İlkokul Hikaye Yazma Etkinlikleri
(2) Efe, hemen Ali
beylere gitti. Babasının onları, çay içmek için davet ettiğini söyledi. Ali bey
“Tamam Efeciğim, biraz sonra geliriz.” diyerek daveti kabul etti. Seval Hanım
çayı demleyip, çerezleri tabaklara koydu. Efe, Kardeşi Yeliz’le beraber,
masanın hazırlanmasında annesine yardım etti. Çay bardaklarını ve çerez
tabaklarını masaya getirip yerleştirdiler. Çok geçmeden Ali beyler de çıkageldiler.
Efe, arkadaşı Kaya’nın da geldiğini görünce çok sevindi. Çünkü Kaya, en iyi
arkadaşıydı. Üç gün önce babaannesinin yanına gitmişti. Efe, onun eve döndüğünü
bilmiyordu. O yüzden onu görünce hem şaşırdı, hem de çok sevindi. Onların
gelmeleriyle beraber çaylar içilmeye, çerezler yenilmeye ve havadan sudan
sohbetler edilmeye başlandı.
(3) Efe, Yeliz ve Kaya
yan yana oturuyorlardı. Onların önüne çay yerine birer bardak meyve suyu ve
büyük bir tabak da çerez konuldu. Çocuklar anne, babalarının yanlarında
oturdukları için kendilerini büyümüş hissediyorlardı. Hem onların sohbetlerini
dinliyorlar, hem de önlerine konulan şeyleri keyifle yiyip içiyorlardı.
(4) Ali beylerin köpeği
Dobiş de biraz sonra arkadaşı Çomar`ın yanına gelip uzandı. Dobiş`in gözleri
masada oturanların ağızlarındaydı. Sürekli onların ağızlarına bakıyordu.
Onların ne yediklerini anlamaya çalışıyordu. “Acaba yediklerinden bize de
verirler mi?” diye de içinden geçiriyordu. Biraz sonra beklemekten sıkılan ve kendilerine
bir şey verilmeyeceğini anlayan Dobiş`in sabrı iyice tükendi ve söylenmeye
başladı.
-Pis boğazlar, ne
olacak? Şurada iki gariban köpek var. İki lokma da şunların önlerine bir şeyler
atalım, onlar da yesinler, diye düşünmüyorlar hiç. Hep kendileri yiyorlar. Sahi
bunlar ne yiyorlar Çomar, biliyor musun?
- Sana ne Dobiş? Ne
yiyorlarsa yiyorlar.
-Öyle deme Çomar,
insan köpeğine de kendi yediklerinden vermez mi hiç?
-Çerez mi yiyeceksin
yani?
-Çerez mi? Olsun, onu
da yerim ne olacak ki?
-Çekirdek, fındık,
fıstık, çam fıstığı yiyorlar. Hepsi de kabuklu görmüyor musun?
-Ne var ki bunda?
-Çerezlerin
kabuklarını çitleyerek ya da kırarak yiyorlar. Sen nasıl yiyeceksin bunları?
Kabuklarıyla mı?
(5) Köpekler kendi
aralarında sohbete devam ederlerken Yeliz, gökyüzünde bir yıldızın kaydığını
gördü. Böyle bir şeyi ilk kez gördüğü için heyecanlandı. Kayan yıldızı
parmağıyla herkese göstermek istedi.
-Aaa bakın, bir yıldız
kayıyor!
Daha önce kayan bir
yıldız görmeyen Efe, merakla ve heyecanla sordu.
-Hani Yeliz nerede?
-Şu taraftaydı Efe.
Bir anda gözden kayboluverdi.
-Tüh be kaçırdım
desene! Sen gördün mü bari Kaya?
-Maalesef ben de
göremedim Efe!
(6) Çocuklar, kendi
aralarında hararetli hararetli konuşurlarken büyükler de konuya dahil oldular.
Ali bey:
-Çocuklar, aslında
yıldızlar kaymazlar. Kayan şey bir meteordur, dedi. Kaya, babası Ali
beye:
-Baba, meteor nedir,
diye sorunca babası:
-Meteor, göktaşıdır
oğlum. Dünyamıza her gün onlarca meteor yani göktaşı çarpar. Bunların hemen
hepsi de atmosferde yanarak yok olurlar. Bazıları büyük olduğu için biraz daha geç
yok olur. Onları görenler de yıldız kaydığını sanarlar, diye cevap
verdi. Kaya:
-Baba, belki de o
göktaşı değildi. Belki bir uzay gemisiydi. İçinde de uzaylılar vardı. Olamaz mı,
diye karşılık verdi. Bunun üzerine Ali bey:
-Olabilir oğlum!
Neden olmasın, dedi. Ali beyin “Olabilir.” demesi üzerine Yeliz heyecanlandı ve
ona:
-Ali amca, gerçekten
uzaylılar var mı, diye sordu. Ali bey:
-Ben uzaylıların
olduklarına inanıyorum Yeliz, dedi. Bunun üzerine Efe de uzaylılara inandığını
söyleyerek:
-Hatta insanları
kaçırıp uzay gemilerinde inceliyorlarmış. Onlarla ilgili deneyler yapıyorlarmış,
dedi.
(7) Onlar kendi
aralarında konuşurlarken Dobiş ve Çomar da onları ilgiyle ve şaşkınlıkla
dinliyorlardı. Kendilerince uzaylıların nasıl varlıklar olduklarını hayal
etmeye çalışıyorlardı. Acaba uzaylılar, insanlara benziyorlar mıydı? Boyları,
elleri, bacakları ve yüzleri nasıldı? Saçları var mıydı? Kafalarında uzaylılar
hakkında onlarca soru vardı ama nedense Dobiş, uzaylıların varlıklarına pek
inanmadı. Bunu Çomar`a da söyledi.
-Senin sahiplerinin
de amma geniş hayal gücü varmış ha! Yok uzaylılar varmış da, yok insanları
kaçırıp inceliyorlarmış da…. Saçma sapan şeyler bunlar! Sen ne düşünüyorsun
Çomar? Sence de uzaylılar var mıdır?
-Bence de uzaylılar
vardır Dobiş. Hatta köpekleri bile vardır.
-Yok artık Çomar.
Senin hayal gücün bizimkilerden de fazlaymış.
-Uzaylılar niye
olmasın Dobiş?
-Niye olsun Çomar?
-Olur Dobiş olur. Bu
dünyada bir Dobiş varsa, başka bir gezegende de uzaylı bir Zobiş niye olmasın?
-Yani bu dünyada
senin gibi bir Çomar varsa, başka bir gezegende de uzaylı bir Şomar olabilir
diyorsun. Öyle mi?
(8) O ona Zobiş, o ona
Şomar diyerek birbirlerini iyice kızdırdılar. Biraz sonra da hırlaştılar,
havlaştılar ve birbirlerine girdiler. Sahipleri sohbet etmeyi bırakıp “Ne
oluyor bu hayvanlara, niye durup dururken hırlaşıp, havlaşmaya başladılar?”
dercesine onlara baktılar. Ali ve Ömer beyler yerlerinden kalkarak köpeklerin
yanlarına gittiler ve onları zar zor ayırdılar. Ali Bey, Dobiş’i kulübesine
götürdü ama Dobiş oldukça sinirliydi. Yan gözle sürekli Çomar’a bakarak
kızgınlığının hala geçmediğini ona göstermeye çalışıyordu. Bir taraftan da
“Yahu biz niye kavga ettik şimdi?” diye de içinden geçiriyordu. Çomar’ın siniri
çabuk geçti. Biraz sakinleşince “Allah Allah, biz Dobiş’le durup dururken niye hırlaştık
ki?” diye düşündü ve kavga ettiğine çok pişman oldu.
(9) Masaya geri dönen Ali
bey, gülerek köpeklerin niye kavga ettikleri konusunda kendince bir tahminde
bulundu.
-Ömer bey, bu
köpekler bizim konuşmalarımızdan etkilenerek uzaylılar vardır, yoktur, diye
tartışıp birbirlerine girmiş olmasınlar sakın.
-Yahu hayvan bunlar
Ali Bey. Bırakın Uzaylıları, kendilerinden bile haberleri yoktur bunların.
-Evet komşum
haklısın. Tek bildikleri etrafa aval aval bakmak, sonra da yan gelip yatmaktır.
Şahsen bizim Dobiş, her zaman öyle yapar.
Efe de Çomar
hakkındaki düşüncelerini söyleyerek, söze karıştı.
-Evet Ali amca
haklısınız. Bizim Çomar da ancak mamasını yiyip, oynamak için attığım topun
peşine düşer.
(10) Efe'nin bu sözleri
üzerine herkes güldü. Gülmeyenler sadece Çomar ve Dobiş’ti. İnsanların,
işlerini güçlerini bırakıp kendileri hakkında konuşmaları hiç hoşlarına
gitmemişti. Çomar, Efe’nin söylediklerine çok içerlemişti.
- Töbe töbe bir de
sahibim olacaksın Efe. Beni koruyup kollayacağına, utanmadan aleyhimde
konuşuyorsun. Ben köpeğim başka ne yapabilirim ki? Tabi ki de yiyeceğim,
yatacağım, havlayacağım ve oynayacağım.
(11) Dobiş, küslüğe daha
fazla dayanamayarak kulübesinden Çomar’a seslendi. Aslında amacı onunla
barışmaktı.
-Çomar kardeş, bunlar
da kendilerini bir halt sanıyorlar. Kapılarının önünde beklemesek evleri hırsız
kaynar valla.
-Haklısın Dobiş
kardeş. Şuradan üç beş günlüğüne uzaklaşalım da değerimizi anlasınlar bari.
-Tamam Şomar’ım ben
varım. Şey yani Çomar’ım.
-Bak hala Şomar diyor
hayvan! Hırrrrr.
-Kızma Çomar kızma.
Yanlışlıkla ağzımdan kaçıverdi.
(12) Dobiş hemen Çomar’ın
yanına giderek özür üzerine özür diledi. İsteyerek değil, yanlışlıkla Şomar
dediğini söyledi. Sonra da yanında getirdiği bir kemiği kendisini affettirmek
için ona verdi. Çomar, kemiğin hatırına onu affetti ama Dobiş onunla konuşurken
birkaç kez daha Şomar deyince ortalık yine karıştı ve Çomar, Dobiş’i uzunca bir
süre kovaladı fakat yakalayamadı. Kovalamacanın sonunda yorulan Çomar,
kulübesine geri döndü. Sabah olunca da Dobiş’le hiç konuşmadı ve ona hiç yüz
vermedi. Dobiş de korktuğu için onun yanına hiç uğramadı.
(13) Ertesi akşam, bu
sefer, Kayalar bir sürpriz yaparak masalarını bahçeye çıkardılar. Efeleri de
davet ettiler. Kaya'nın annesi de çayın yanında börek yapmıştı. Afiyetle
bunları yedikten sonra, peşinden de patlamış mısır getirerek güzel bir sürpriz
yaptı. Çocuklar patlamış mısırları görünce çok sevindiler. Efe, Kaya'nın
kulağına eğilerek “Keşke her gün böyle olsa, ne güzel olurdu değil mi? deyince
Kaya, onun söylediklerini başıyla onayladı. Kaya konuşamadı. Çünkü ağzı
patlamış mısırlarla tıka basa doluydu. Onun o halini gören Efe de ağzını tıka
basa patlamış mısırla doldurdu. İkisinin de yanakları ağızlarındaki patlamış
mısırlardan dolayı aşırı şişmişti. Birbirlerinin bu komik hallerine bakıp bakıp
güldüler. Gülerken hızla burunlarından nefes alıp verdikleri için ikisinin de
sümükleri akmaya başlamıştı. Bu sefer de şiş yanaklı ve sümüklü hallerine
gülmeye başladılar. Onların bu hallerini gören Yeliz hem onlara güldü, hem de
annelerine şikayet etti. “Anneee, Emel teyzeee, çocuklarınıza baksanıza,
palyaçoya dönmüşler. Ama bu palyaçoların bir de fazladan sümükleri var. Ha ha
ha ...” dedi ve güldü. Herkes onların o hallerine gülümseyerek baktı. Çocuklar
da hemen lavaboya giderek aynada o komik hallerine baktılar. Aynadaki
görüntülerini birbirlerine göstererek kahkahalarla güldüler. Biraz sonra da
burunlarını temizlediler, ellerini ve yüzlerini yıkayarak masaya geri döndüler.
(14) Büyüklerin sohbet
konuları yine aynıydı. Ömer Bey, bu sefer hazırlıklı gelmişti. Yanında
getirdiği bir gazetede uzaylılarla ilgili bir haber vardı. Hemen o haberi okudu.
“Amerika'da John adında biri, uzaylılar tarafından kaçırıldığını ve kendisi
üzerinde bir takım deneyler yapıldığını söyledi.” Haber okunurken Ali bey:
-Belki de dikkat
çekmek için yalan söylüyordur. Olamaz mı, diye araya girdi. Seval hanım da:
-Bey kaçırılan kişi
Uzaylıları tarif etmiş mi, diye sorunca Ömer bey:
-Evet evet, tarif
etmiş. Güya bir buçuk metre boylarında, koca kafalı, iri gözlü, küçük burunlu
ve büyük ağızlılarmış. Konuşurken ağızları oynamıyormuş, telepatik olarak yani
birbirlerinin akıllarından geçenleri okuyarak anlaşıyorlarmış. Bir de bizim
gibi yemek yemiyorlarmış. Onun yerine küçük haplarla besleniyorlarmış.
(15) Babasının yaptığı
uzaylı tarifinden oldukça etkilenen Yeliz, korkudan annesine sarıldı. “Anne ben
çok korktum. Ya uzaylılar buraya da gelirlerse?” diye ağlamaya başladı. Bunun
üzerine Seval hanım, kızını rahatlatmaya çalıştı.
-Kızım inanma böyle
şeylere. Adam belli ki uyduruyor. Bu kadar çirkin uzaylı olur mu hiç?
-Olmaz değil mi anne?
-Olmaz kızım, niçin
olsun? Eğer uzaylılar varsa, belki onlar da bizi böyle çirkin sanıyorlardır.
(16) Efe, az önce
kendisini şikayet eden kardeşi Yeliz'e iyi bir ders vermek istedi. Efe:
-Anne, ya gerçekten
uzaylılar varsa! Ya buraya Yeliz için gelirlerse, diyerek kardeşi Yeliz’i
korkutmaya çalıştı. Annesi:
-Efeeee korkutmasana
kardeşini, diyerek Efe’ye kızdı. Ama Yeliz bir kere korkmuştu. Annesine:
-Anne gerçekten de
gelirler mi, diye korkuyla annesine sordu. Annesi:
-Hayır kızım
gelmezler, sen bakma Efe'ye! Aklınca az önce onu şikayet ettiğin için seni korkutmaya
çalışıyor, diyerek Yeliz’i sakinleştirmeye çalıştı. Fakat yaramaz Efe,
kardeşini korkutmaya devam etti:
-İri gözlü, büyük
ağızlılarmış. İri gözleriyle seni hemen görürler ve büyük ağızlarıyla da bir
lokmada hemen yerler seni. Ha ha ha…
İyice korkan Yeliz,
yine ağlamaya başladı.
-Anne ya, baksana
şuna! Ühü ühü ühü...
-Aferin sana Efe
yaptığını beğendin mi şimdi?
-Ha ha ha...
-Bak hala utanmadan
gülmeye devam ediyor. Ömer bey, oğluna bir şey söyler misin lütfen?
-Ne yaptı yine
yaramaz?
-Yeliz'i uzaylılar
gelecek diye sürekli korkutuyor.
-Valla
hanım gelirler mi gelirler. Bunların sağı solu belli olmaz. Dikkatli olmak
lazım.
-Sana da aferin bey!
Efe’nin kime çektiği belli oluyor yani!
-Ha ha ha…. Şaka
yaptım hanım, kızma! Kızım Allah aşkına, uzaylıların işleri güçleri yok da
buraya mı gelecekler? O koca kafalarıyla buraya kadar zor gelirler zaten. Ha,
bu arada Efe, seninle de evde görüşeceğiz.
(17) Efe “İnsana da bir
şaka yaptırmıyorsunuz baba ya!” diye konuşacak oldu ama bir şey demeye cesaret
edemedi. Kalabalıkta babasının kendisine kızmasından ve bu yüzden komşularının
yanında küçük düşmekten çekindi. Mecburen sustu.
(18) Büyükler kendi
aralarında sohbet etmeye devam ettiler. Ara sıra gazetedeki haberin devamını da
okudular. Onlar kendi aralarında konuşurlarken Dobiş, küs olduğu için yanına
gelmeyen ve kendi kulübesinde kalan Çomar’la konuşmaya ve böylece onun gönlünü
almaya çalıştı.
-Çomar efendi, duydun
mu? İri gözlü, koca kafalı, bir de koca ağızlılarmış.
-Hırrrrrr
-Deli saçması Şomar
Efendi bunlar, deli saçması.
-Neee, hala Şomar
deyip dalga mı geçiyorsun benimle?
(19) Çomar, hala
akıllanmayan Dobiş’i yine kovalamaya başladı. Kovalarken de arkasından bağırıp çağırdı.
-Bir yakalayayım
hele, Şomar kimmiş gösteririm sana Zobiş.
-Çomar valla ağzımdan
kaçtı yine. Affet ne olur!
-O ağzını yırtayım da
gör.
-Sen de bana Zobiş
demiştin ama. Ve ilk olarak sen ad takmıştın bana.
-Olabilir ama sen de
ısrarla devam ettirdin.
-Bırak peşimi Şomar!
Ay yani Çomar. İnan yine ağzımdan kaçtı. Valla kasıtlı olarak söylemedim.
-Sen bittin Zobiş!
-Bırak peşimiiiii…
(20) Dobiş korkudan öyle
hızlı koştu ki Çomar ona yetişemedi bile. Onu yine yakalayamayan Çomar, yorgun
argın ve kızgın olarak kulübesine geri dönüp yattı. Hava karanlık olduğu için
Dobiş’le uğraşmaya değmezdi. Çok yorulmuştu, hemen uyuyuverdi.
(21) Çok geçmeden Dobiş de
kendi kulübesine geri döndü ve gizlice içeri girdi. Çomar’ın uyuduğundan emin
olunca, tabağındaki kemiğini Çomar’ın kulübesine giderek sessizce tabağına
koydu. Ama kemiği tabağa bırakırken yine de biraz ses oldu. Çomar, sesin
etkisiyle olduğu yerde döndü. Onun uyanmasından korkan Dobiş, kaçacak gibi oldu
ama Çomar’ın uyanmadığını görünce, patilerinin ucuna basarak sessizce oradan
uzaklaşarak kulübesine doğru gitti.
(22) Çomar uyandığında,
tabağındaki kemiği görünce oldukça keyiflendi. “Vay be, üst üste iki gündür
tabağıma kemik konuluyor! Demek ki Dobiş’i her gün kovalasam, her gün kemik
yiyeceğim. İyi fikir aslında?” diye düşündü ve kemiği afiyetle kemirmeye
başladı. Bir süredir onu izleyen Dobiş, her şeyin yoluna girdiğini ve Çomar’ın
kendisini affettiğini düşünerek ona seslendi.
-Barıştık mı Çomar?
-Bilmiyorum, düşünmem
lazım.
-Başka kemiklerim de
var ama.
-Peki peki, barıştık
o zaman. Ama bana bir daha Şomar dersen, bu kemikler de kurtaramaz seni. Ona
göre!
(23) Çomar’ın kendisini affetmesi
üzerine sevinen Dobiş, yanına giderek ona sarılmaya kalktı. Ama Çomar bunu
istemedi.
-Yavaş ol Dobiş,
hemen laubali olma!
-Tamam tamam, sen
yeter ki kızma Çomar’ım!
(24) Üç gün sonraydı. Saat
gece yarısını çoktan geçmişti. Herkes yatağında mışıl mışıl uyurken dışarıda
olağanüstü bir şey oldu. Dobiş de Çomar da kulübelerinde uyuyorlardı. Dışarıdan
gelen kuvvetli ışığın etkisiyle birden uyandılar. Daha önce görmedikleri kadar
kuvvetli bir ışıktı bu. İkisi de hemen dışarıya çıkarak ışığın geldiği tarafa
baktılar. Işık gökyüzünden geliyordu ve gözleri kamaştıracak kadar da
kuvvetliydi. Işığın ne olduğunu anlamak için gökyüzüne doğru dikkatlice
baktılar. Bakarken çok ama çok zorlandılar. Tam bu sırada hızlı hareket eden
bir şey, Kayaların evlerinin üstünde durdu. Çomar da Dobiş de bu şeyin ne
olduğunu anlamaya çalıştılar. İkisi de çok ama çok korkuyorlardı. Bu şey her
neyse duracak başka yer yokmuş gibi, bir de Kayaların evlerinin üstünde
durmuştu. “İyi de bu garip şey niye orada durdu?” diye endişeyle düşündüler.
İkisi de korktukları için ve bu şeyin tehlikeli olabileceğini düşünerek hemen
kulübelerine saklandılar.
(25) Çomar, gizlendiği
kulübesinden etrafa bakınmaya başladı. Birden Efelerle Kayaların evlerinin
arasında bir buçuk metre boylarında, insana benzeyen iki varlık gördü. Dobiş’in
kulübesine doğru gidiyorlardı. Çomar, bu garip yaratıkların ne yapmak
istediklerini, niye Dobiş’in kulübesine doğru gittiklerini anlamaya çalışıyor
ve korkudan irileşmiş gözleriyle onları izliyordu.
(26) Uzaylıları karşısında
görünce, korkudan ne yapacağını bilemeyen Dobiş “Yuh beeee, bula bula beni mi
buldunuz bu koca Dünya’da? Ne Şanssız köpekmişim ben!” diye havladı ve hemen
kulübesinden dışarıya fırlayarak kaçmaya başladı. Kaçarken aklına Çomar geldi.
“Bari Çomar’ı da uyarayım. Bir zarar görmeden o da hemen buralardan kaçsın.”
diye düşündü. Sonra da Çomar’ın kulübesine doğru koşmaya başladı. Bir taraftan
koştu, diğer taraftan da “Kaç Çomar kaç! Gerçekten de uzaylılar varmış” diye
havladı.
(27) Dobiş’in kendisine
doğru geldiğini gören Çomar “Bu Dobiş şimdi yaratıkları kapıma kadar getirip,
yerimi belli edecek!” diye çok korktu. Çomar, konuşarak yerini belli etmek
istemediği için Dobiş’e patileriyle başka yere gitmesini işaret etti. Ama Dobiş
inadına mıdır nedir, ısrarla kendisine doğru koşmaya devam etti. Çomar, mecburen
Dobiş’i havlayarak uyarmak zorunda kaldı.
-Yanıma gelme Dobiş,
başka tarafa kaç! Bari beni fark etmesinler.
-Yok yaaa, bana ne!
Anca beraber kanca beraber Çomar. Kaçıracaklarsa ikimizi de beraber kaçırsınlar.
-Ya saçmalama Dobiş,
sakın gelme buraya! Git, başka yere git hemen.
(28) Nasıl olduysa
uzaylılar yürümeden, koşmadan yer değiştirebiliyorlardı. Dobiş, ne kadar
koşarsa koşsun, uzaylılar hep yanı başlarındaydılar sanki. Çok geçmeden Dobiş’i
yakalayıp uzay gemisine götürdüler.
(29) Dobiş’in
yakalandığını gören Çomar da rahat bir nefes almıştı.
-Elveda Dobiş’im
elveda. Bir daha zor dönersin buralara. Bu sana ders olsun. Uzaylılara baktıkça
artık beni hatırlarsın. Uzaylılar var mıymış, yok muymuş anladın mı şimdi?
(30) Artık Dobiş’ten
umudunu kesen Çomar, tekrar yatıp uyumak istediğinde bir şeylerin ters
gittiğini fark etti. “İyi de benim kulübem bu kadar geniş değildi ki! Ayrıca
kulübemde lamba da yoktu. Hem burası neden bu kadar aydınlık?” diye şaşkınlıkla
mırıldanırken birden farklı bir yerde olduğunu fark etti. Yanında kendisine
sırıtarak bakan Dobiş’i görünce, uzaylıların kendisini de kaçırmış olduklarını
anladı.
-Neee, uzaylılar beni
de mi kaçırmışlar? Ama nasıl olur bu? Kulübemden çıkmamıştım bile!
-Oh olsun sana Çomar!
Demek beni yanından uzaklaştırmaya çalışırsın ha.
(31) Olanlara daha fazla
dayanamayan Çomar, çok geçmeden “Ah Dobiş ah, beni de yaktın!” diyerek bayıldı
ve olduğu yere yığılıp kaldı. Çomar’ın bayılması üzerine ne yapacağını
bilemeyen Dobiş, bir süre ona öylece bakakaldı. Belli ki “Çomar’ı nasıl
ayıltabilirim?” diye düşünüyordu. Sonunda “Hah, ne yapacağımı buldum!” diye
mırıldandı. Sonra da Çomar’ın yanına gitti. Çomar, birkaç dakika sonra kendine
geldiğinde Dobiş’in uzun ve tükürüklü diliyle yüzüne doğru eğildiğini gördü.
“Hoşt köpek hoşt!” diyerek hemen onu itti. İtti ama yüzünün de ıslak olduğunu
fark etmesi uzun sürmedi. Bunun sebebini de az sonra öğrendi ve bundan çok
iğrendi.
-Pis köpek, ne yaptın
yüzüme? Yüzüm niye ıslak benim?
-Yaladım Çomar.
-Manyak mısın sen
Dobiş? Yüzümü, gözümü niye yaladın?
-Bayılmıştın Çomar.
Ayıltmaya çalıştım seni.
-Yüzümü gözümü
yalayarak mı?
-Biz köpeğiz Çomar.
Başka nasıl ayıltabilirdim ki seni?
(32) Onlar konuşurlarken
birden, bulundukları odanın kapısı otomatik olarak açıldı. İçeriye üç uzaylı
peşi sıra girdiler ve onların yanlarına geldiler. Uzaylılar, ağızlarını
açmadıkları halde konuşabiliyorlardı. Amerikalı John’un tarif ettiği
gibiydiler. Boyları kısaydı. Dobiş “İki arka ayağımın üzerine dikilsem, boyum
bunlardan daha uzun olur herhalde!” diye dalga geçti onlarla. Çomar ise onları
endişeli gözlerle izliyordu. “Bizi buraya niye getirdiler acaba? İnşallah kötü
niyetli değillerdir!” diyerek endişesini dile getirdi. Dobiş, uzaylılarla dalga
geçmeye devam etti.
-Şunların tiplerine,
boylarına, poslarına bak. Sen kalk, bilmem kaç bin yıl uzaklardan gel ama boyun
bir buçuk metre olsun, tipinde böyle bir acayip olsun. Keh keh keh...
-Sus Dobiş sus!
Bunlar konuştuğumuz her şeyi anlıyorlar. O yüzden laubaliliğin sırası değil.
-Aman be Çomar, sen
de gözünde fazla büyütüyorsun bunları! Alt tarafı bir buçuk metreler. Keh keh
keh ..
-Bak hala konuşuyor
ya, kapasana çeneni! Yoksa şimdi uzay boşluğuna atacaklar bizi.
-Sıkıysa atsınlar!
Şöyle koca kafalarından tuttuğum gibi…..
-Yani Dobiş, uzaya
çıkınca korku morku kalmadı sende de! Bayağı bir cesur oldun.
-Ben hep öyleydim
Çomar. Bu arada senin cesaretine ne oldu? Gelirken dünyada mı bıraktın yoksa?
Keh keh keh…
-Burada cesaret işe
yaramaz Dobiş, karşındakiler uzaylı. Adamın tipini şeklini değiştirirler valla.
Sus artık!
(33) Dobiş’in ve Çomar’ın
konuşmaları devam ederken, uzaylılardan biri araya girerek onları susturdu. Sonra
da Dobiş’e dik dik bakarak ona kızdı.
-Bana bak Dobiş
köpek! Ne varmış boyumuzda?
-Yani biraz ufak
tefeksiniz. Dünya’ya gittiğinizde kalabalığa fazla girmeyin. Ne olur ne olmaz!
-Niye?
-Ezilebilirsiniz de
ondan. Keh keh keh...
-Yaaaa demek öyle!
Peki kafamızda ne varmış?
-Şey biraz koca
kafalısınız da! Bu koca kafayla şu kapıdan nasıl geçebildiniz hayret yani.
(34) Birdenbire kendini
bir garip hisseden Dobiş, uzaylıların kendisine bir şeyler yaptığını fark etti.
“Ne oluyor be? Ne yaptınız bana?” diye korkuyla bağırdı. Uzaylılar Dobiş’in
laubali ve alaycı konuşması karşısında ona bir ders vermiş ve onun tipini,
şeklini değiştirmişlerdi. Boylarıyla dalga geçtiği için Dobiş’in vücudunu
kediye, koca kafalı diye dalga geçtiği için de kafasını fil kafasına çevirmişlerdi.
Dobiş, ufacık vücuduyla kocaman kafasını taşıyamadığı için sağ tarafına düşüp
öylece kalmıştı. Çomar, ne yapacağını şaşırmıştı. Değişmiş tipiyle ve vücuduyla
yerde debelenen Dobiş’e öylece bakakaldı. “Acaba benim de tipimi
değiştirecekler mi?” diye tir tir titredi.
(35) Bu sefer sıra
uzaylılardaydı. Koca kafası ve minik vücuduyla çok komik görünen Dobiş’le
eğlendiler, dalga geçtiler. Çomar’a da “Sakin ol, sen iyi bir köpeksin! Sana
bir şey yapmayacağız.” dediler. Çomar rahatlamıştı. Ama sözünü dinlemeyen
Dobiş’e de çok üzülmüştü.
(36) Yaklaşık bir saat o
halde bırakılan Dobiş’in iyi bir ders aldığı, bir daha laubali davranmayacağı
ve kendileriyle bir daha dalga geçmeyeceğini düşünen uzaylılar, onu eski haline
geri döndürdüler. Dobiş’in eski haline geri dönmesinden sonra pişman olduğunu
ve rahat durduğunu gören uzaylılardan biri, onları rahatlatmak için yumuşak bir
ses tonuyla konuşmaya başladı.
-Merhaba dünyalılar,
korkmayın biz dostuz.
-Duydun mu Çomar?
Korkacak bir şey yokmuş!
-Uzaylı kardeş, biz
de dostuz. Bırakın gidelim, ne olur?
-Ben Zoron, sağımdaki
Moron, arkamdaki de Şoron. Burada bir süre misafirimiz olacaksınız. O yüzden
sizi hemen salamayız.
(37) Moron adını duyan
Dobiş, yine rahat duramadı ve kahkahalarla güldü.
- Moron mu? Duydun mu
Çomar, adını duydun mu? Adı Moron’muş. Keh keh keh...
-Dobiş, iyice azıttın
ha! Başına gelenlerden dolayı hala mı akıllanmadın sen?
-Ama adı Moron’muş.
Keh keh keh…
-Hala Moron deyip
gülüyor ya! Sus artık Dobiş sus. Kapa şu çeneni.
(38) Dobiş’in bu kadar
gülmesine bir anlam veremeyen ve biraz da sinirlenen Zoron, sinirli sinirli
bunun sebebini sordu.
-Niye gülüyorsun
Dobiş köpek?
-Keh keh keh… Ya
kusura bakma uzaylı kardeş. Moron adı bizde pek iyi anlama gelmez de.
-Olabilir Dobiş
köpek! Dobiş’in bizdeki anlamanı bilsen, sen de bu adı bir daha hiç
kullanmazdın.
-Nasıl yani? Dobiş’in
sizdeki anlamı nedir ki?
(39) Çomar, hala konuşmaya
devam etmesi üzerine Dobiş’i tekrar uyarmak zorunda kaldı.
-Uzatma Dobiş, fazla
soru sorma. Yoksa şimdi yine şeklini şemalini değiştirecekler ha.
(40) Zoron tarafından
ağzının payı verilen ve Çomar tarafından da uyarılan Dobiş, susmak zorunda
kaldı ama sürekli “Allah Allah Dobiş’in onlardaki anlamı ne olabilir ki?” diye
düşünüp durdu. Bu Sırada Zoron, konuşmasına devam etti.
-Ben bu geminin
kaptanıyım. Aslında sizi değil, bir kızı gemiye getirecektik ama evde yoktu.
(41) Uzaylıların Yeliz’i
kaçırmak istediklerini sanan Çomar çok korkmuştu.
-Neee, yoksa Yeliz'i
mi kaçıracaksınız?
-Adı Yeliz miydi
onun? Hani koşarken aynı anda Çomar’ı taşlayabilen kız, o muydu?
-Hayır, Yeliz değil
o! Siz Merve'den bahsediyorsunuz. Bizim komşunun kızıdır kendisi. Ama neden
kaçıracaksınız ki onu?
-Biz onun gibi
koşarken asla taş atamıyoruz. O yüzden bunu nasıl becerdiğini anlamak için onun
vücut ve beyin yapısını inceleyecektik.
-Yahu ufacık çocuk o.
Sizi görünce ödü patlar.
-Yapacak bir şey yok
köpekler. Bizler inceleme ve araştırma yapmak için buradayız.
(42) Yaklaşık bir saat
sonra, Mervelerin eve geldiğinin uyarısını alan uzaylılar, yatağında uyuyan
Merve'yi de uzay gemisine getirdiler. Uyuduğu için aniden şoka girmesin diye de
onu hemen uyandırmadılar. Uzaylıların herkesi kolayca uzay gemisine getirebildiklerini
gören Dobiş, bundan tedirgin oldu.
-Çomar, bunlar
memlekette adam bırakmayacaklar. Baksana herkesi uzay gemisine kolayca
getirebiliyorlar.
-Yahu bir sen, bir
ben, bir de Merve'yi getirdiler. Biz zaten köpeğiyiz. Abartma istersen.
-Olur mu? Amerikalı
John’u da kaçırmışlardı. Kim bilir belki daha kimleri kaçırdı bunlar?
(43) Çomar ve Dobiş’in
konuşmalarına uyanan Merve, kendisini rüyada sandı. Çomar ve Dobiş’e uyku
sersemi baktıktan sonra gülümseyerek başını tekrar yastığa koydu. “Mahallemizin
köpekleri uyurken, başıma bir şey gelmesin diye odamda nöbet tutuyorlar. Ay ne
tatlı şeyler bunlar!” diye düşündü. Ama çok geçmeden bu işte bir terslik
olduğunu anladı ve yattığı yerden aniden doğrularak Dobiş ve Çomar’a kızdı.
-Çomar, Dobiş sizin
ne işiniz var odamda? Anneee, babaaaa çabuk gelin.
-Odan mı? Bak bakalım
burası odana benziyor mu Merve?
-Eşyalarım,
eşyalarımı ne yaptınız?
-Burası odan değil
Merve, anla artık. Kaçırıldık.
-Aaaa, ama Çomar sen
konuşuyorsun!
-Ben Dünya’dayken de
konuşuyordum ama sen anlamıyordun Merve.
-Merhaba Merve, benim
söylediklerimi de anlıyor musun?
-Dobiş ama sen de
konuşuyorsun! Bu nasıl bir rüya?
-Rüya değil Merve,
gerçek.
(44) Merve'nin bağırıp
çağırmasına anne ve babası gelmedi ama Moron, Zoron ve Şoron hemen içeriye
girdiler. Uzaylılar Merve’nin uyandığını görünce memnun oldular. Çünkü artık
deneye başlamak istiyorlardı. Onları gören Merve, bu garip görünüşlü
yaratıklardan çok korktu.
-Ne oluyor ya? Ne
oluyor burada? Kim bunlar Çomar?
-Korkma Merve! Bizi
sadece kaçırdılar, zarar vermeyeceklermiş.
-İyi de kim bunlar?
-Bizi uzaylılar
kaçırdı Merve. Seni de özel yeteneğinden dolayı kaçırdılar. Keh keh keh…
-Ne yeteneği Çomar? Dediklerinden
hiçbir şey anlamıyorum!
-Başımdaki,
vücudumdaki taş izlerine bak anlarsın ne yeteneği olduğunu Merve!
(45) Onların konuşmalarına
daha fazla dayanamayan Zoron kızdı.
-Susun artık! Madem
uyandın deneye başlayabiliriz artık Merve.
-Merve mi? Adımı
nereden biliyorsunuz? Hem ne deneyiymiş bu?
(46) Merve hazır
uzaylıları tanımıyorken Dobiş, onun bu halinden yararlanmak istedi. Komiklik
olsun diye Moran’a seslendi. “Moron, kızı hemen deney için hazırla.”
Dobiş’in kendisine
Moron dediğini sanan Merve, ona kızdı.
-Moron sensin Dobiş.
Şu durumda bile güya şaka yapmaya çalışıyorsun.
-Merveciğim, Moron
sen değilsin. Şu uzaylının adı Moron oluyor.
-Moron diye ad mı
olur be? Dalga mı geçiyorsun benimle?
-Valla adı Moron’muş.
Bak en arkada olan o. Moroncuğum, el salla. Arkadaş görsün seni.
-Gerçekten Moron
muymuş adı? Ha ha ha…..
(47) Kendisiyle dalga
geçilmesi Moron’u çok rahatsız etti ve kendi kendine “Çattık valla! Bu kız da
Dobiş gibi laubali çıktı.” diye söylendi.
(48) Uzaylılar üçünü de
oldukça geniş bir yere götürdüler. Burası bir spor salonu kadar büyüktü. Onları,
onlarca taşın olduğu bir yerde durdurdular. Zoron, Merve'ye burada ne
yapacağını anlattı.
-Bak Merve, önce
Çomar’ı sonra da Dobiş’i kovalayacaksın. Kovalarken de aynı anda onlara taş
atacaksın. Sakın heyecan yapma, doğal ol lütfen! Kendin gibi davran tamam mı?
-Tamam da köpekleri
neden taşlayacağım? Bunu bir türlü anlamadım.
-Hem koşup hem de
aynı anda taş atma yeteneğini inceleyeceğiz. Hepsi bu.
-Niye
inceleyeceksiniz?
-Bak Merve,
gökyüzünde giderken tesadüfen senin Çomar’ı taşladığını gördük. Hem
koşuyor, hem de onu taşlıyordun. İşin ilginci attığın taşların çoğu da Çomar’a
isabet ediyordu. Küçük bir araştırma yaptığımızda, böyle bir şeyin imkansız
olduğunu gördük. O yüzden seni incelemeye karar verdik.
-Vay be! Ben neymişim
öyle?
-Bu çok özel bir
yetenek Merve. Hem de kimse de olmayan bir yetenek.
-Tamam anlaştık ama
bedava olmaz.
-Ne istiyorsun?
-Bir ay yetecek kadar
çikolata isterim. Tamam mı?
-Çikolatanın ne
olduğunu bilmiyorum. Başka bir şey iste.
-Hem her şeyi
bilin ama çikolatanın ne olduğunu bilmeyin. Ne biçim uzaylısınız siz
böyle!
-Uzatma işte Merve!
Başka bir şey iste.
-O zaman bir ay
yetecek kadar fındık isterim.
-O kadar fındığı
alacak paramız yok. Başka bir şey iste.
-Ne diyorsun beee?
Dalga mı geçiyorsun benimle? Kocaman uzay gemin var ama paran yok. Öyle mi?
-Evet, ne var bunda?
-Ne var diyor ya! Bir
şey almayacaksan, açıkça söylesene. Yok parası yokmuş, yok onun ne olduğunu
bilmiyormuş. Senin gibi bir uzaylıya yalan söylemek hiç yakışıyor mu Zoron abi?
-Uzatma Merve, işimiz
gücümüz var, hadi ama! Bildiğimiz bir şeyi iste bizden.
-Sakız?
-O ne?
-Kraker?
-Hiç duymadım.
-Lokum?
-Lokum mu?
-Gofret?
-Senin saçını başını
yolarım kız! Boyuna posuna bakmadan dalga mı geçiyorsun bizimle? Biz uzaylıyız,
uzaylı. O dediklerini annenden, babandan iste. Bizden yiyecek bir şeyler
isteme.
(49) Ne isteyeceğine bir
türlü karar veremeyen Merve, etrafına baktı. Her yerde bilgisayara benzer
cihazlar görünce kararını verdi.
-Tamam buldum! Sizin
kullandığınız bilgisayarlardan bir tane istiyorum.
-Veremem.
-Niye?
-Bizimkiler oldukça
gelişmiş bilgisayarlar. Sizin bilgisayarlarınızdan çok üstünler. Bunu sana
bizim verdiğimizi anlayıp, peşimize düşebilirler.
-Eeee, ne olacak
şimdi?
-Avucunu yalayacaksın
Merve. Ha ha ha….
-Ay şuna da bak! Bir
de laubalilik yapıyoruz diye bize kızıyordunuz. Senin yaptığın nedir şimdi?
-Eeee, hep siz mi
şaka yapacaksınız? Neyse işimiz bitsin, sana bir şeyler veririm.
-Valla mı?
-He valla! Ha ha ha …
Yahu beni de kendinize benzettiniz. Sizi gönderdikten sonra kendimi nasıl
toparlayacağım, bilmiyorum.
(50) Moron, Zoron’un
laubalileştiğini görünce, hemen müdahale etti. “Zoron kendine gel! Görevimizin
ne olduğu belli. Deneyimize hemen başlayalım lütfen! Fazla bir vaktimiz yok.”
dedi. Moron’un uyarması üzerine hemen deneye başladılar.
(51) Çomar, Merve’nin on
metre önünde durdu. Koş komutuyla koşmaya, Merve de hem koşup hem de onu
taşlamaya başladı. Merve üç taş attı. Deneyin ilk bölümü başarısızdı. Taşların
hiçbiri Çomar’a isabet etmemişti. Deney esnasında Merve’nin üzerinde çipler,
kablolar ve küçük cihazlar vardı. Bunlar bilgisayarlara bağlıydı. Bilgisayar,
onun koşma, taş atma ve kalp atış hızlarını tespit ediyordu.
(52) İkinci ve üçüncü
denemelerde Merve sadece birer taşı Çomar’a isabet ettirmeyi başardı. Canı
yanan ve yaralanan Çomar’ı, Moron hemen özel cihazlarla ve yöntemlerle tedavi
etti. On saniyede ne şişlik, ne yara, ne de ağrı kalmıştı. Çomar hemen
iyileşmişti.
(53) Sonraki aşamada Dobiş
koşmaya başladı. Merve’nin attığı her taş, onun vücuduna isabet etti. Dobiş’in
kafası yarıldı. Kafasında ve vücudunda kocaman şişlikler oluştu. Özellikle
kafasından çok kan akıyordu. Dobiş yerde kıvranırken “İşte şimdi intikam zamanı
Dobiş! Benim adımla dalga geçmek neymiş gösteririm şimdi sana!” diye
mırıldandı Moron. Onu tedavi ediyormuş gibi yaptı. Ama aslında eksik tedavi yapmıştı.
Moron, Dobiş’in yanından ayrıldığında, o hala yerde kıvranıyordu. Dobiş
iyileşmemişti.
(54) Kaptan Zoron,
Dobiş’in yanına gidince, neden iyileşmediğini anladı. Moron tedaviyi eksik yapmıştı.
Kaptan Zoron, hemen tedaviyi tamamladı. Sonra da Moron’u yanına çağırarak neden
böyle bir şey yaptığını sordu.
-Adımla sürekli dalga
geçtiği için intikam almak istedim. O yüzden biraz canı yansın istedim.
-Ama onlar burada
misafirimiz. Bizim amacımız zarar vermek değil, araştırma yapmak. Lütfen bir
daha duygularını işine karıştırma Moron.
-Tamam Kaptan Zoron,
anlaşıldı.
(55) Moron “Tamam.”
demişti ama Kaptan Zoron’un yanından ayrılırken, Dobiş’e pis pis bakarak
sırıttı. “Oh olsun! Dalga geçmek neymiş, anlamışsındır inşallah!” der gibi ona
baktı. Dobiş de Moron’un bakışlarından bunu intikam almak için yaptığını
anlamıştı zaten.
(56) Daha sonra Merve’nin
üzerinde değişik testler de yaptılar. Beynini, kaslarını, iskeletini, gözlerini
ve ellerini incelediler. “Madem testlere, deneylere başladık, köpeklerle devam
edelim.” dediler. Önce Dobiş, Çomar’ı sonra da Çomar, Dobiş’i taşladı. Dobiş,
Çomar’ın kafasını yardı. Çomar da Dobiş’in belini sakatladı. Ama ikisini de çabucak
tedavi ettiler. Bu defa ne olur, ne olmaz, diye tedaviyi Moron’a yaptırmadılar.
Tedavileri bizzat Kaptan Zoron’un kendisi yaptı.
(57) Biraz sonra Kaptan Zoron,
Şoron’a uzay köpeği Hırço’yu getirtti. Bu sefer Hırço, Dobiş ve Çomar’ı
taşlayacaktı. Önce Dobiş, daha sonra da Çomar koştu. Hırço’nun attığı taşlar,
ikisine de isabet etmemişti.
(58) Deneyler bitince
Dobiş hemen itiraz etti.
-Deneyi hemen
bitirmeyin Kaptan Zoron! Şimdi de Hırço koşsun, biz onu taşlayalım. Bakalım ne
olacak?
-Hırço’yu değil, sizi
araştırıp inceliyoruz. O yüzden olmaz Dobiş köpek.
-Kaptan bırakın
taşlasınlar beni. Bir uzay köpeği nasıl olurmuş görsünler.
-Olmaz Hırço olmaz,
buna izin veremem! Sen şimdiye kadar hiç taşlanmadın. Bunlar ise Dünyalı, taş
atmaya alışıktırlar. Kırılmadık, yarılmadık yerini bırakmazlar. Sonra canın çok
yanar.
-Ben bir uzay
köpeğiyim Kaptan. Onlardan daha hızlı, daha çeviğim. Başarılı olabileceklerini
hiiiiiiç sanmıyorum.
-Peki madem kendine
çok güveniyorsun ve çok istiyorsun, taşlasınlar bakalım. Ama sen yine de çok
dikkatli ol, tamam mı?
-Boş yere
endişeleniyorsun Kaptan! Gör bak, attıkları taşların bir tanesi bile bana isabet
etmeyecek.
(59) Çomar ve Dobiş,
sırasıyla Hırço’yu taşlamaya başladılar. Taşları hiç acımadan ve iyi nişan
alarak ona attılar. Madem dünyalı köpeklerden daha hızlıydı, daha çevikti ve
kendine çok fazla güveniyordu, öyleyse hiçbir taşın isabet etmemesi gerekiyordu.
Ama öyle olmadı. Çomar’ın attığı üç taşın üçü de Hırço’nun ensesine isabet
etti. Hırço, dengesini kaybetti ve yere düştü. Bir süre olduğu yerde ayağa
kalkmaya çalıştı ama başaramadı. Yerde debelenmekten başka bir şey yapamadı.
Onu hemen tedavi ettiler. Kaptan Zoron, onun kulağına eğilerek “Ben sana
demiştim Hırço. Bunlar taş atmaya alışıktırlar diye. Ama beni dinlemedin. Bu
testten hemen vazgeçelim.” dedi. Fakat Hırço arkasından kaçtı demesinler diye
vazgeçmeyi kabul etmedi.
(60) Hırço’yu taşlama
sırası Dobiş’teydi. Hırço koşmaya başladığında, Dobiş de taşları ona doğru
atmaya başladı. Dobiş’in attığı taşların hepsi Hırço’nun kafasına denk geldi.
Başına her taş isabet ettiğinde “Yandım anaaaam!” diye bağırdı. Peşinden de
ağladı. Ama bu ağlama başka bir tür ağlamaydı. Daha önce duyulmuş, görülmüş
türden bir ağlama değildi. Ağlıyor muydu, inliyor muydu kimse anlayamadı. Onun
bu acınası halini gören Dobiş, onu taşladığına çok pişman olmuştu. Ama yapacak
bir şey yoktu. Ne demişti atalarımız “Kendi düşen ağlamaz.”
(61) Hemen Hırço’yu tedavi
ettiler. İyileşen Hırço’nun keyfi yerine gelmiş, gülüyordu. Kaptan Zoron’a
sıradaki testin ne olduğunu sordu.
-Evet Kaptan,
sıradaki test nedir?
-Vazgeç Hırço! Bu
seferki test çok daha tehlikeli.
-Hadi be, demek çok
tehlikeli ha! Nasıl bir test bu?
-Şimdi ikisi birden
taşlayacaklar seni.
-Yapacak bir şey yok
Kaptan. Kendime korkup kaçtı dedirtmem. Bu sefer daha dikkatli olacağım.
-Yapma Hırço, vazgeç!
Canın çok yanacak yine.
(62) Hırço, Kaptan Zoron’u
yine dinlemedi. Test alanındaki yerine geri döndü ve koşmaya hazırlandı. Çomar
ve Dobiş de taşları atmak için yerlerini aldılar. İşaretin verilmesiyle beraber, Hırço
hızla yerinden fırladı ve koşmaya başladı. Taşlar peşi sıra Hırço’ya
fırlatıldı. Taşların hiçbiri boşa gitmedi. Hepsi yine ona isabet etmişti.
Hırço, koşarken kendisine doğru taşların gelip gelmediğine bakmak için başını
geriye çevirdiğinde taşların dördü yüzüne, diğer ikisi de başına isabet etti.
Hırço, bu sefer acıdan bağırmaya bile fırsat bulamadı. Çünkü bu kadar acıya
dayanamayarak olduğu yere düşüp bayıldı.
(63) Kaptan Zoron, hemen
Hırço’nun yanına koştu. Çomar ve Dobiş de koşarak yanlarına geldiler. Hırço’nun
dilini dışarıya sarkmış, yüzünü de kan içinde gören Kaptan Zoron, köpeklere
dönerek onlara çok fena kızdı.
-Böyle taşlama mı
olur? Mahvetmişsiniz hayvanı. Yüzü, gözü, başı kan içinde kalmış. Şuraya
bakın surat diye bir şey kalmamış. Resmen tipi kaymış hayvanın.
(64) Çomar ve Dobiş, bu
sefer çok korkmuşlardı. Kaptan Zoron ve Moron, Hırço’yu yine tedavi etmeye
başladılar.
-Çomar, biraz fazla
abarttık herhalde. Keşke inat etmeyip taşları Hırço’ya değil de boşa atsaydık.
-Kaçsak mı Dobiş?
Sonumuz pek iyi görünmüyor.
-Hay Allah ya!
Gerçekten de ne yaptık biz böyle?
-Elalemin köpeği
halbuki, tanımayız bilmeyiz. Düşman taşlar gibi taşladık garibi.
-Ne bileyim Çomar?
Sen var gücünle taşlayınca, ben de herhalde Çomar’ın bir bildiği vardır, diye
sana uydum.
-Yapma ya! Öyle
hevesli taşlıyordun ki ben de senden etkilenip, var gücümle taşladım onu.
-Ayvayı yedik desene!
Şimdi ne yapacağız Çomar?
-Durumumuz hiç iyi
görünmüyor Dobiş. Kaçalım diyeceğim ama nereye kaçabiliriz ki?
(65) Hırço’nun tedavisi
biraz uzun sürmüştü. Tedavisi bittikten sonra da yarım saat kadar dinlendi.
Kendine gelince de tedirgin tedirgin kenarda bekleyen ve sürekli dua eden Çomar
ve Dobiş’in yanlarına gitti. Köpekler ondan çok özür dilediler. Hırço da
büyütecek bir şey yok deyip onları affettiğini söyledi. Köpekler henüz tanışmamışlardı.
Birbirlerinin isimlerini bilmiyorlardı. Hemen tanıştılar. Biraz sonra Merve de
yanlarına gelip Hırço’yla tanıştı. Hırço, köpek arkadaşlarını çok sevmişti.
Dobiş’in alaycı, Çomar’ın da telaşlı haline bayılmıştı. Kendi aralarında
konuşurlarken Hırço, onlarla tanıştığına ve onları gördüğüne çok memnun
olduğunu söyledi. Onlara:
-Yaklaşık yetmiş yıldır
hiç köpek görmemiştim, dedi. Yetmiş yılı duyan Dobiş, kulaklarına inanamadı.
-Nasıl yani, senin
yaşın kaç ki?
-Yüz yirmi
yaşındayım.
-Yok artık Hırço! Sen
saymayı biliyor musun gerçekten?
-Evet, matematiğim
iyidir. Ne oldu ki?
-Daha ne olacak! Biz
Dünya’da yirmi yıl kadar ancak yaşarız. Sen ise yaşının yüz yirmi olduğundan
bahsediyorsun.
-Vah vah! Yaşlarınız
kaç sizin?
-Ben sekiz, Çomar da
on yaşında.
-O zaman şimdiden
Allah size rahmet eylesin.
-Neden öyle dedin
Hırço?
-Şunun şurasında
yirmi yaşınıza ne kalmış ki? Artık bir daha ki gelişimizde mezarınızı ziyaret
ederim.
-Çomar, ne diyor bu
ya? Allah rahmet eylesin falan diyor.
-Dur bakalım Dobiş,
şimdi anlarız. Hırço sizin geldiğiniz gezegende köpekler kaç yıl yaşar?
-İki yüz elli yıl
kadar yaşarız.
-İyi misin sen Hırço?
Ne iki yüz ellisi? Dalga mı geçiyorsun bizimle?
-Ne dalga geçmesi
Çomar! Bizim gezegenimizde köpeklerin yaşam süresi o kadardır.
-Gezegeninizin adı
nedir?
-Çupya.
-Peki biz de Çupya’ya
gitsek, o kadar uzun yaşar mıyız?
-Tabi ki.
-Nasıl olacak bu?
(66) Bu sırada iki yüz
elli yaşı ve Çupya’yı duyan Dobiş heyecanlanır.
-Bırak şimdi nasıl
olacağını Çomar. Hırço kardeş, beni de Çupya’ya götürsene. Ben de uzun yaşamak
istiyorum.
-Dur Dobiş ya,
girmesene araya! Evet Hırço nasıl olacak bu? Bir gezegenden diğerine gidince
ömrümüz nasıl uzayacakmış?
-Açıklayayım Çomar.
Sizin Dünya’daki bir yılınız üç yüz altmış beş gündür. Doğru mu?
-Evet doğru.
-Çupya’da ise bir yıl
otuz gündür. Bu yüzden siz üç yüz altmış beş günde bir yaş büyürken, biz de
kendi gezegenimizde otuz günde bir yaş büyümüş oluruz. Böylece on yıl sonra siz
on yaşında, bizde yüz yirmi yaşında olmuş oluruz. Yirmi yıl sonra da siz yirmi,
bizde iki yüz kırk yaşında oluruz.
(67) Hırço’nun yaptığı
açıklamayı ve hesaplamayı Çomar’dan önce anlayan Dobiş, hayal kırıklığına
uğradı.
-Yani deminden beri
bizimle dalga geçiyorsun. Öyle mi?
-Ne sandın Dobiş
köpek? Sen sahibim Moron’la dalga geçerken iyi miydi?
(68) Kafası iyice karışan
Çomar, Dobiş’e ne olduğunu sordu.
-Ne dalgası ya? Ben
hiçbir şey anlamadım Dobiş.
-Anlayacağın
Çomar’cığım, Hırço Dünya’mıza gelse, bizim kadar ancak yaşar. Çünkü bizim bir
yılımız onlarınkine göre daha uzun. Onların bir yılı da bizimkine göre daha
kısa. O bizim Dünya’mıza gelse daha kısa, biz de onun gezegeni Çupya’ya gitsek
daha uzun yaşamış gibi olacağız. Ama normalde değişen hiçbir şey yok. Onunla
bizim ömür sürelerimiz aslında aynı sayılır.
-Seni şakacı Hırço
seni. Az daha kandıracaktın bizi.
-Keh keh keh.
(69) Zoron, biraz sonra
Ay’a gideceklerini ve orada incelemelerde bulunacaklarını söyleyerek, onların
da gelmek isteyip istemediklerini sordu. Dobiş ve Çomar hemen kabul ettiler.
Merve ise biraz kararsızdı ama Ay’ı çok merak ettiği için ve bu fırsatı bir
daha bulamayacağı için teklifi kabul etti. “Dünya’ya döndüğümde arkadaşlarıma
anlatır, hava atarım.” diye de içinden geçirdi.
(70) Biraz sonra Zoron ve
Moron, onlara astronot kıyafetlerine benzeyen uzay kıyafetleri verdiler. Merve,
Çomar ve Dobiş uzay kıyafetlerini giydiler. Merve, kıyafeti yakışmış mı diye
bakmak için etrafta boy aynası aradı ama bulamadı. Sonra da Moron’a:
-Moroncuğum, siz
saçınızı başınızı taramak, elbisenizi düzeltmek için aynaya bakmaz mısınız hiç?
(71) Merve’nin imalı imalı
Moroncuğum derken bile adıyla dalga geçtiğini anlayan Moron’un canını fena
sıkıldı. Zoron’a verdiği söz olmasa Merve’ye iyi bir ders verecekti ama içinden
“Ya sabır, yakında giderler. Ben de böylece bu dalgacılardan kurtulmuş olurum.”
diye düşündü.
(72) Biraz sonra da Şoron
hariç herkes Ay’a gitti. Kaptan Zoron ve Moron, Ay yüzeyinden taş ve toprak
örnekleri topladılar. Topladıkları taş ve toprak örneklerini hemen bir cihazın
içine koyarak analizlerini yaptılar. Ay’ın yaşının kaç olduğunu, daha önce
hayat olup olmadığını, su bulunup bulunmadığını öğrenmeye çalıştılar.
(73) Bu sırada Merve ve
köpekler, Ay yüzeyinde çok eğleniyorlardı. Yerler sanki kül kaplıydı. Her yer
gri renkteydi. Ne ağaçlar, ne otlar, ne bir yeşillik, ne de gökyüzünde bir
mavilik yoktu. Her yer karanlıktı. Bu yüzden Merve, yanındaki Moron’a biraz
kızdı.
-Gece gece niçin bizi
getirdiniz? Doğru dürüst hiçbir şey göremiyoruz.
-Gündüz gelemezdik.
Tehlikeli olurdu.
-Ne tehlikesi?
-Ay’da Dünya’nızdaki
gibi bir atmosfer yok. Atmosfer sizi Güneş’in zararlı ışınlarından koruyor. O
yüzden eğer gündüz gelseydik, güneş ışınları bizim için çok tehlikeli olurdu.
(74) Ay’da Dünya’daki gibi
rahat hareket de edemiyorlardı. Hareketleri çok yavaştı. Merve, zıplamak
isteyince şaşırdı. Çünkü Dünya’daki gibi hızlı çıkıp, hızlı aşağıya inemedi.
Burada her şey çok yavaş oluyordu. Ay, Dünya’dan çok çok farklıydı. Ama burada
zıplamak çok daha eğlenceliydi. Yaralanma, sakatlanma tehlikesi de hiç yoktu.
(75) Çomar da koşmak
istedi ama çok yavaş koşabildi. Sanki bir şey onun koşmasını engelliyordu.
Dobiş, Çomar’ı yakalamak istedi ama kendisi de çok yavaş olduğu için onu
yakalayamadı. Ay’da olmak çok eğlenceliydi. Sanki denizin içinde yüzüyor
gibiydiler. Çomar, neden bu kadar yavaş hareket ettiklerini Kaptan Zoron’a
sordu.
-Kaptan, Ay’da niye
çok yavaş hareket ediyoruz? Niye zıpladığımızda yukarıya yavaşça çıkıp, aşağıya
yavaşça iniyoruz. Sebebi nedir bunu?
-Çünkü Ay’da
Dünya’daki gibi yerçekimi yok. O yüzden burada her şey çok yavaş oluyor.
-Vay be! Şimdi yüksek
bir yer olsa ve kendimi aşağıya bıraksam, bana bir şey olmaz mı yani?
-Hiçbir şey olmaz Çomar.
Yer çekiminden dolayı aşağıya bir tüy gibi yavaş yavaş inersin. Unutma burası Ay.
Aynı şeyi Dünya’da yapsan çok hızlı yere düşeceğin için sonucu çok tehlikeli
olurdu.
(76) Onlar konuşurlarken Dobiş,
birden hayretle bağırdı.
-Hey Kaptan, şu
karşımızdaki renkli gezegen Dünya’mız mı oluyor yoksa?
-Evet Dobiş, orası
Dünya’nız.
-Vay be, ne kadar
güzel bir gezegenimiz varmış! Masmavi.
-Öyle ama kıymetini
hiç bilmiyorsunuz.
-Neden kaptan?
-Denizleri, gölleri,
nehirleri hatta yer altı sularını bile sürekli kirletiyorsunuz.
-İyi de nasıl oluyor
bu?
-Tuvalet ve lavabo
sularınız kanalizasyonlar ile denizlere ve nehirlere dökülüyor. Fabrikaların
pis ve zehirli suları yine buralara dökülüyor. Anlayacağın denizleri kirleten
birçok sebep var.
-Yapma ya, ah bu
insanlar yok mu, çok düşüncesizler, çoook! Sadece kendilerini düşünüyorlar.
Duydun mu Merve? Ne pis insanlarsınız. Denizleri niye kirletiyorsunuz?
-Ne diyorsun be!
Denizler kirlenecek diye tuvaletimizi de mi yapmayalım, elimizi de mi
yıkamayalım ha?
-Biz de tuvaletimizi
yapıyoruz ama sizin gibi denizleri kirletmiyoruz.
-Siz de çevreyi
kirletiyorsunuz. Her yere tuvaletinizi yapıyorsunuz. Bahçede olduğumuz
zamanlar, acaba Çomar ya da Dobiş, buraya tuvaletlerini yapmışlar mıdır, diye oturacağımız
ya da basacağımız yerleri defalarca kontrol ediyoruz.
-Yok yaaaaa! Şimdi
suçlu biz mi olduk, akıllı Merve?
-Daha geçen gün
birinizin yaptığı pisliğe bastım. Ayakkabımı üç kere yıkadım. Ama hala pis pis
kokuyor.
-O kesin Dobiş’in
pisliğidir. Ben öyle ortalara falan yapmam. Konuşsana Dobiş. Evet benim
pisliğim desene!
-Töbe töbe
konuştukları şeye bak ya!
(77) Kaptan Zoron, ağız
dalaşları büyümesin diye hemen araya girdi ve anlatmaya devam etti.
-Sadece suyu değil,
havayı da toprağı da kirletiyorsunuz. Araba egzozlarından, fabrika ve ev
bacalarından çıkan zehirli gazlar sürekli havanızı kirletiyor. Poşetleri,
plastikleri, kağıtları, çikolataların, sakızların keklerin ambalajlarını her
şeyi yere atıyorsunuz. Halbuki çöp kovaları her yerde. Çöpleriniz içine atmaya
bile üşeniyorsunuz.
-Ben ve
diğer köpekler, havayı da suyu da, toprağı da kirletmiyoruz Kaptan Zoron.
Keşke insanlar da bizim gibi olsaydı değil mi?
-Saçmalama Çomar.
Kediler sizden daha temizler, doğaya daha saygılılar.
-Ne diyorsun Kaptan
ya? Şaka mı yapıyorsun sen?
-Siz de Merve’nin
dediği gibi her yere tuvaletinizi yapıyorsunuz ama kediler öyle mi ya?
Tuvaletleri gelince toprağı eşeleyip içine yapıyorlar. Sonra da pisliklerinin
üzerini toprakla örtüyorlar.
-Ama insanlardan daha
temiziz değil mi, Kaptan Zoron?
(78) Bu sırada Merve
ağlamaya başladı. Dünya’ya baktıkça ağlaması daha da arttı. Evini de annesini
ve babasını da çok özlemişti. Ay da uzaylılar da çok eğlenceliydi ama “Yeter
artık, evime dönmek istiyorum.” diye içinden geçirdi. Sonra da bunu yüksek
sesle Kaptan Zoron’a söyledi.
-Ben evimi annemi,
babamı çok özledim Kaptan Zoron. Evime dönmek istiyorum artık.
-Birkaç saat sonra
sizinle işimiz bitecek. Biraz daha sabredin.
-Ne birkaç saati be?
Çok özledim diyorum. O kadar bekleyemem ben.
-Uzatma Merve,
bekleyeceksin işte!
(79) Dobiş, güya Merve'yi
sakinleştirmek istedi. Ona acele etmemesini ve burada çok eğlendiklerini
söyledi.
-Ne güzel eğleniyoruz
Merve. Niye acele ediyorsun?
-Bana bak Dobiş,
senin saçını başını yolarım ha! Çok özledim diyorum, anlamıyor musun? Canım
sıkıldı canım, yeter artık!
-Yahu Ay’a giden ilk
çocuk sensin. Tabi ki biz de Ay’a giden ilk köpekleriz. Keyfini çıkarsana.
-Şimdi başlarım senin
keyfine de sana da.
(80) Dobiş’e kızan Merve,
yere eğilip taş aramaya başladı. Yerde bulunduğu bir taşı hemen Dobiş’e attı.
Taş Dobiş’e doğru o kadar yavaş gidiyordu ki Dobiş, Merve ile dalga geçti.
-Oooo, Merve bu taşın
kafamı yarması çok uzun süreceğe benziyor! Ben en iyisi gidip biraz daha
zıplayalım, hoplayayım. İki saat sonra gelirim tamam mı?
-Eh Dobiş,
Dünya’ya döndüğümüz zaman görüşürüz seninle.
(81) Bu sırada Kaptan
Zoron ve Şoron aydaki incelemelerine devam ediyorlardı. Ay yüzeyindeki
kraterlerin nasıl oluştuklarını anlamaya çalışıyorlardı. Çomar da onları
izliyordu. Kraterlerin nasıl şeyler olduklarını, o da merak etmişti.
-Kaptan Zoron, bu
krater denen büyük çukurlar nasıl oluşmuşlar?
-Çomarcığım, bu kraterlerden
yüzlerce var. Kimi küçük, kimi de çok büyüktür. Bunlar göktaşlarının çarpması
sonucu oluşmuş çukurlardır. Kimi çukurların genişliği göl, hatta deniz
büyüklüğündedir.
-Eeee, Ay’a çarpan
göktaşları, Dünya’ya da çarpabilirler o zaman!
-Zaten çarpıyorlar.
Hem de her gün onlarcası çarpıyor ama atmosferiniz Dünya’nızı koruyor.
-Daha önce de atmosfer
demiştin Kaptan Zoron. Atmosfer nedir?
-Atmosfer, Dünya’nın
etrafını saran yakıcı, parçalayıcı, görünmez bir kalkandır. Bu yüzden
göktaşları, atmosfere girdiğinde ufalanıp toz oluyorlar.
(82) Bu sırada Ay’da
atmosfer olup olmadığını merak eden Dobiş, Kaptan Zoron’a sorar.
-Ay’ın atmosferi yok
mu?
-Yok Dobiş köpek. Zaten
o yüzden böyle delik deşik ve kraterlerle dolu ya. Sebebi Dünya’daki gibi
atmosferin olmayışıdır.
-Peki sizin geminize
göktaşı hiç çarptı mı?
-Hayır Dobiş köpek, çarpsaydı
zaten yok olurduk.
-Vay be, uzay amma da
tehlikeliymiş! En iyisi Dünya’ya geri dönmek.
(83) Bu sırada Merve'nin
ilgisiz alakasız hali Kaptan Zoron’un dikkatini çekmişti.
-Merve, köpek
arkadaşların bu kadar soru sordular ve bir şeyler öğrendiler. Sen bir şey
sormayacak mısın?
-Tabi ki soracağım!
-Aferin Merve, hadi
sor bakalım.
-Ne zaman eve
döneceğiz?
-Töbe töbe, hala
mızırdanıyor ya! Senin derslerin nasıl Merve?
-Niye sordun Kaptan?
Derslerimin, sorduğum soru ile ne alakası var şimdi?
-Ne bileyim? Seni pek
bir meraklı, pek bir zeki gördüm de o yüzden sorayım dedim.
-Kaç kere soru sordum
ama cevaplamadın ki!
-Ne sordun?
-Eve ne zaman
döneceğiz?
(84) Uzaylıların Ay’daki
işleri bitince, hep beraber uzay gemisine geri döndüler. Şoron, can sıkıntısı
geçsin diye Merve’yle ilgilendi. Ona kısa bir süre uzay gemisini kullandırdı.
Merve, Şoron’a da “Ne zaman Dünya’ya döneceğiz?” diye sık sık sordu ve bu
soruyla onu da bunalttı.
(85) Hırço, Dobiş ve
Çomar’la iyi arkadaş olmuştu. Onlara uzay gemisini gezdirdi. Dobiş’in dikkatini
robotlar çekmişti. Bunların çoğu asker robotlardı. Boyları uzuncaydı. Kovboylar
gibi bellerinde silah taşıyorlardı. Koridorların kenarlarında hareketsizce
duruyorlardı ama gelen giden herkesi gözleriyle takip ediyorlardı. Bazen de
başları sağa sola doğru hafifçe hareket ediyordu. Biraz korkutucuydular. Bu
arada birkaç robot da koridorlarda dolaşarak nöbet tutuyordu.
(86) Dobiş, robotlardan
çok etkilendi.
-Bunlar benden de
akıllı ya benziyorlar Çomar ama görünüşleri beni biraz korkuttu.
-Gözünü seveyim
Dobiş, sakın robotlara dokunma, şaka falan yapmaya da kalkma!
-Olur Çomarcığım
olur.
(87) Sanki Çomar onu
uyarmamış gibi Dobiş, robotlardan birinin bacak arasından geçmek istedi.
Dengesini kaybeden robot düşerken ana bilgisayara çarptı. Uzay gemisi bu
çarpmanın sonucunda kısa bir süre arıza yaptı. Dobiş, korkudan hemen kaçtı ve
bir yerlere saklandı. Zaten robotlar da peşindeydi. Her yerde onu arıyorlardı. Uzay
gemisinin arıza yapmasına sinirlenen Zoron, bu arızanın Dobiş yüzünden olduğunu
öğrenince daha da sinirlendi. Hemen Dobiş’in bulunmasını emretti.
-Bu ne ya! Biriniz
mızmız sürekli ağlıyor, diğeriniz uzay gemimize zarar veriyor. Başımıza daha
fazla iş açmadan, sizi hemen Dünya’ya göndereyim.
(88) Dünya’ya döneceklerini
duyan Merve heyecanlandı. Ama biraz da endişeliydi.
-Bizi kaçırdığınız
yere, evimizin önüne bırakın ama. Sonra kocaman Dünya’da bir de evimizi bulmak
için uğraşmayalım.
-Mızmız Merve normal
bir cümle kurabildi sonunda.
-Duydun mu Zoron?
Evimizin önüne bırak bizi. Kaybolmayalım sonra.
-Mızmız seni
özellikle Afrika'da aslanların önüne bırakacağım. Ha ha ha …
-Ne aslanı, ne
Afrikası be! Nereden kaçırdıysanız, oraya bırakacaksınız. Tamam mı?
-Ha ha ha ...
-Çomar niye gülüyor
bu?
-Sana şaka yaptı da
ondan Merve.
-Şakanın sırası mı
Kaptan Zoron? Hemen eve götür bizi çabuuuuk!
(89) Uzaylılar ellerindeki
cihazlarla Dobiş’in yerini hemen buldular. Robotları karşısında gören Dobiş, ne
yapacağını şaşırdı. Kaçmaya çalıştı ama robotlar şok tabancasıyla onu etkisiz
hale getirdiler. Bayılan Dobiş’i robotlar nazikçe ve ona herhangi bir zarar
vermeden Kaptan Zoron’un yanına götürdüler. Biraz sonra da Dobiş ayılarak
kendine geldi. Zoron, vakit geçirmeden hepsini Dünya’ya gönderdi.
(90) Ama Dobiş’in
ana bilgisayara zarar vermesinden dolayı, gönderildikleri yerlerde küçük
bir sıkıntı oluştu. Çomar, kendini Merve’nin odasında buldu. Merve yanlışlıkla
Dobiş’in kulübesine, Dobiş de Çomar’ın kulübesine gönderildi. Hepsi de
gönderildikleri yerde mışıl mışıl uyuyorlardı.
(91) Sabahleyin annesi,
Merve’yi uyandırmak için odasına girdi. Çomar’ın üstü tamamen örtülü olduğu için
onun Merve olmadığının farkına varamadı. Merve’yi uyandırdığını sanarak Çomar’ı
dürtmeye başladı.
-Haydi Merve, kalk
artık! Kahvaltı hazır.
-Hırrrrr
- Merve neyin var
kızım? Hasta mısın yoksa? Sesin bir garip çıkıyor. Tabi akşam sözümü
dinlemedin, gidip soğuk suyu kafana diktin, değil mi?
-Hırrrr
(92) Kadın, biraz sonra yatağın
kenarından bir şeyin sarktığını gördü. Sarkan şey kuyruğa benziyordu. Çomar’ın
üstündeki örtüyü kaldırınca, yatakta Merve yerine Çomar’ın olduğunu gördü ve
avazı çıktığı kadar bağırarak eşini çağırdı.
(93) Çomar da avazı
çıktığı kadar havlayarak, açık pencereden dışarıya kaçtı ve kulübesine gitti.
Kulübesinde Dobiş’in yattığını görünce, onu uyandırmak için dürttü.
-Kalk Dobiş kalk! Ne
işin var kulübemde? Git kendi yerinde yatsana!
-Senin kulüben mi?
İyi de biz buraya gelirken uyumuyorduk ki!
-Sebebini bilmiyorum
ama uyutarak göndermişler bizi buraya. Ben de uyandığımda kendimi Merve'nin
yatağında buldum. Baş ucumda da Merve'nin annesi vardı. Odadan nasıl kaçtığımı
bilemedim.
-Çomar sen Merve’nin
odasına, ben de senin kulübene gönderildiysen eğer o zaman Merve de senin
kulübende yatıyordur. Keh keh keh …
(94) Köpekler, hemen
Dobiş’in kulübesine gittiler. Gerçekten de Merve, Dobiş’in kulübesinde
yatıyordu. Kulübeye sığmadığı için de ayakları dışarıda kalmıştı. Tam Merve'yi
uyandıracaklardı ki anne ve babası evden hızla çıktılar ve “Merveee” diye
bağırmaya başladılar. Bir yandan da Çomar ile Dobiş’in yanına doğru koştular.
Seslere uyanan Merve, kulübeden çıkınca, anne ve babası onu gördüler. Annesi şaşkınlıkla
kızına seslendi
-Kızım neler oluyor?
Orada ne işin var?
-Ne oldu anne?
-Ne olacak kızım?
Dobiş’in kulübesinde yatıyordun. Burada ne işin var senin?
-Dobiş’in kulübesinde
mi? Ah Kaptan Zoron ah! Şaka mı yaptın yoksa bize?
-Ne Kaptan Zoron’u kızım,
ne diyorsun?
-Önemli değil anne
ya! Bütün gece uzaylılarla beraberdim. Yanımda Dobiş ve Çomar da vardı.
-Kızım saçmalama ya!
Çomar da senin yatağında yatıyordu zaten.
-Iyyy, ben o yatakta bir
daha yatmam anne!
(95) Gürültüyü duyan
Efeler ve Kayalar da hemen dışarıya çıktılar. Merve, herkese olup biteni
anlattı. Çomar ve Dobiş de anlatılanları havlayarak onayladılar. Ama hiç kimse
anlatılanlara inanmadı. Anne ve babası Merve'yi doktora götürmeye karar
verdiler. Merve, buna karşı çıktı.
-Ne doktoru anne ya!
-Kızım iyi değilsin
sen. Baksana saçmalıyorsun.
-Saçma olan nedir
anne? Dobiş ve Çomar’la uzaya gitmem mi?
-Yani bu şimdi saçma
değil mi Merve?
-Saçma olur mu anne
ya? Hatta Dobiş’in ve Çomar’ın konuştuğu her şeyi anlıyordum ve onlarla
konuşuyordum.
-Yapma kızım ya!
Köpekler konuşur mu hiç?
-Bu Dobiş var ya
anne, çok komik ve alaycı. Çomar da telaşlıydı ve her olay karşısında
panikliyordu. İkisi de çok sevimliydi anne. Keşke bir görseydin onların o
hallerini.
-Demek öyle Merve!
Bak şimdi Çomar’la konuşacağım. Çomar, sen de gittin mi uzaya?
-Hav hav hav.
-Aaaa Merve
haklıymışsın! Bak nasıl da konuşuyor Çomar?
-Eeee, Çomar en
sevdiğin yemek nedir?
-Hav hav hav.
-Yaaaa demek öyle,
ağzının tadını nasıl da biliyorsun! Duydun mu Merve? Çomar en sevdiği yemeğin
“Hav hav” olduğunu söyledi.
-Anne, dalga geçme
ya!
-Ne dalgası kızım?
Çomar’a baksana “Hav hav” diyerek konuşuyor. Hav havdan başka bir şey bildiği
yok. Şimdi bu konuşma mı oluyor yani?
-Anne, bunun nasıl
olduğunu bilmiyorum ama uzaydayken çok rahat konuşarak anlaşıyorduk. Aynı
zamanda da çok zekiler. Dobiş, Hırço’nun yaptığı yaş hesabı şakasını bile
anladı.
-Bir de Hırço mu
çıktı başımıza?
-O bir uzay köpeğiydi
anne. Şakacı ve zekiydi. Ha ha ha… Ne komik köpekti anne yaaaa! Keşke sen de
görseydin?
-Kızım komik köpek
olur mu hiç?
-Olmaz mı anne ya!
Daha üç, dört saat önce Hırço, Çomar’a yüz yirmi yaşında olduğunu söyledi.
Çomar ve Dobiş de ona inanmadı. Bunun üzerine Hırço ………
-Sus yeter artık
Merve! Korkutuyorsun artık beni. Bugün mutlaka doktora gideceğiz.
(96) Tam bu sırada Zoron
ve Moron birden onların bulunduğu yere geldiler. Görünüşleri farklı olan bu
varlıkları gören herkes, çok korktu. Oldukları yerde kalakaldılar. Sakin olan
tek kişi Merve’ydi.
(97) Merve'nin annesi “Cin
bunlar cin!” diye bağırarak dualar okumaya başladı. Ömer bey, arkasındaki
fırçanın sapını gizlice tuttu. Eğer saldıracak olurlarsa, o da karşılık
verecekti ve fırçanın sapını tepelerine indirecekti. Kaya'nın annesi de kısa
süreli bir baygınlık geçirdi.
(98) Çomar ve Dobiş de uzaylıların yanlarına
gittiler. Yine geri götüreceklerini sanan Çomar, telaşlıydı.
-Ne oldu? Bizi tekrar
götürmeye mi geldiniz yoksa? Bak peşinen söyleyeyim, biz sıramızı saldık.
Sizinle gelmeyiz artık, tamam mı?
-Arkadaşın Dobiş
yüzünden gemimizdeki arızayı gideremedik. Gezegenimizden teknik yardım istedik.
Bir süre sizin misafiriniz olacağız.
-İyi ki geldiniz. Buradaki
hiç kimseyi uzayda olduğumuza inandıramadık.
(99) Konuşulanları
dinleyen herkes, onların zararsız olduğuna inandı. Kadınlar, hemen bu uzaylı
misafirleri için kahvaltı hazırladılar. Ama Moron, bu tür yemeklerin kendileri
için uygun olmadığını söyledi.
-Biz sizin yediğiniz
şekilde yemek yiyemeyiz. Yemeklerimizin hepsi hap şeklindedir.
-Aaa Olur mu canım?
Taaa nerelerden gelmişsiniz. Bir şeyler yedirmeden göndermeyiz valla.
-Peki sizi kırmayalım
o zaman. Ama fazla bir şey hazırlamayın lütfen Seval hanım.
-Seval hanım mı? Siz
beni tanıyor musunuz?
-Tabi ki eşiniz Ömer
beyi, çocuklarınız Efe ve Yeliz’i de tanıyoruz.
-Ama nasıl olur bu?
-Köpeğiniz Çomar
biraz geveze. Bize hep sizden bahsetti.
-Çomar konuşabiliyor
mu ki?
-Aslında köpekler,
havlayarak konuşurlar. Cihazlarımız sayesinde Çomar’ın ne demek istediğini çok
rahat anlayabiliyoruz.
(100) Efeler, Kayalar,
Merveler ve uzaylılar oturup hep birlikte kahvaltı yapmaya başladılar.
Uzaylılar, çatal kullanmakta için biraz zorlandılar. Çatalı ağızlarına sokarken
bazen yanlışlıkla dudaklarına, yanaklarına saplar gibi oldular. Bu yüzden
canlarının yandığı oldu. Uzaylılar kahvaltı yaptıkça yedikleri şeylerden çok
hoşlandılar. Her yediklerinin adlarını sorular. Özellikle de Kaptan Zoron,
yediği her şeyin adını sordu.
-Bu nedir? Çok
nefismiş.
-Buna simit deriz.
Susamlı simit.
-Ben böyle nefis bir
şey yemedim. Hımmm nefis çok nefis.
-Peki bu nedir?
-Menemen.
-Aman Allah'ım, bu
nasıl bir lezzet böyle. Hımmm nefis çok nefis.
-Şu önünüzdeki nedir?
-Beyaz peynir.
-Felaket lezzetli!
-Merve'nin önündeki
nedir?
-Tahinli pekmez.
-Bu ayrı bir güzel,
ayrı bir lezzetli. Hımmm.
(101) Zoron, Merve'nin
önündeki tahinli pekmezi önüne çekip yemeye çalışınca Merve, hemen onu tekrar
önüne çekti ve “Bize de bırak. Biz de yiyeceğiz.” diyerek Kaptan Zoron’a kızdı.
Kaptan Zoron, tahinli pekmeze bayılmıştı. Tekrar ekmek bandırmak istedi ama
Merve buna izin vermedi. Annesi Merve'ye kaşlarını çatarak kısık sesle kızdı.
-Bıraksana kızım
misafirler yesinler.
-Yok ya, bunu bile
zorla aldırıyoruz size zaten!
-Kızım misafirlerin
yanında ayıp oluyor ama.
-Bana ne ya! Ona
hiçbir şey vermeyeceğim. Çünkü o beni çok üzdü.
(102) Tahinli pekmezin
tadına bayılan ve hayran olan Kaptan Zoron, daha fazla dayanamayarak Merve’ye
bağırdı.
-Ver kız şunu! Adamın
asabını bozma!
-Ne ya! Zorla mı
alacaksın? O benim, vermem.
-Bak hala konuşuyor
ya! Ben onu senden almasını bilirim şimdi.
(103) Kaptan Zoron’un ayağa
kalkarak kendisine doğru gelmesi üzerine Merve, tahinli pekmezi kaptığı gibi
eve doğru koşmaya başladı. Herkes şaşkındı. Koca uzaylı kalkmış, küçük bir
çocukla tahinli pekmez yüzünden kavga ediyordu. Kaptan Zoron’un, Merve’nin
peşinden gitmesi üzerine Moron hemen ona müdahale etti.
-Ne oldu kaptan?
Nedir bu durumun? Niye böyle davranıyorsun?
-Kör müsün Moron?
Tahinli pekmezi önüne çekmiş, bana yedirmiyor.
-İyi de tahinli
pekmez senin değil ki! Niye zorla almaya çalışıyorsun?
-Ama Çok lezzetliydi
Moron! Ben hayatımda böyle bir şey tatmadım. Ekmeği alıyorsun, tahinli pekmezin
içine bandırıp sonra ………
-Kaptan yeter artık,
kendine gel lütfen!
(104) Kaptan Zoron,
Moron’un sertçe uyarması üzerine kendine geldi. Masada oturanlara baktı ve
yaptığından çok utandı. Sonra Merve’ye doğru baktı. Merve pencereden bakıyordu
ve ona nanik işareti yapıp dalga geçiyordu. Ara sıra da elindeki tahinli
pekmezi gösterip “Oh oh aldım ya, sana vermedim ya!” diye bağırıyordu. İçinden
“Ya sabır!” çeken Kaptan Zoron, masadaki herkesten özür diledi. İlk defa böyle
bir şey yaptığını ve çok utandığını söyledi.
(105) Bu sırada az önce
masadan kalkarak eve giden Seval hanım, elindeki iki şişe tahinli pekmezle geri
döndü. Onları Kaptan Zoron’a verdi.
-Buyurun Kaptan
Zoron, gittiğiniz yerde yersiniz.
-Hay Allah ya,
gerçekten çok utandım! Ne diyeceğimi bilemiyorum! Çok teşekkür ederim.
-Utanacak bir şey yok
Kaptan Zoron. Olur böyle şeyler.
-Gezegenimiz Çupya’ya
dönünce bunun da hapını yaptıracağım. Bu tadı, oradakiler de tatmalı, çok
hoşlarına gideceğinden eminim.
(106) Masadakiler, tekrar
aynı şeyler yaşanmasın diye çaktırmadan balı, tereyağını, sütü, helvayı masadan
gizlice kaldırdılar. Öyle ya! Tahinli pekmez için az önceki hırçınlıkları yapan
Kaptan Zoron, bunlardan da hoşlanacak olursa, kim bilir neler yapardı o zaman?
(107) Az sonra Merve de
masaya gelerek oturdu. Ağzı, burnu, çenesi tahinli pekmez olmuştu. Belli ki
Kaptan Zoron yemesin diye hepsini yemiş, dibini bile sıyırmıştı. Merve'nin
durumunu gören annesi, onun kulağına eğilerek “Ayıp ayıp, bari ağzını, yüzünü
yıkayıp öyle gelseydin.” dedi. Merve, utanmadan sırıtınca, dişlerine bulaşmış
tahinli pekmez de gözüktü. Sanki tüm tahinli pekmezi yediğini Zoron’a
göstermeye çalışıyor gibiydi. Zoron, Merve'ye bakmamaya ve etrafındakilerle
sohbet etmeye çalıştı.
(108) Kahvaltı bittiğinde
Moron ve Kaptan Zoron’un da karnı iyice doymuştu. Hatta fazla yedikleri için
karınları biraz da şişmişti. Kaya'nın annesi, kahvaltı sonrası onlara çay ikram
etti. Bu sırada Kaptan Zoron ve Moron’a dikkatlice bakan Kaya, Kaptan Zoron’a
sorular sormaya başladı.
-Zoron abi, neden
gözleriniz çok iri?
-Sizi daha iyi
görebilmek için.
-Peki, burnunuz neden
bu kadar küçük?
-Sizi daha iyi
koklayabilmek için.
-Peki kafanız neden
bu kadar büyük?
(109) Kaya’nın babası,
oğlunun kolunu cimcikleyerek onu uyarmaya çalıştı.
-Sus oğlum sus! Ben
bu konuşmaları Kırmızı Başlıklı Kız kitabından hatırlıyorum. Sonu iyi
bitmiyordu. Sus lütfen, artık bir şeyler sorma!
Ama Kaya, kendini tutamayarak soru sormaya
devam etti.
-Peki ağzınız neden
bu kadar büyük?
(110) Kaptan Zoron, Kaya’nın
sorusuna “Sizi daha iyi yiyebilmek için” cevabını verip onun üzerine
atılır gibi yaptı. Kaptan Zoron’dan korkan Kaya, koşarak babasının arkasına
saklandı. Bu sırada Kaptan Zoron ve Moron kahkahalarla gülmeye başladılar.
- Korkma korkma sizin
okuduğunuz kitapların hepsini biz de okuduk. Sen Kırmızı Başlıklı Kız gibi
sorunca ben de Kurt gibi cevap vereyim, dedim.
(111) Herkes kahkahalarla
güldü. Ömer bey, sürekli sapından tuttuğu fırçayı, kimseye sezdirmeden kenara
koydu. İçinden de “Bunlardan kimseye bir zarar gelmez.” diye geçirdi.
Merve, Kaptan Zoron
ve Moron’un kendileri gibi normal konuştuğunu fark etti ve buna çok şaşırdı.
-Ama siz burada
telepatik değil, ağzınızla konuşuyorsunuz, Kaptan Zoron!
-Anne ve babalarınız
yadırgamasın diye böyle konuşuyoruz Merve.
-Anne, baba biliyor
musunuz? Uzaylılar, Çomar ve Dobiş’le de konuşabiliyorlar.
-Kızım ne kadar ayıp!
Misafirimize neden Moron diyorsun?
-Ama anne onun adı
gerçekten de Moron.
(112) Moron lafı üzerine
herkesin ağzında bir gülümseme belirdi. Moron, herkesin gülmesi üzerine yine çok
sinirlendi.
-Ayıp oluyor ama
Moron’un bizdeki anlamı akıllı, zeki ve çabuk anlayıp kavrayandır.
(113) Efe de moron
sözcüğünün Türkçe’deki anlamını söylemeye kalktı.
-Bizdeki anlamı da
……..
-Tamam tamam
biliyoruz. Söylemene gerek yok.
-Köpekleri gerçekten
anlıyor musunuz Kaptan?
-Tabii ki anlıyoruz
Yeliz.
-Öyleyse Çomar’a
sorun bakalım. En sevdiği şey neymiş?
-Söyle bakalım Çomar,
en sevdiğin şey nedir?
-Yıllardır havlayarak
söylüyorum ama anlamıyorlar Kaptan Zoron. Kasaba gittiğimizde burnumun ucuyla
ya da pati işaretiyle gösteriyorum yine anlamıyorlar. Lütfen onlara en sevdiğim
şeyin kemik olduğunu söyler misin?
-Tamam Çomar, sakin
ol!
-Kemiğe bayıldığımı
defalarca söyle lütfen. Seval Hanım çabuk unutur çünkü.
-Aaaa,
tamam dedik ya Çomar, bıktırma lütfen!
(114) Ama Çomar heyecanı
geçecek gibi değildi. Konuştukça konuştu.
-Bak Kaptan, bu
fırsatı bir daha bulamam. Çünkü havlamamı anlamıyorlar. Kemiği sevdiğimi tane
tane üstüne bastıra bastıra söyle lütfen.
-Of Çomar, tamam
tamam!
-Çomar bu kadar hararetli
ne anlatıyor Kaptan Zoron?
-Çomar, kemiği çok
sevdiğini söylüyor Seval Hanım.
-Kasap kaç kere
bedava vermeye kalktı ama Çomar, sevmez diye almak istemedim.
-Hır hır hır.
-Kızma Çomar kızma!
Bundan sonra her gün alırım sana söz.
(115) “Her alırız.” sözü üzerine
Çomar, kısa süreli bir baygınlık geçirdi. Herkes kahkahalarla güldü. Çomar,
kendine geldiğinde Zoron’dan çocuklara da bir şeyler söylemesini istedi.
-Bir de Efe’ye
söylesene, top yakalamaca oyununu hiç sevmiyorum. Bana sürekli o oyunu oynatıyor.
Oynamak için başka oyunlar bulsun artık!
-Efe, Çomar top
yakalamaca oyununu sevmediğini söylüyor. Artık başka oyunlar oynatmanı
istiyormuş senden.
-Vay be, Çomar
efendiye bak! Oyun da beğendiremiyoruz kendisine. İsteksiz oynamasından
belliydi zaten.
(116) Biraz sonra Yeliz,
Kaptan Zoron’a merakla sordu.
-Zoron abi,
boylarınız neden bu kadar kısa?
-Aslında Çupyalıların
boyları daha da kısadır. Ben, Moron ve Soron içlerinde en uzun olanlardanız.
-Yok artık! Sizin
gezegeninizde süt içilmiyor mu?
-Gezegenimizde
maalesef süt yok.
-Nasıl yok?
-Sütün ne olduğunu
bilmiyoruz. Burada öğrendik.
-Gezegeninizde süt
olsaydı, boyunuz bu kadar kısa olmazdı zaten.
-Evet sizi
incelediğimizde sütün boylarınızı da uzattığını fark ettik. Bu yüzden
gezegenimize dönerken iki inek, iki koyun, iki de keçi götüreceğiz. Eğer oraya
uyum sağlayabilirlerse, sayılarını çoğaltacağız. Böylece çocuklarımıza süt
içirmeye başlayacağız. Bari onlar bizim gibi kısa boylu olmasınlar.
(117) Bu sırada komşulardan
biri, uzaylılardan korkarak polisi aramıştı. Polisin geldiğini gören Kaptan
Zoron, gitmeleri gerektiğini anladı.
-Artık bize müsaade.
Misafirperverliğiniz için çok teşekkür ederiz.
-Biz de tanıştığımıza
çok memnun olduk Kaptan Zoron. Her zaman bekleriz.
-Sağ olun Ömer bey,
hoşça kalın.
-Güle güle, iyi
yolculuklar.
(118) Moron ve Zoron bir
anda gözden kayboldular. Polisler, onları fark etmemişlerdi. O yüzden fazla
oyalanmadan geri döndüler. Ömer beyin aklına gazetede okudukları uzaylılarla
ilgili haber gelmişti.
-Amerikalı John’un
söyledikleri kelimesi kelimesine doğruymuş. Uzaylıların fiziksel özellikleri de
anlattığı gibiymiş.
-Baba, biz de
gazetecileri çağırıp yaşadıklarımızı anlatalım mı?
-Efeciğim,
anlattıklarımıza inanmaları için delil olması lazım.
-Ömer amca, ben onlar
fark etmeden, fotoğraflarını birçok kez çektim.
-Gerçekten mi Kaya?
Bak, bu inandırıcı bir delil olabilir.
-Ömer Amca, ben de
Ay’dayken küçük bir taş parçasını cebime koymuştum. O da delil olur mu?
-Olmaz olur mu? Hem
de çok güzel bir delil olur. Aferin çocuklar size! Siz ne akıllı çocuklarsınız
böyle.
(119) Oradaki herkes Ay’dan
getirilen taşı duyunca heyecanlandı ve taşı görmek istediler. Ama Merve ne
kadar taşı aradıysa da onu bulamadı. Bunun üzerine Kaya'dan fotoğrafları
göstermesini istediler. Ama Kaya’nın çektiği fotoğraflar da silinmişti.
(120) Uzaylılar,
arkalarında kendilerini belli edebilecek bütün delilleri yok etmişlerdi. Ay
taşını bir türlü bulamayan Merve buna çok kızmıştı.
-Hem Dünya’mıza
geliyorsunuz, hem de varlığınızı gizliyorsunuz. Bu ne ya! Ne güzel
arkadaşlarıma hava atacaktım. Gazetelere, televizyonlara çıkacaktım. Her yerde
uzaylılarla ilgili maceralarım anlatılacaktı. Ne oldu şimdi? Yazık değil mi
bana?
(121) Merve'nin böyle
konuşması üzerine Herkes çok güldü. Önemli olan bunu herkesin bilmesi değil,
kendilerinin böyle bir macerayı yaşamış olmasaydı. Merve, Ay’da yürüyen hatta
hoplayan, zıplayan ilk çocuk olmuştu. Uzay gemisine binen ve onu kullanan ilk
çocuk yine o olmuştu. Uzaylıların var olduklarını biliyorlardı ve artık onların
şekillerini, tiplerini, nasıl olduklarını merak etmeyeceklerdi. Çünkü onları
bizzat görmüşlerdi, konuşmuşlardı ve hatta onlarla kahvaltı bile yapmışlardı. O
yüzden kendilerini çok özel hissediyorlardı. Yaşadıklarını hiç kimseye
anlatmadılar. Çünkü zaten anlatsalar da kimsenin inanmayacağını biliyorlardı.
Akşamları bahçede oturduklarında sohbet konuları hep aynıydı. Sürekli uzaylılar
hakkında konuşuyorlardı. Özellikle Merve, masada en çok konuşan kişi oldu. Uzay
gemisinde ve Ay’da yaşadıklarını ayrıntısıyla anlatıyordu. Çomar ve Dobiş de
Merve’nin anlattıklarını havlayarak onaylıyorlardı. Efe, uzaylılarla ilgili
kısa bir şiir bile yazmıştı. Şiir güzeldi ve herkesin hoşuna gitmişti.
Zay zay uzaylılar,
Moron, Şoron, Zoron.
İri gözlü, koca
ağızlı,
Kısa boylu, dost
uzaylılar.
- SON –
Beğendiyseniz yorum yapmayı ve paylaşmayı unutmayın. :)
0 Yorumlar