yani Yunan askerleri, Bursa'yı zorla ele geçirdiler. Artık Türk askeri diye bir şey yok. Burada zorla evlere giriyorlar, insanları tutukluyorlar, hatta öldürüyorlar.
   (57) Bu sırada Dobiş, araya girerek saf saf konuşmaya başlar.
-Üzülme kardeş! Yakında Mustafa Kemal Paşa, bunları denize döküp, yok eder.
-Ne Mustafa'sı ne paşası? Adamlar her yeri işgal etmişler. Boş yere hayal kurmayın.
-Ne hayali kardeş?  Ben Bursa'nın Kurtuluş Günü törenlerine kaç kere katıldım.
-Kör müsün kardeş? Bursa hala işgal altında. Sahi siz kimsiniz? Nereden geliyorsunuz?
-Biz gelecekten geliyoruz kardeş.
   (57) Dobiş’in saçmalaması karşısında daha fazla dayanamayan Çomar, ona müdahale eder.
-Dobiş, sus artık! Ayrıntıya inme lütfen.
-Keh keh keh ... Gelecekten geliyorlarmış. Gelmişken yiyecek bir şeyler de gitmeseydiniz.  Açlıktan ölüyoruz çünkü. Keh keh keh …
-Ya valla doğru söylüyorum. Arabalar, televizyonlar, uçaklar, füzeler, cep telefonları…
   (58) Dobiş’in iyice saçmaladığını gören Çomar, Dobiş’i zorla oradan uzaklaştırdı. Ama uzaktan köpeğin alaylı konuşmaları ve gülme sesleri hala duyuluyordu. “Gelecekten geliyorlarmış. Keh keh keh…”
   (59) Ne yapacaklarını bilemeyen Çomar ve Dobiş, Bursa'yı dolaştılar. Orhan Bey’den sonra bir sürü eserler yapılmıştı. Üftade Camisi ve Türbesi, Somuncu Baba'nın Fırını, Yeşil Cami, Yeşil Türbe, Yıldırım Camisi ve Türbesi, Emirhan, Geyve Han, Kozahan, Emir Sultan Camisi ve Türbesi. Gezmekle bitecek gibi değildi. Son gezdikleri yer olan Emir Sultan Camisi'nin duvarının dibine uzantılar. Kimse onları rahatsız etmiyordu. Hatta birçok insan onlara ekmek ve simit veriyordu. Dobiş, aklına takılan bir soruyu Çomar’a sordu.
-Türkler çok güçlüydüler. Niye bu duruma düştüler acaba?
-Sebebi çok basit Dobiş. Bir bisikletin devrilmemesi ve sürekli gitmesi için pedallarının devamlı çevrilmesi gerekir.
-Yani tembellik mi yaptılar?
-Tam olarak değil. Bazen çalışırsın, hatta çok çalışırsın ama çalışıp yaptığın şeylerin artık modası yani zamanı geçmiştir. Bu yüzden bütün çalışman boşa gider.
-Ne diyorsun Çomar? Hem çalış, hem de tüm çalışman boşa gitsin. Olur mu öyle şey?
-Yani sen kılıçla savaşa gidersin ama düşmanın tüfeği icat etmiştir. İstediğin kadar kılıcı iyi kullan, eğer tüfeğin yoksa savaşta yenilirsin.
-Vay be, ne güzel açıkladın Çomar!
   (60) Çomar, tam bu sırada yanındaki insanların kısık sesle bir şeyler konuştuklarını duydu. Adamın biri yanındakilere bir şeyler söylüyordu.
-Bu gece Tophane'deki Yunan cephaneliğini havaya uçuracağız.
-Emredersiniz Yüzbaşım.
-Saat 03.30’da Altıparmak’taki Balıkçı Yakup'un orada hazır olun!
-Emredersiniz Yüzbaşım.
-Ve kesinlikle çok dikkatli olun! Yunan devriyelerine ve nöbetçilerine sakın yakalanmayın.
   (61) Bu konuşanlar Türk vatanseverlerdi. Yurtlarının düşman işgalinden kurtulması için çalışıyorlardı. Özellikle geceleri düşman askerlerine ve onlara ait cephaneliklere saldırıyorlardı. Telefon ve telgraf tellerine kesiyorlardı. Böylece düşmanın moralini bozmaya çalışıyorlardı.
   (62) Çomar ve Dobiş, hemen Türk vatanseverlerin yanlarına gittiler. Onları fark eden Yüzbaşı Tevfik, onların başlarını okşayıp sevdi. Ama sürekli  “Emredersiniz komutanım.” diyen Kara Tahir, köpeklerden biraz korkuyordu. Köpekler kendilerini sevdirmek için onun yanına gelince farkında olmadan onlara ”Hoşşşt” deyip biraz geri çekildi. Kara Tahir’in bu halini gören Yüzbaşı çok şaşırdı.
-Neee, köpeklerden mi korkuyorsun yoksa?
-Şey Yüzbaşım, çocukken köpek ısırmıştı da …
-Tahir, biz düşmanı yurdumuzdan kovmaya çalışıyoruz ama sen daha içindeki köpek korkusundan kurtulamamışsın.
-Doğru diyorsunuz, af edersiniz komutanım.
-Hadi hemen arkadaşlarına haber ver. Herkes tam zamanında Balıkçı Yakup'un orada hazır olsun.
-Emredersiniz Yüzbaşım.
   (63) Herkes dağılırken Çomar ve Dobiş, Yüzbaşı Tevfik’i  takip ettiler. Yüzbaşı da onlardan rahatsızlık duymadı. Yol boyunca onlarla ilgilendi ve sevdi. Yüzbaşı, buluşma saati olan 03.30’a kadar birkaç eve uğradı. Buralarda kısa süreli kaldıktan sonra buluşma yeri olan Balıkçı Yakup'a gitti. Balıkçı Yakup'la beraber on bir kişi yüzbaşıyı bekliyordu.
   (64) Yüzbaşı hemen görev paylaşımı yaptı ve bu geceki görevlerinin Tophane'deki Yunan cephaneliğini havaya uçurmak olduğunu söyledi. Vakit geçirmeden de Tophane’ye doğru yola çıktılar. Çomar ve Dobiş de onları takip ettiler.
   (65) Cephaneliğe kadar o bölgede nöbet tutan üç nöbetçiyi, kolayca etkisiz hale getirdiler. Cephaneliğin önünde beş nöbetçi daha vardı. Ancak Yüzbaşı, cephaneliğin otuz metre kadar üstündeki tepede, nöbet tutan iki nöbetçiyi fark edememişti. Çomar ise o nöbetçileri çoktan görmüştü. Ne de olsa bir köpekti. Gözleri keskin, kulakları ve burunları hassastı. Ama yüzbaşıyı uyarmaya kalksa, kendisini anlamayacağını biliyordu. O yüzden hemen Dobiş’i uyardı.
-Dobiş, yüzbaşı ve arkadaşları tuzağa düşecekler. Bunu hemen önlememiz lazım.
-Ne tuzağı?
-Cephaneliğin üstüne baksana! İki nöbetçi var. Biraz sonra bizimkileri fark ederler.
-Haklısın Çomar. Nöbetçileri ben de gördüm  .
-Hemen gidip nöbetçilerin dikkatlerini dağıtalım.
-Fazla vaktimiz yok, hemen gidelim!


   (66) Çomar ve Dobiş, hızla tepeye tırmandılar. Köpek oldukları için nöbetçilerin dikkatlerini çekmemişlerdi. Biraz sonra da tepedeki nöbetçilerin yanlarına vardılar. Nöbetçilerin önünde bir makineli tüfek vardı. Eğer yüzbaşı ve arkadaşlarını fark ederlerse onları kesinlikle öldürürlerdi.
   (67) Çomar ve Dobiş, nöbetçilerin dikkatlerini dağıtmak için her şeyi yaptılar. Nöbetçiler de bir baskın beklemedikleri için köpeklerle oynamaya başladılar. Bu sırada Yüzbaşı Tevfik ve adamları cephaneliğin önündeki nöbetçileri sessizce etkisiz hale getirip, içeriye girdiler.
   (68) Yüzbaşı Tevfik, dışarı çıktığında elinde uzun bir fitil vardı. Hemen fitili ateşledi ve vatanseverlerle beraber hemen oradan uzaklaştılar. Çomar, vatanseverlerin uzaklaştığını görünce, Dobiş’i uyardı. Onunla beraber hemen tepeyi terk ettiler. Yunan nöbetçiler ne olduğunu anlayamadan biraz sonra büyük bir patlama oldu. İlk patlamadan sonra bir çok patlama daha oldu. Bursa’yı işgal eden Yunan ordusunun artık bir cephanesi yoktu. Yardım gelmeden de uzun süre Bursa'da kalmaları artık mümkün değildi.
   (69) Patlamadan sonra Yunan askerleri, hızla cephanelik bölgesine gelirken Yüzbaşı Tevfik ve arkadaşları, koşarak oradan uzaklaştılar. Biraz sonra da Dobiş ve Çomar, onlara yetiştiler. Onların geldiğini gören Yüzbaşı:
-Kuçu kuçular, neredeydiniz? Size bir şey oldu diye çok korktum, dedi. Kara Tahir, Yüzbaşı Tevfik’e:
-Baktılar ki iş çok tehlikeli, hemen kaçıp saklamışlardır komutanım.
-Kim bilir Tahir bey? Belki de biz farkında olmadan bize, çok büyük bir yardımda bulunmuşlardır.
-Bunlar mı komutanım? Keh keh keh …  Baksanıza kendilerine bile faydaları yok bunların.
   (70) Kara Tahir'in kendileri ile dalga geçtiğini gören Çomar ve Dobiş, onu kovalamaya başladılar. Kara Tahir, onlara “Hoşşşt” dedikçe daha çok sinirlendiler. Sonunda Kara Tahir’i bir köşeye sıkıştırdılar. Birisi bir paçasından, diğeri de öbür paçasından ısırdı. Kara Tahir, yere düştüğü sırada da Yunan askerleri geldiler. Yunan komutan, Kara Tahir’i hemen tanıdı.
-Bu Kara Tahir, hemen yakalayın!
-Komutanım, Kara Tahir’i bu köpekler yakaladılar. Bunlar kahraman Yunan köpekleri olmalı.
-Askerler, köpekleri de alın! Hemen karargaha geri dönüyoruz.
   (71) Kara Tahir’in  yakalanış haberi ertesi gün Yunan gazetelerinde manşetten verilmişti. Çomar ve Dobiş’in resimleri de vardı. Resimlerin altında “Kahraman Yunan Köpekleri” yazıyordu. Yunan askerleri Çomar ve Dobiş’e çok iyi baktılar.  Onlara bol bol kemik verdiler. Ama Çomar da Dobiş de bu durumdan hiç memnun değillerdi.
-Ben bu kemikleri yemem Dobiş.
-Ben de yemem Çomar.
-Görüyor musun Dobiş?  Bir anlık kızgınlıkla kendi askerlerimize zarar, düşmana da moral verdik.
-Bizim yüzümüzden Kara Tahir’i yakaladılar. Yazıklar olsun bize!
-Gece olunca gidip Yüzbaşı’yı bulacağım. Kara Tahir'i kurtarmalarını sağlayacağım.
-Tamam, kendimizi ancak böyle af ettiririz.
-Durup dururken kahraman Yunan köpeği olduk. Bu ne şanssızlık ya!
-Evet Çomar, onlara göre kahraman, bizimkilere göre de hain olduk. Bu çok onur kırıcı bir şey.
-Ben gidince sakın buradan ayrılma! Yokluğumu fark etmemeleri gerekiyor.
-Tamam Çomar.
   (72) Çomar, hızla yüzbaşı Tevfik’i aramaya başladı. Çok geçmeden onu yine Emir Sultan Camisi yakınlarında buldu. Çomar’ı gören Yüzbaşı onunla ilgilendi. Çomar, Kara Tahir’in yakalandığını ona nasıl anlatacağını bilemedi. Önce havladı ama Yüzbaşı bu havlamalardan hiçbir şey anlamadı. Bir türlü Yüzbaşı’ya derdini anlatamayan Çomar’ın aklına, sonunda başka bir fikir geldi. Çomar, Yüzbaşı’nın yanından hızla uzaklaşmış gibi yapıp, yine hızla onun yanına geldi. Ona kendisini takip etmesi gerektiğini anlatmaya çalıştı. Ancak Yüzbaşı, bu sefer de Çomar’ın oyun oynamak istediğini sandı. Çomar, bu defa Yüzbaşı’nın elbise kolundan hafifçe ısırarak, onu bir yere götürmek istediğini anlatmak istedi. Yüzbaşı “Bu köpek daha önce hiç böyle davranmıyordu. Belli ki bana bir şeyler anlatarak, kendisini takip etmemi istiyor.” diye düşündü.
   (73) Yüzbaşı, bu defa onun vermek istediği mesaj anlamıştı. Hemen Çomar’ı takip etmeye başladı. Yunan karargahına yaklaştıklarında Yüzbaşı yavaşladı, tanınmaktan korkuyordu. Çünkü Yunan askerleri her yerde onu arıyorlardı.
   (74) Çomar, Yüzbaşı’yı gizli geçitten karargaha sokarak, hapishanenin arkasına kadar götürdü. Onları gören Dobiş, hemen etrafı gözetleyerek, nöbet tutmaya başladı. Yüzbaşı, kendi kendine söylenen Kara Tahir'in sesini duyunca hemen pencereden içeriye baktı. Kara Tahir, kendisini kovalayarak yakalanmasına sebep olan Çomar’la Dobiş’e kızıyor, onlara verip veriştiriyordu.
“Şuraya bak! İki uyuz köpek yüzünden Yunan’a kolayca yakalandım. Ah, o köpekler şimdi burada olacaklardı ki! Ah, şimdi burada olacaklardı ki!” diye söyleniyordu.
   (75) Kendi kendine söylenen Kara Tahir’i gülümseyerek izleyen Yüzbaşı Tevfik, ona yavaşça seslendi.
-Tahir, Tahir!
-Komutanım, aman Allah'ım! Yoksa sizi de mi yakaladılar?
-Ne yakalanması Kara Tahir? Yakalanan insan, dışarıda mı olur? Bak sen içerdesin, ben de dışarıdayım.
-Şaşkınlıktan ne dediğimi biliyor muyum komutanım!
-Tamam, sakin ol! Seni kurtarmaya geldik.
-Yanınızda başka kimler var?
-Sadece ben ve köpekler.
-Neeee, kovun o köpekleri Yüzbaşım!  Hain onlar hain. Ben onların yüzünden buradayım zaten.
-Sessiz ol Tahir, sessiz ol! O köpekler olmasaydı, senin yerini bulamazdık. Hatta senin yakalandığından bile haberimiz yoktu.
-Ama nasıl olur? Hain değil miydi onlar?
-Niye hain olsunlar? Köpeklerden biri gelip beni buldu. Sonra da kolumdan çekerek buraya kadar getirdi beni.
- Hay Allah ya! Ben de deminden beri onlara kızıp duruyordum.
- Her neyse! Şimdi seni kurtaracağım.


   (76) Kara Tahir, köpekleri hain sandığı için ve deminden beri onlara verip veriştirdi için çok utanmıştı. Demek ki, olayların aslını öğrenmeden, hiç kimse hakkında kötü düşünmemek gerekiyordu.
   (77) Yüzbaşı Tevfik, hemen köpeklerle beraber hapishanenin ön tarafına gitti. Kapıda nöbet tutan iki askerden başka, civarda hiçbir Yunan askeri yoktu. Yüzbaşı, Dobiş ve Çomar’a hemen nöbetçilere saldırmaları söyledi. Onlar da saatlerdir ayakta durmaktan yorulmuş olan Yunan askerlerine saldırdılar. Ne olduğunu anlamayan askerler, silahlarını bile kullanamadan yere düştüler. Köpekler, askerlerin üzerlerine çıkarak dişlerini gösterdiler ve sürekli havladılar. Askerler, korktukları için yerlerinden bile kalkmadılar.
   (78) Yüzbaşı, nöbetçi askerlerin birinden hemen hapishanenin anahtarını aldı ve Kara Tahir'i kurtardı. Sonra da yerdeki Yunan askerlerini kaldırıp hapishaneye attılar. Üstlerinden de kapıları kilitleyip hemen oradan uzaklaştılar.
   (79) Emirsultan civarına gelince Kara Tahir, Çomar ile Dobiş’i sevdi, okşadı. Onlara yemeleri için bir şeyler verdi. Hatta onlara isimler bile verdi. Çomarın adını Paşa, Dobiş’in adını da Çavuş koydu. Dobiş koyulan bu adlara biraz alındı. “Çomar niye Paşa, ben niye çavuş oluyorum. Bari bana da Albay adını koysaydı.” diye sitem etti. Sonra da bu adların çok da önemli olmadığını düşündü. Çünkü biraz sonra kendi zamanlarına gittiklerinde bu adları değil, gerçek adları olan Çomar ve Dobiş’i kullanacaklardı.
   (80) Çomar ve Dobiş, artık buradan ayrılmaları gerektiğine inanarak kutunun düğmesine bastılar. Ortam yine değişmişti. Bu sefer Efelerin evlerinin önündeydiler. Çomar, doğru zamana geldiklerine inanarak çok sevindi.
-Yaşasın yaşasın, artık doğru zamandayız!
-İnşallah öyledir Çomar!
-İşte ev, iş  kulübem ve işte köpek maması ile dolu kabım. Hiçbir sıkıntı yok Dobiş.
-Vay be, az daha zamanda kayboluyorduk Çomar!
-Çok şükür, sonunda evimize geri döndük. Kabus bitti artık.
   (81) Tam bu sırada Efelerin evinin kapısı açıldı. Dışarıya elinde çantasıyla küçük bir çocuk çıktı. Bir kadın da elinden tutmuş onu okula götürüyordu. Çomar ve Dobiş, şaşkın şaşkın birbirlerine baktılar. Evden çıkanları tanımıyorlardı. Okula giden çocuğun üzerinde de siyah bir önlük vardı. Halbuki öğrenciler, artık önlük siyah giymiyorlardı. Evin dış boyası da farklıydı. İkisi de bir şeylerin ters gittiğini anladılar
   (82) Onlar ne olduğunu anlamaya çalışırken, birden  bir köpek  yanlarına havlayarak geldi ve onları evin bahçesinden kovaladı. Köpek, Çomar ve Dobiş uzaklaşana kadar da havlamaya ve hırlamaya devam etti. Yabancı bir köpek tarafından evlerinden de kovulmuşlardı. Bu köpek de nereden çıkmıştı? Yoksa Çomar, uzunca bir süre ortalarda gözükmediği için, onun yerine başka bir köpek mi almışlardı? Olanlara daha fazla dayanamayan ve ne olduğunu hala anlayamayan Dobiş, Çomar’a soru üstünde soru sormaya başladı.
-Çomar ne oluyor? Kim bunlar?
-Bilmiyorum Dobiş. Doğru yerdeyiz ama tanıdık hiç kimse yok. Kulübemde de yabancı bir köpek var.
   (83) Bu sırada Kayaların evine bakan Dobiş, çok şaşırmıştı.
-Anaaaa, Çomar bizim eve bak!
-Dobiş, evinize ne olmuş? Eski haline geri dönmüş. Halbuki eski eviniz onarılarak yepyeni bir eve dönüşmüştü.
-Aaaa, kulübem de yok ortada!
-Kapıdan çıkana bak. Ama bu Kaya'nın babası Ali Bey değil.  Peki kim bu adam?
-Çomar neler oluyor. Hiçbir şey anlamıyorum.
-Bilmiyorum Dobiş, bilmiyorum. Şuradan iki dakikalığına ayrıldık, herkesin tipi değişmiş.
   (84) Gördüklerine daha fazla dayanamayan Dobiş, ağlamaya başladı.
-Ühü ühü ühü…  Evsiz kaldım. Sokak köpeği oldum. Artık ne bir sahibim, ne de bir kulübem var.
-Maalesef Dobiş, ben de aynı durumdayım!
   (85) Öğleden sonra, Efelerin evindeki çocuk okuldan geldi. Yemeğini yedikten sonra, ödevlerini yapmadan bahçeye çıkıp oyun oynamaya başladı. Çomar ve Dobiş, oradan fazla uzaklaşmayarak karşı evin bahçesinde çaresizce beklediler ve oyun oynayan çocuğu seyrettiler. Çomar çocuğu dikkatlice inceliyordu. Sanki onu birine benzetecek gibi oluyordu ama bir türlü kime benzettiğini bulamıyordu. Ta ki yarım saat kadar sonra çocuğun annesi onu çağırana kadar. “Ömer hadi ama, bu kadar oyun yeter! Ödevlerini yap artık.”  Kadının, çocuğuna Ömer diye seslenmesi üzerine Çomar,  birden  kulaklarını dikti ve çocuğu kime benzettiğini buldu.
-Dobiş, bu çocuk Efe'nin babası Ömer bey olmalı!
-Neee,  Ömer bey mi?
-Evet evet o! Ta kendisi.
-Ne olmuş Ömer beye böyle! Banyo yaparken çekmiş, ufalmış galiba.
-Saçmalama Dobiş, ne çekmesi ne ufalması!
-Eeee, ne olmuş peki? Ömer bey niye bu halde?
-Zaman makinesi bizi Ömer beyin çocukluğuna getirmiş olmalı.
-Keh keh keh… Şu kısa donlu Ömer beye bak hele!
-Keh keh keh ... Bir de Efe'ye ders çalışmıyor diye kızardı. Efe’nin kime çektiği belli oldu. Gör bak, biraz sonra annesi, Ömer beye çok kötü kızacak.
-Neden Çomar?
-Çünkü annesinin sözünü dinlemeyip hala içeriye girmedi.


   (86) Gerçekten de biraz sonra annesi tekrar çocuğuna seslendi. Ama bu sefer biraz sinirliydi.
-Ömeeeeer, niye lafımı dinlemiyorsun? Hemen eve gel ve ödevlerini yap. Çabuuuuk!
-Öf anne ya, Ödev, ödev, ödev, hep ödev! Büyüyünce çocuğum olsun, ona ödev mödev yaptırmayacağım.
-Anneye öf denmez, çabuk İçeriye gir!
-Bana ne ya, bana ne!
-Sen bilirsin Ömer. Akşama babana söylediğimde, başına ne geleceğini biliyorsun değil mi?
-Öf anne ya! Babamı niye karıştırıyorsun şimdi?
-Anneye öflenilmez! Çabuk ödevinin başına geç.
-Ödev, ödev, ödev yap yap bitmiyor. Her gün de ödev olur mu ya?
-Her gün yemek yerken söylenmiyorsun ama!
-Ödevle yemek aynı şey mi anne ya?
-Sen hala ödevlerini yapmaya başlamadın mı? İstersen akşam babanla beraber yap.
-Tamam tamam, hemen yapıyorum.
-Yap ama baştan savma yapma! Ödevlerin bitince kontrol edeceğim ona göre ha.
   (87) Ömer beyin de ödevlerini annesinin zorlamasıyla yaptığını gören Dobiş, Çomar’a seslendi.
-Çomar, gördün mü? Ömer bey de çok çalışkan değilmiş yani.
-Gördüm gördüm. Keh keh keh…
-Çomar, ben evimi çok özledim. Gidelim artık.
-Tamam Dobiş tamam. Şu Ömer beyin yanında birkaç gün daha kalmak isterdim ama neyse. Bu gördüklerimiz de yeter bize.
   (88) Dobiş, kutuya sertçe vurarak kapağını açtı ve düğmesine bastı. Ortam yine değişmişti. Bu sefer doğru zamandaydılar. Efelerin evi bıraktıkları gibiydi. Dobişlerin evi de aynıydı. Kulübelerinde de başka köpek yoktu. İkisi de gördükleri karşısında çok mutluydular. Artık kendi evlerindeydiler.
-Yaşasın Çomar, evimize geri döndük!
-Dobiş bak, kapı açılıyor. Çıkan İnşallah Efe ya da Yeliz’dir.
-Çıkan Ömer beymiş. Hey maşallah, büyümüş de kocaman adam olmuş. Keh keh keh…
-Bak bak! Arkasından da Efe ve Yeliz çıkıyorlar.
   (89) Efe ve Yeliz ellerinde okul çantalarıyla dışarıya çıktılar. Ömer bey arabasına binerken, okul servisini bekleyen çocuklarına nasihat etti.
-Öğretmeninizi iyi dinleyin, yaramaz arkadaşlarınıza uyup da öğretmeninizi üzmeyin. Ben gelmeden de ödevlerinizi bitirmiş olun.
-Ay, baba her gün aynı şeyi söylüyorsun!
-Özellikle sen Efe. Senin ödevlerini özellikle kontrol edeceğim.
-Niye ya?
-Biraz baştan savma yapıyorsun da ondan. Halbuki ben çocukken ödevlerimi özenerek yapardım. Annemin, babamın lafını da ikiletmezdim.
-Bak Çomar bak! Ömer bey coştu yine. Nasihat üzerine nasihat ediyor.
-Biz senin kısa donlu, ödev yapmayan halini de biliriz Ömer efendi. Keh keh keh…
-İlahi Çomar! İyi ki insanlar bizi anlamıyorlar. Yoksa Ömer beyin senden çekeceği varmış. Kafasını artık her gün şişirdin.
-Keşke bir kameramız olsaydı. Ömer beyin çocukluğunu çekerdik. Keh keh keh…
   (90) Çomar ve Dobiş, evlerine kavuşmanın getirdiği mutlulukla kulübelerine giderek mamalarını yediler. Yaşadıkları heyecan, korku, stres ve yorgunluktan dolayı çok yorgunlardı. Hemen patilerinin üzerine başlarına koyarak uzun bir uykuya daldılar.
   (91) Onlar uyurken zaman makinelerinin kaybolduğunu fark eden uzaylılar, Çomar’ın kulübesine gelerek onu geri aldılar. Kutuyu inceleyen uzaylılar, Çomar ve Dobiş’in, geçmişe yolculuk yaptığını anladılar. İkisinin de geçmişe yaptıkları yolculukla ilgili tüm hafızalarını sildiler. Birkaç saat sonra uyanan Çomar ve Dobiş, geçmişe yaptıkları yolculukla ilgili hiçbir şey hatırlamadılar.
Hiçbir şey olmamış gibi normal yaşantılarına devam ettiler.

- SON –

Beğendiyseniz yorum yapmayı ve paylaşmayı unutmayın. :)


Yorum Gönder

0 Yorumlar