YouTube İlkokulu - Türkçe, Matematik, Fen Bilimleri ve Daha Fazlası ÇOMAR SERİSİ: EFE'NİN KARNE CEZASI - YOUTUBE İLKOKULU

ÇOMAR SERİSİ: EFE'NİN KARNE CEZASI

İlkokul Hikaye Yazma Etkinlikleri

ilkokul hikayelari

   (1) Öğrenciler için yaz tatili başlamıştı. Uzun upuzun bir tatil öğrencileri bekliyordu. Tabi ki karnesi iyi olanlar, tatili en çok hak edenler olacaktı. Efe ve Yeliz de karnelerini almışlardı. Yeliz’in karnesi çok iyiydi. Tüm notları pekiyiydi. Takdir ve onur belgesi de vardı. Efe ise kardeşinin tüm ısrarlarına rağmen karnesini bir türlü ona göstermiyordu. Nedense suratı da çok asıktı.
-Ne oldu Efe?  Karnen istediğin gibi değil mi yoksa?
-Öğretmenime çok kızıyorum Yeliz. Matematik ve Türkçe derslerini pekiyi yapsaydı ne olurdu sanki!
-Kaç vermiş notlarını?
-İkisine de iyi vermiş.
-Ama sen de derslerine çok fazla çalışmadın Efe. Keşke biraz daha çalışıp, biraz daha çaba gösterseydin.
-Kendisi kadın ya, kız öğrencilere hep pekiyi vermiş.
-Tabi tabi muhakkak öyledir! Yıl boyunca çalışma, sonra bütün suçu öğretmenine at.
   (2) Konuşarak yürüdükleri için zamanın nasıl geçtiğini anlamamışlardı. Çabucak eve gelmişlerdi. Yeliz, zili çalınca kapıyı her zamanki gibi annesi açtı. Efe somurtarak, Yeliz ise gülümseyerek içeriye girdi. Annesi çocukların surat ifadelerinden karnelerinin nasıl olduğunu az çok anlamıştı. Çocuklardan karnelerini göstermelerini istediğinde Yeliz önce davrandı.
-Anne bu karnem, bu takdir belgem, bu da Onur belgem.
-Canım kızım benim, aferin sana! Çalışmanın karşılığını aldın sonunda. Akşam eve geldiğinde baban da çok sevinecek. Evet Efeciğim, senin karneni de görelim. Bakalım ne sürprizler yaşatacaksın bize.
-Of anne ya, öğretmen matematik ve Türkçe’yi beklediğim gibi vermemiş! Resmen haksızlık yapmış bana.
-Bu notları hak ettim demiyor da suçu öğretmenine atıyor. Bakalım notlarına nasılmış? Aaaa, oğlum senin görsel sanatlar dersin de pekiyi değil, iyiymiş!
-Neeee?
-İşte bak. Görsel sanatların karşısında ne yazıyor?
-Bu ne ya? Gerçekten de iyi yazıyormuş. Ama bu imkansız anne! Kesinlikle bir yanlışlık olmalı.
-Türkçe ve matematiği anladım da görsel sanatlar dersin nasıl iyi oluyor oğlum?
-Öğretmen taktı bana anne, anlamıyor musun?
-Hayır anne, Efe derslere hep eksik malzemeyle girdi. Ya resim defteri yoktu, ya da boyaları.
-Nasıl yani? Aldığımız resim defterlerini, çeşit çeşit boyaları ne yaptın peki?
-Kullandım anne, sen Yeliz'e bakma! İki, üç kere götürmeyi unutmuştum da onları söylüyor sana.
-Bak Efe, öğretmenin senin notlarını yükseltmekle görevli değildir. O görev sana aittir. Çalışacaksın, çabalayacaksın, derslerini iyi dinleyeceksin. Başarı ancak öyle gelir.
-Ben de öyle yaptım ama.
-Tabi tabi karneye bakınca, ne kadar çalışıp çabaladığını görüyoruz Efe.
   (3) Bu sırada karneye tekrar bakan Seval hanım, sosyal bilgiler dersinin de orta olduğunu görünce birden şaşırdı.
-Aaaaa, sosyal bilgiler dersin de ortaymış Efe! Oğlum, bütün yıl ne yaptın sen? Resmen yatıp uyumuşsun.
-Ne ortası anne? Şaka mı yapıyorsun?
-Oğlum, sen karnene de mi bakmadın?
-Hayır anne imkansız! Sosyalim orta olamaz.
-Bak bakalım kaçmış?
-Aaaaa, ortaymış valla! Ama olamaz, bir yanlışlık var bu işte anne!
-Olur Efe, olur. Son yazılıdan aldığın not kaçtı? Söylesene anneme.
-Son yazılıyı karıştırmasana Yeliz.
-Kaçtı Yeliz?
-Otuz beş almıştı anne. Yani başarısız, yani bir.
-Hata bende oğlum. Notlarını ve başarını yakından takip etmeliydim.
-Ha şöyle anne ya! İtiraf et işte! Belki de notlarım senin yüzünden böyledir.
-Efeeee!
-Ha ha ha ….
-Gül oğlum, gül. Akşama baban gelince bakalım ne yapacaksın?
   (4) Bu sırada açık pencereden tüm olanları izleyen Çomar, kıs kıs gülmeye başladı. Farkında olmadan kendi kendine yüksek sesle konuşuyordu. “Ayvayı yedin Efe. Akşama şenlik var şenlik. Artık evde babanla köşe kapmaca oynarsın. Keh keh keh ….”  Çomar, Efeleri izlerken Dobiş’in yanına geldiğini fark etmemişti. Çomar’ın söylediklerini duyan Dobiş de söze karıştı.
-Efe, bence akşama bol bol nasihat dinleyecek.
-Sen de nereden çıktın Dobiş?
-Karne günleri oldukça eğlencelidir Çomar. Kaya henüz gelmedi. O gelene kadar buradaki eğlenceyi kaçırmayayım dedim.
-Asıl eğlence akşama Ömer bey gelince. Keh keh keh …..
-Valla bu çocuklar da olmasa eğlenemeyeceğiz Çomar.
-Kaya'dan değil ama Merve'den çok umutluyum Dobiş.
-Niye ki?
-Kaya çalışkan bir çocuk. Ondan bir eğlence çıkmaz bize. Ama Merve, bütün sene hep dışarıdaydı. Birazdan asıl eğlence onların evinde olacak bence.
-Hadi o zaman, onların penceresine gidelim!


   (5) Çomar ve Dobiş hemen Mervelerin penceresine gittiler. Evden bağırma sesleri geliyordu. Annesi kızıyor, Merve de başını öne eğmiş, sakin sakin onu dinliyordu.
-Kızım, bu karnenin hali ne böyle Allah aşkına? İnsan hiç mi ders çalışmaz?
-Ama anne!
-Ne aması kızım? Öğretmenin resmen bu kız başıma kalmasın diye, ite kaka seni sınıf geçirtmiş. Seneye beşinci sınıfsın. Başka okul, başka öğretmenler. İşimiz var seninle valla.
-Anne, babam çok kızar mı?
-Sence?
   (6) Çomar ve Dobiş, sanki sinemada eğlenceli bir film izliyormuş gibi eğleniyorlardı.
-Çomar haklıymışsın, Gerçekten de burası daha eğlenceliymiş.
-Keh keh keh.. Oh olsun Merve’ye! Attığı taşlarla canımı yok yakmıştı. Ahım tuttu ahım!
-Keh keh keh… Ne mübarek köpekmişsin Çomar. Ahın bile tutuyor. Korkulur valla senden.
   (7) Bu sırada Merve’nin dışarıya çıkmak üzere olduğunu gören Çomar, Dobiş’e “Kaç Dobiş kaç! Merve dışarıya çıkıyor. Bizi görürse ne yapacağı belli olmaz bu kızın.”
   (8) Akşamleyin Ömer bey, eve gelince ilk işi karnelere bakmak oldu. Yeliz’in karnesine bakarken yüzü gülen, gözleri parıldayan Ömer beyin, Efe’nin karnesine bakarken yüzü asıldı, kaşları çatıldı. Doğal olarak Yeliz’in payına maşallahlar, aferinler Efe’nin payına ise çok çalışmalısın, daha çok gayret göstermelisin türünden nasihatler düştü. Nasihatler bitmek bilmiyordu. “Ben öğrenciyken şöyle azimliydim, böyle çalışırdım, ödevlerimi zamanında yapardım, ödevlerimi yaptıktan sonra da kendim fazladan çalışırdım.” gibi her anne, babanın yaptığı nasihatleri yaptı Ömer bey. Nasihatler yapılırken Efe, sıkıldığını her haliyle belli ediyordu. Bazen tavana bakıyor, bazen esniyor, bazen burnunu kaşıyor, bazen saate bakıyor, bazen de karşısında duran Yeliz’e bakıyordu. Yeliz, Efe'nin babasını sessizce dinlemesini sırıtarak izliyordu. Efe de sanki bakışlarıyla Yeliz’e “Yeliiiiz, sırıtma! Bak karışmam sonra ha!” mesajı veriyordu.
   (9) Neyse ki sonunda nasihatler bitmişti. Efe “İnşallah hepsi bu kadardır. Babam kalkıp bir de ceza vermese bari.” diye içinden geçirdi. Seval hanım “Yemek hazır, hadi sofraya.” diye seslenince, herkes ellerini yıkayıp sofraya oturdu.
   (10) Akşam yemeği yenilirken Ömer bey, kısmen nasihatlerine devam etti.
-Çocuklar, annenizle bir karara vardım. Hayatın zorluklarını anlamadan, gelecekte nasıl bir hayat yaşayacağınızı anlayamazsınız. Çünkü henüz çocuksunuz. Ama artık ortaokul öğrencisi oldunuz ve bazı sorumluluklar almaya başlamalısınız. Özellikle de sen Efe!
   (11) “Özellikle de sen Efe!” cümlesini duyan Efe’nin içi bir anda cız etti. “Eyvah korktuğum şey başıma gelecek herhalde! Babam benim için bir ceza düşündü galiba.” diye korktu ve merakla babasının ağzından çıkacak olan cümleleri bekledi. Yeliz ise oldukça rahattı. Babasının söyleyeceği şeylerin kendisi için değil, Efe için olacağını biliyordu. Ama o da merakla babasının ne diyeceğini sabırsızlıkla bekliyordu. Sonuçta Efe ikiz kardeşiydi. Kardeşinin üzülmesi kendisini de üzerdi. Onun sevinmesi kendisini de sevindirirdi. Kardeşlik böyle bir şeydi işte.
   (12) Bu sırada pencereden bakan Dobiş ve Çomar da kendi aralarında evde konuşulanları değerlendiriyorlardı.
-Çomarcığım, Efe’ye doğru bir ceza yaklaşıyor ama nasıl bir ceza anlayabildin mi?
-İçimden bir ses, o yaklaşan cezanın yaz tatilini Efe’ye zehir edeceğini söylüyor.
-Bence Efe’yi yaz tatili boyunca dışarıya salmayacaklar. Bol bol ders çalıştıracaklar.
-Bence de o yaklaşan ceza, Efe’nin bir iş yerinde çırak olarak çalışması olacak.
-Ne işi?
-Ne bileyim? Berber, terzi çıraklığı ya da başka bir şey olabilir.
-İster misin Çomar, Efe’ye simit sattırsınlar? “Simiiiiitçiiii taze simitlerim vaaaaar.” diye akşama kadar bağıra bağıra simit satsın.
-Olur mu olur! Efe’ye iyi bir ders lazım. Yoksa aklı başına gelmeyecek.
-Aman bize dokunmasınlar da keyfimizi bozmasınlar da Efe’ye ne ceza verirlerse versinler. O da derslerine çalışsaydı yani.
-Doğru diyorsun Dobiş. Bize dokunmasınlar da Efe ister çırak olsun, ister simit satsın. Bize ne? Keh keh keh ….
-Derslerine çalışsaydı da bütün yıl yan gelip yatmasaydı yaramaz.
-Yahu Dobiş, biz ne konuşuyoruz böyle? Daha Ömer bey bir şey demedi bile.
-Valla ne bileyim? Kaptırıp gittik işte. Senaryo üstüne senaryo yazdık. Keh keh keh …
   (13) Bu sırada Ömer bey, eşiyle beraber aldığı kararı açıklıyordu. Bu karar Efe’nin pek de hoşuna gidecek gibi değildi.
-Efe seni köye götüreceğim. Yaz tatili boyunca amcanın ve dedenin verdiği işleri yapacaksın.
-Neeee? Ya, benim ne işim var köyde Baba? Ne anlarım ben köy işlerinden?
-Başka türlü okumanın kıymetini anlayamayacaksın sen Efe.
-Yeliz de gelecek mi peki?
-Yeliz, burada annesinin yanında kalacak ve ev işlerinde annesine yardımcı olacak.
-Ohhhh ne güzel!  Ben köyde güneş altını pişireceğim. Yeliz de bisikletiyle sokakta turlayacak.
-Eeeee, yaptığınız işlerin sonuçlarına katlanacaksınız. Yeliz, bütün yıl ders çalıştı. Belki çok sıkıldığı, bunaldığı anlar da oldu. Şimdi başarısının karşılığı olarak, rahat bir yaz tatili onu bekliyor. Sen ise ………
-Tamam baba tamam! Yine yan gelip yattığımdan, tembellik edip derslerime çalışmadığımdan bahsedeceksin.
-Bak ne güzel, beni şimdiden anlamaya başlamışsın bile! Demek ki çabuk olgunlaşacaksın.
   (14) Baba oğul arasındaki konuşmaları büyük bir ilgiyle izleyen Çomar ve Dobiş’in keyifleri oldukça yerindeydi. Hacivat Karagöz gösterisindeymiş gibi baba oğulun karşılıklı konuşmalarını açık pencereden izliyorlardı. Baba Hacivat, Efe de Karagöz olmuştu. Efe, Karagöz gibi devamlı söyleniyor, babasının işine gelmeyen laflarına karşı çıkıyordu. Bazen Dobiş, bazen Çomar, bazen de her ikisi birden Efe’nin komik buldukları mimiklerine, sözlerine ya da hallerine kıkır kıkır gülüyorlardı. Bir ara Yeliz, onların pencereden baktıklarını fark ettiyse de köpek oldukları için onlara aldırmadı.
-Çomar duydun mu?
-Duydum duydum. Eeee, ne yapalım Efe efendi? Kendi düşen ağlamaz. Sen köyde çalış, biz de burada gezelim, tozalım, eğlenelim. Keh keh keh ……
-Çok acımasızsın Çomar.
-Ne yapalım Dobiş? Ben de mi Efe’yle köye gideyim?
-Çomar, şimdi Ömer bey “Çomar da seninle beraber köye gelecek.” demesin sakın.
-Yok canım! Benim orada ne yararım olur Efe’ye? Ona dadılık mı yapacağım Allah aşkına?


   (15) Kendi aralarında konuşan Çomar ve Dobiş, Ömer beyin tekrar konuşmaya başlaması üzerine sustular ve onu dinlemeye başladılar.
-Pazar günü ailecek bir haftalığına köye gidiyoruz. Sonra biz geri döneceğiz. Efe de orada en az bir ay kalacak.
-Ben orada tek başıma bir ay ne yapacağım baba ya? Bari Yeliz ya da annem de benimle beraber kalsaydı.
-Gerek yok Efeciğim. Köydekiler de amcan, deden, yengen. Yabancı değiller yani.
   (16) Pencereden içeriye bakan Çomar, bir anda Ömer beyle göz göze gelince içini sebepsiz bir korku kapladı. Ömer beyi iyi tanıyan Çomar, onun bakışlarından kendisi için de bir planı olduğunu anlamıştı. “Ama ben köpeğim. Okula gitmiyorum, karne almadım, ceza gerektirecek hiçbir şey de yapmadım.” diye düşündü. Ama korkusunun sebebini biraz sonra daha iyi anladı.
-Tamam oğlum, seni köye tek başına göndermeyeceğim. Çomar da seninle beraber gelecek. Oldu mu?
-Ben ne yapayım Çomar’ı baba? Orada da burada yaptığı gibi yan gelip yatacak.
   (17) “Çomar da köye seninle beraber gelecek.” cümlesini duyan Çomar’ın kalbi bir an duracak gibi oldu. “Efe'nin tembelliği yüzünden benim de rahatım kaçtı. Bilmediğim bir yerde ne işim var? Ne yapacağım ben orada? Efe’ye bakıcılık mı yapacağım? Ah Efe ah, beni düşürdüğün şu hale bak!” diye endişeli endişeli düşündü. Çomar’ın bu halini gören Dobiş, ne diyeceğini bilemedi. Ona sadece nasıl olduğunu sorabildi.
-Çomar iyi misin?
-Dilin kopsun emi Dobiş! Şom ağzını açtın yine. Bak, Ömer bey beni de köye gönderiyor.
-Eeee, Çomar’ım, sen de Efe için çok büyük laflar ettin yani.
-Ne yapsam acaba? Onlar köye gidene kadar bir yerlerde saklansam mı?
-Keh keh keh …..
-Gülmesene Dobiş! Bir çare düşünsene.
-Bay bay Çomar’ım. Yolun şimdiden açık olsun. Efe'ye iyi bak tamam m? Ben de Paşa’yla artık o mahalle senin, bu sokak benim dolaşırız.
-Hain Dobiş, ne olacak!
   (18) Pazar günü Ömer Bey ve ailesi köye gitmeye hazırlanıyorlardı. Yol için tüm hazırlıklarını yapmışlardı. Köydeyken Efe’ye lazım olabilecek tüm kıyafetleri de ayrı bir çantaya koydular. Herkes köye gidileceği için heyecanlı ve mutluydu. İçlerinde mutlu olmayan sadece Efe’ydi. Özellikle Ömer bey, anne ve babasını görecek olmanın getirdiği duyguyla çok heyecanlıydı. Evde işleri bitince dışarıya çıktılar. Eşyalarını arabaya yerleştirdiler. Biraz sonra herkes arabaya binmişti ama Çomar ortalıklarda gözükmüyordu. Ömer bey hemen kulübesine baktı. Orada yoktu. Aramadıkları yer kalmadı ama bulamadılar. Çomar, o esnada uzaktaki bir duvarın arkasından onları izliyordu. “Biraz sonra beni almadan köye giderler. Çok şükür kurtuldum galiba!” diye havladıktan sonra farkında olmadan yüksek sesle “Yaşasıııııııın!” diye uludu. Kimse onu göremedi ama çıkardığı seslerden yakınlarda olduğunu anladılar. Seval hanım hemen mutfağa giderek bir kemik aldı ve arabanın yanına geldi. Sonra da “Çomaaaar çabuk gel, kemiğini al.” diye seslendi. Kemiği gören Çomar, koştura koştura Seval hanımın yanına geldi. Kemiği ağzına aldığı gibi de Ömer bey onu yakalayıp arabanın arkasına koydu. Yakalanmasına rağmen kemiği kemirmeye devam eden Çomar, bir taraftan da “Ben ne yaptım yahu?” diye şaşkın şaşkın düşünüyordu.
   (19) Komşularla vedalaşıldıktan sonra herkes arabaya bindi. Ömer bey arabayı çalıştırıp hareket etmişken, Kaya’nın babası Ali bey koşarak arabaya doğru geldi. Herkes vedalaşmaya geldiğini düşünürken Ali bey, Ömer beyden bir istekte bulundu.
-Komşum iyi yolculuklar. Arabada yer var mıydı?
-Hayırdır komşum?
-Şu bizim uyuşuk Dobiş’i de köye götürebilir misiniz? Belki biraz hareketlenir de uyuşukluktan kurtulur orada.
-Çomar’ın yanı boş. Dobiş’i oraya yerleştirin.
   (20) Ali bey, Dobiş’e tasma takmıştı. Yanına da yirmi beş kiloluk mama almıştı. Dobiş, gezmeye çıkarıldığını sanarken bir anda kendini arabanın içinde, Çomar’ın yanında bulmuştu. Ali bey, mamayı köpeklerin yanına koymaya çalışırken Ömer bey onu gördü.
-Ali bey, mamaya gerek yok.
-Olsun efendim. Kimseye orada yük olmayalım.
-Köy yerinde mama olmaz. Köy köpekleri de yemek isterlerse, Dobiş’i rahat bırakmazlar. Belki bu yüzden Dobiş’e zarar verebilirler.
-Aç kalmasın hayvan sonra?
-Köyde diğer köpekler ne yiyorlarsa, o da onları yer. Yemek artığı, bayat ekmek falan.
-Hay Allah ya, Dobiş biraz kibardır! Onları yiyemez.
-Olsun efendim olsun! Alışacak ya da aç kalacak.
-Peki komşum siz bilirsiniz.
   (21) Dobiş, Çomar’ın yanına bindirilince Çomar, kıs kıs gülmeye başladı. Dobiş şok olmuştu. Ne yapacağını, ne diyeceğini bilemedi. Eeeee, ne demiş atalarımız “Gülme komşuna gelir başına.” Çomar’ın köye gidecek olmasına çok gülen ve hatta bu yüzden onunla dalga geçen Dobiş de onunla beraber köyün yolunu tutmuştu. Bu fırsatı kaçırmayan Çomar, Dobiş’le dalgasını geçti.
-Senin de mi karnen kötü çocuğum? Seni de mi adam olman için köye gönderiyorlar yoksa? Keh keh keh …
-Yahu Çomar şaka gibi valla! Bin yıl düşünsem, böyle bir şey aklıma gelmezdi.
-Dün bana bay bay, hayırlı yolculuklar diyordun Dobiş efendi. Ne oldu şimdi?
-Ah Efe ah! Karnesi kötü gelen sensin ama kabak bizim başımıza patladı.
-Ne yapacaklar acaba bize? Traktörleri bozuk değildir inşallah! Yoksa traktör yerine tarlayı bize sürdürürler. Her şeye hazırlıklı ol Dobiş!
-Ühü ühü ühü ….
-Ağla Dobiş ağla, rahatlarsın belki! Keh keh keh ….
   (22) Yaklaşık üç saatlik bir yolculuktan sonra köye vardılar. Köy yeri, şehirden çok farklıydı. İnsanları az, hayvanları daha çoktu. Evler bir, iki katlıydı. Yollarda hayvan pislikleri özellikle de inek dışkıları çok fazlaydı. Bu dışkılara da tezek deniyordu.
   (23) Ömer bey, babasının evinin bahçesine arabayı park etti. Herkes arabadan indikten sonra, arabanın arka kapısını da açtılar. Üç saattir sürekli oturdukları için köpeklerin bacakları uyuşmuştu. Arabadan ilk olarak Dobiş indi. İner inmez de bacakları uyuşmuş olduğu için sağ tarafında doğru yalpaladı ve düştü. Düştüğü yer yumuşacıktı. Biraz da sıcaktı ama leş gibi de kokuyordu. Biraz sonra düştüğü yerin, inek pisliklerinin döküldüğü yer olduğunu gördü. Dobiş, tezek havuzuna düşmüştü sanki. Onu o halde gören Çomar, hemen gülmeye başladı.
-Sonunda layığını buldun Dobiş. Keh keh keh …..
-Iyyyy, ne şanssız köpeğim ben Çomar. O kadar yer içinde düştüm yere bak. Leş gibi de kokuyor.
-Dobiş’im düştüğün yer gül bahçesi değil, tezek havuzu. Tabi ki pis kokacak.
-Yüzüm, gözüm, tüm vücudum pislikle kaplandı. Ne yapacağım şimdi ben?
-Dobiş, seni ancak hamam paklar. Öyle normal yıkamayla bu pislikten ve kokusundan kurtulamazsın. Keh keh keh ..
-Gülme Çomar ya! Şu hamam dediğinden birkaç tane alıp gelsene. Yıkanıp kurtulayım şu pislikten.
-Dobiş!im, hamam sabun gibi bir şey değildir. Oraya gidilir ve uzun uzadıya keyifle iyice bir yıkanır.
   (24) Efe'nin kuzeni Ercan, Dobiş’i hemen çeşmenin yanına götürdü ve onu fırçayla, sabunla iyice bir yıkayıp temizledi. Bu sırada herkes birbiriyle kucaklaşıyordu. Küçükler büyüklerin ellerinden öptüler. Efe, dedesini görünce “Eh baba birazdan görüşürüz seninle! Seni dedeme şikayet edeyim de gör.” diye mırıldandı.


   (25) Öğle yemeği yenilirken Efe'nin dedesi Salim bey, herkesle tek tek ilgilendi. Tekrar tekrar herkesin hatırını sordu, çok mutluydu. Yeliz'e karnesini sordu. Çok iyi olduğunu öğrenince “Aferin torunuma. Gözlerinden belli zaten zeki olduğun maşallah, maşallah.” dedi. Sıra Efe'ye geldiğinde Efe, dedesinden önce davranarak konuşmaya başladı.
-Dede, ben babamdan şikayetçiyim.
-Ne oldu torunum? Şikayetin nedir?
-Babam beni buraya zorla getirdi dede.
-Zorla mı? Evladım ben sizin dedenizim. Buraya isteyerek geleceksiniz ki ben de ninen de amcan da yengen de mutlu olalım.
-Ama beni zorla getirdi babam. Neymiş karnem kötüymüş.
-Karnen kötü mü gerçekten torunum?
-Yani kötü değil de idare eder işte!
-Bak torunum, bizim köyün çocukları köyümüzde okul olmadığı için başka bir yerdeki okula gidiyorlar. Yaklaşık on beş kilometre uzaklıkta hem de.
-Neeee, on beş kilometre mi?
-Yaaa, on beş kilometre. Ne kadar uzak değil mi? Kışın karda yollar kapanır, yağmurda her yer çamur olur. Kışın donarlar, sıcak havalarda da pişerler. Yine de şikayet etmezler. Çoğunun da karnesi pekiyidir.
-Ama dede?
-Aması yok torunum! Şehir yerinde okumayıp da ne yapacaksın? Seni engelleyen nedir? Tarlaya mı gidiyorsun?
-Yoooo.
-Koyunları otlatmaya mı götürüyorsun?
-Yoooo.
-Akşama doğru inekler dönünce sütlerini mi sağıyorsun?
-Yoooo!
-Sebzeler, meyveler toplanacağı zaman seni de mi götürüyorlar?
-Yoooo.
-Okulun bizdeki gibi çok mu uzak? Gidip gelmekten mi yoruluyorsun?
-Yoooo.
-Televizyonu az mı izliyorsun?
-Yoooo.
-Çok mu kitap okuyorsun?
-Yoooo.
-Ödevlerini zamanında mı yapıyorsun?
-Yoooo.
-İnternete az mı giriyorsun?
-Yoooo.
-Senin adın Efe mi?
-Yoooo, of dede ya kandırdın beni! Her şeye “Yoooo.” dedirttin. Soruları peş peşe sorarak beni şaşırttın.
-Yaaaa, torunum! İhtiyarız ama bizde de hala birkaç iyi numara var. İşte adamı böyle itiraf ettirirler. Ha ha ha ….
-Bak dede, peşin peşin söyleyeyim. Tarlaya, bahçeye gitmem. Süt sağmak için zaten küçüğüm.
-Eeeee?
-Bu yüzden bana dokunma! Bırak kafama göre dolaşayım, yiyeyim, içeyim ha! Ne dersin?
-Tabi ki torunum. Seni öğleye doğru kaldırırız. Senin için bir de bilgisayar alıp internet bağlatayım mı? Ha, ne dersin?
-Yaşa dede ya! On numara adamsın valla.
-Ömer oğlum, benim torunum bu kadar uyanık değildi ama bu sene bayağı gözü açılmış baksana. Pazarlık yapıyor benimle.
-Aman baba, torunumdur, küçüktür, şehirden gelmiştir, anlamaz bu işlerden deyip Efe'ye sakın acıma ha! En ağır işleri ver. O kadar yorulsun ki akşama nereye yatacağını bilemesin.
-Baba niye dedemi yönlendiriyorsun?  Belki benim için daha hafif işler düşünüyordur. Değil mi dede?
-Ben torunuma kıyamam. Ona başka işler vereceğim.
-Yaşa dede, ver şu mübarek elini öpeyim!
-Öp torunum öp! Yarın Ercan'la beraber koyunları otlatmaya gideceksin. Yani çobanlık yapacaksın.
-Dede üç, beş koyununuz var zaten. Onları da bana mı kaybettireceksiniz?
-Sen kaybolursun ama onlar kaybolmaz torunum. Ha, bu arada “Kaybolursun.” dedim ya aklıma geldi. Eğer gerçekten yolu şaşırırsan, koyunları takip et. Onlar seni eve getirirler. Ha ha ha …
   (26) Dede gülünce oradaki herkes de güldü. Efe'nin tüm ümitleri suya düşmüştü. “Dedemi ikna edemezsem, zor bir yaz tatili beni bekliyor demektir. Zaten babamı ikna edemedim. Dedemi de ikna edemezsem, vay halime benim!” diye düşündü. Ama pes etmek yoktu. Dedesi ile konuşmaya devam etti.
-Of dede ya! Dede dedik elini öptük, bir de eğleniyorsun benimle!
-Kaybolmazsın merak etme torunum! Hem Ercan da seninle beraber gelecek.
-Koyunları otlatmak kısa sürse bari! Çok uzun sürmez değil mi dede?
-Güneş doğduğu gibi gidecek, havanın kararmasına yakın da döneceksiniz.
-Neeee, güneş doğduğu zaman mı?
-He ya!
-Of dede ya! Sosyal bilgiler dersinde öğrenmiştik. Yazın günler çok uzunmuş. On beş, on altı saat çobanlık mı yapacağım ben şimdi?
-Bak torunum şimdiden kafan çalışmaya başladı maşallah. Derste öğrendiklerini hatırlamaya başladın bile.
   (27) Dedenin bu son söyledikleri üzerine herkes katıla katıla tekrar güldü. Gülmeyenler sadece Çomar ve Dobiş’ti. Efe'nin köyde yapacağı iş belli olmuştu ama köpek olarak kendilerine nasıl bir iş verecekleri hala belli değildi. O yüzden hem Çomar hem de Dobiş çok tedirginlerdi.
-Efe'yi Çoban yapan, bize kim bilir ne iş verir?
-Traktöre baktın mı Çomar, çalışıyor mu bari?
-Yani iyi ki bir traktör şakası yaptım ha! Taktın traktöre sen de!
-Öyle deme Çomar, tarlayı bize sürdürürlerse vay halimize! Bir ay yatsak kemiklerimizin ağrısı geçmez valla.
-Açtı yine şom ağzını! Hele öyle bir şey olsun Dobiş, seni Bursa’ya kadar kovalamazsam bana da Çomar demesinler.
   (28) Akşam olunca çobanlar, sürüleri ile dönmeye başlamışlardı. Koyunlar ve inekler, gidecekleri evleri çok iyi biliyorlardı. Sırası gelenler, evlerinin bahçelerinde bulunan ahırlarına ya da ağıllarına sakince giriyorlardı.
   (29) Salim dedenin de koyunları ağıllara, inekleri de ahırlara kendiliğinden girdiler. Ayşe nine koyunları, Hayriye yenge de hemen inekleri sağmaya başladılar. Hayriye yenge Yeliz'e, Ayşe nine de Efe'ye süt sağdırdı. İlk gün süt sağmayı çok iyi beceremediler ama sonraki günlerde hayvanları daha iyi sağmaya başladılar.
   (30) Bu arada Ercanların da bir çoban köpeği vardı. Adı Çorba’ydı.  Çorba da diğer köy köpekleri gibi iri yapılıydı. Ercan, Çomar ve Dobiş’le tanıştırmak için hemen Çorba’yı çağırdı. Çomar kuyruğunu sallaya sallaya geldi. Geldiği gibi de Çomar ve Dobiş’i süzmeye başladı. “Bunlar da kim acaba? Yoksa bana yardım etmeleri için yeni arkadaşlar mı getirdiler?” niye düşündü ve böyle olması için de dua etti. Çünkü tek başına canı sıkılıyordu. Köpek köpeğe iki laf edebileceği, havlaşıp hırlaşabileceği bir arkadaşı olsun istiyordu. Koyunlarla anlaşamıyordu. O, koyunlara “Hav hav.” deyince koyunlar da ona “Meeee.” diye karşılık veriyorlardı. İki taraf da birbirini hiç anlamıyordu. O yüzden Çomar kendisi gibi bir köpek arkadaşı olsun istiyordu ve galiba istediği arkadaşlara da artık kavuşmuştu. Çooook mutluydu. Ercan, Çorba’yı yeni arkadaşlarıyla tanıştırdı. “Çorba bak, yeni arkadaşların Çomar ve Dobiş. Çomar ve Dobiş, bu da köpeğimiz Çorba. Hadi, tanışın kaynaşın artık.” diyerek onları baş başa bıraktı ve Efelerin yanına gitti.
   (31) Çorba adını çok komik bulan Dobiş, kıkır kıkır gülmeye başladı. Çomar, onu sessizce uyardı.
-Gül, gül de burada da başımızı belaya sok emi?
-Ama şuraya baksana! Köpeğini Çorba diye çağırıyor. Komik değil mi?
-Dobiş adı komik değil mi?
-Adımı karıştırmasana!
-Bakalım adının Dobiş olduğunu öğrenince, o ne tepki verecek?
   (32) Baş başa kalan köpekler, kendi aralarında tanıştılar, kaynaştılar, koklaştılar ve havlaştılar. Aralarında biraz samimiyet oluşunca, Dobiş, Çorba’ya adının neden Çorba olduğunu sordu.
-Kardeş, adını niye Çorba koymuşlar senin?
-Ben çorbayı çok severim. O yüzden adımı Çorba koymuşlar.
-Yani yumurtayı çok sevseydin, adını yumurta mı koyacaklardı?
-Nasıl yani?
-Yani kuru fasulyeyi sevsen, adını kuru fasulye mi koyacaklardı?
-Ne kuru fasulyesi?
- Yani diyorum ki lahana yemeğini sevsen ……….
   (33) Çomar, Dobiş’in saçmalamaya başlaması üzerine “Dobiş, uzatma istersen!” diyerek onu uyardı. Bu sırada Çorba da Dobiş’in adını merak etmişti.
-Kardeş, Dobiş adını daha önce hiç duymamıştım. Senin adını neden Dobiş koymuşlar?
-Bilmiyorum. Neyse boş ver şimdi adımı. Yarın biz de seninle beraber geliyoruz.
-Çok iyi olur.
-İş çok mu ağır?
-Hangi iş?
-Çoban köpekliği işi.   
-Yok be ya, bütün gün yatıyorum. Bazen gözlerimi açıp bakıyorum. Bir sıkıntı yoksa yatışa devam.
-Sen Dobiş’e bakma Çorba. Daha çoban köpeği olacağımız kesin değil.
   (34) Bu sırada Dobiş’in aklına yine evin traktörünün bozuk olup olmadığı gelir.
-Şey Çorba, sana bir şey soracaktım. Traktörünüz sağlam değil mi?
-Traktör mü? Traktörü ne yapacaksın?
-Bozuksa eğer tarlayı bize sürdürürler diye çok korkuyorum.
-Tarla sürme zamanı bitti şimdi hasat zamanı.
-Hasat da nedir?
-Tarladaki buğdaylar büyüyüp olgunlaşınca biçilir ve toplanır. Buna hasat denir.
-Traktörün bozuk olup olmadığını söylemedin!
-Sağlam sağlam merak etme, rahat ol!
-Oh beeee!


   (35) Dobiş, “Oh be!” deyince Çorba da Çomar da kahkahayla güldüler. Çorba, Dobiş’i de Çomar’ı da çok sevmişti. Özellikle Dobiş’in saf hali çok hoşuna gitmişti. İçinden bir ses onlarla çok iyi anlaşacağını söylüyordu.
   (36) Ertesi gün Salim dede, erkenden Efe'yi uyandırdı. Güneş doğmak üzereydi. Herkes kahvaltı masasındaydı. Efe, bu saatte kalkmaya alışık olmadığı için yataktan çok zor kalktı. Gelen giden “Hadi Efe çabuk ol, hayvanlar aç. Otlamaya gitmeleri lazım.” dedikleri için kalkmak zorunda kaldı. Elini yüzünü yıkadıktan sonra “Bu saatte kahvaltı mı olur ya?” diye söylene söylene sofraya oturdu. Babaannesi:
-Çocuğum burası köy yeri. Burada işler erkenden başlar, dedi. Efe kahvaltıda Yeliz’i göremeyince:
-Peki, Yeliz nerede, diye sordu. Annesi:
-Yeliz yatıyor, deyince Efe hemen itiraz etti:
-Eeeee, ben niye ayaktayım öyleyse.
-Sen çobansın artık. Ercan'la beraber sürüyü otlatmaya götüreceksin. Akşamleyin deden söyledi ya. Hatırlamıyor musun?
- Of anne ya! Daha dün geldim. Biraz dinleseydim bari. Aceleniz ne?
-Acele dedin de, çabuk ol oğlum! Hemen bir şeyler ye. Ercan koyunları ağıldan çıkarmak üzere.
-Oooh ne güzel! Yeliz, mışıl mışıl uyusun, ben de sabahın köründe koyunların peşine gideyim.
   (37) Efe söylenmesine devam ederken içeri giren dedesi, Efe'yi acele etmesi için uyardı.
-Hadi torunum acele et! koyunlar beklemez.
-Of dede yaaaaa!
   (38) Kahvaltıdan sonra Ercan, Efe'yi de yanına alarak otlağa doğru gittiler. Çorba, Çomar ve Dobiş’i de çağırmıştı. Çorba, sürüyü bir arada tutmak için bir sağa, bir sola, bir öne, bir geriye doğru hızla hareket ediyordu. Dobiş de Çorba gibi sürünün bir orasına, bir burasına koşarak onu taklit etmek istedi. Fakat koyunlar onu tanımadıkları için korkudan etrafa kaçıştılar. Bu da sürünün dağılmasına sebep oluyordu. Dobiş’in durmaya niyeti olmadığını gören Çorba, onu uyardı.
-Dobiş yapma! Çomar’ın yanına git ve hiçbir şeye karışma artık.
-Çorba bu koyunlar niye kaçıyorlar?
-Senden kaçıyorlar senden. Koyunlar seni tanımıyorlar çünkü. Çomar’ın yanına git. Yardım etme bana!
- Tamam tamam, anladım.
   (39) Ercan, Dobiş’e içinden biraz kızdı ama belli etmek istemedi. Ne de olsa misafirdi.  Otlağa geldiklerinde koyunlar, etrafa yayılıp otlamaya başladılar. Ercan ve Efe de bir ağacın altına oturdular. Koyunlarla biraz ilgilendikten sonra Ercan, kavalını çıkarıp çalmaya başladı.
 Efe çok şaşırdı. Çünkü Ercan, kavalını çok güzel çalıyordu. Koyunlar hem otluyorlar hem de kavalın sesini dinliyorlardı. Ercan kaval çalmaya ara verince Efe de kaval çalmayı denemek istedi.
-Ben de çalabilir miyim Ercan?
-Becerebilecek misin?
-Müzik derslerinde flüt çalmayı öğrenmiştik.
-Flüt nedir?
-O da kaval gibi bir şey. Ona çok benziyor.
-Öyleyse dene bakalım.
   (40) Kavalı çalarken biraz zorlanan Efe, birkaç kere daha denedikten sonra kavala alıştı ve onu rahatça çalmaya başladı. Hemen “Daha dün annemizin.” şarkısını çalmaya başladı. Kendi kendine “Demek ki derslerde öğrendiklerimizi, günlük hayatta da uygulayabilme fırsatı oluyormuş.” diye mırıldandı. Efe, şarkıyı çalmaya devam ederken Ercan onu uyardı.
-Efe, bu şarkıyı değiştirip başka bir şarkı çalabilir misin?
- Bu şarkısının nesi var?
-Biz kavalı koyunlar sakinleşsin, diye çalarız. Bu şarkı biraz hareketli. Koyunlar için pek uygun değil.
- “Yağ satarım, bal satarım.” şarkısını çalayım mı?
-O da olmaz.
- “Öğretmenim canım benim.” şarkısı olur mu?
-Efe, en iyisi ben sana çoban şarkıları öğreteyim.
   (41) Ercan, Efe'ye çoban şarkıları çalmayı öğretirken koyunlar otluyor, köpekler de herhangi bir tehlikeye karşı etrafı gözlüyorlardı. Öğleyin güneş tam tepeye çıktığında sıcaklıklar iyice arttı. Koyunlar, gölgeye çekilerek yere uzantılar ve geviş getirmeye başladılar.
   (42) Ercan, evden getirdiği domates, salatalık ve peyniri Efe ile beraber büyük bir iştahla yedi. Daha sonra da koyunların yatmasından yararlanarak civarda kısa bir tur attılar. Çeşit çeşit renk renk çiçekler koklayıp, topladılar. Efe, arıların çiçek özlerini nasıl emdiklerini seyretti. Gördüğü bir uğur böceğini eline alıp “Uç uç uğur böceğim.” tekerlemesini söyleyerek onu uçurdu. Karahindibağlara üfleyerek tohumlarının etrafa nasıl uçuştuğunu seyretti. Gördüğü böğürtlenlerden yedi. Bir tavşanın peşinden koştu. Köknar, çam, meşe, gürgen ağaçlarının hem adlarını hem de onları birbirinden ayırt etmeyi öğrendi. Hayatında ilk defa bir sincap gördü. Sincabın kuyruğu çok hoşuna gitti. Hayranlıkla bir ağaçkakanın bir ağacın gövdesini nasıl delmeye çalıştığını seyretti.
   (43) Bu sırada sürüye yaklaşmakta olan bir kurdun kokusunu alan Çorba, kurdun peşine düştü. Onu uzaklaşana kadar kovaladı. Yarım saat kadar sonra aynı kurt tekrar yaklaştı. Çorba, onu yine kovalayacakken Çomar, “Dur Çorba sıra bende!” deyip kurdu kendisi kovaladı. İnatçı kurt bir süre sonra tekrar sürüye yaklaşınca, bu sefer de Dobiş, kurdun peşine koşturdu. Ama kurt nedense Dobiş’e farklı davrandı. Dobiş’ten kaçar gibi yapıp aniden duruyordu. Böyle yapa yapa Dobiş’i Çomar ve Çorba’dan oldukça uzaklaştırdı. Bir süre sonra Dobiş’in etrafını on kadar kurt sardı. Dobiş’i iyice hırpaladıktan sonra da onu esir aldılar.
   (44) Aradan epey zaman geçmesine rağmen Dobiş, geri dönmeyince Çomar ve Çorba çok meraklandılar, biraz da korktular.
-Çorba, Dobiş’in başına bir şey gelmiş olmasın sakın?
-Bana da öyle geliyor Çomar. Dobiş’in şimdiye kadar gelmiş olması lazımdı.
-Ne yapacağız?
-Hiçbir şey.
-Niye?
-Sürüyü bırakıp hiçbir yere gidemeyiz.
-Eeeee, Dobiş ne olacak?
-Akşama kadar gelmezse, o zaman düşünürüz Çomar.


-Ühü ühü ühü, Dobiş’im buralara kaybolmaya mı geldin sen. Ühü ühü ühü ….
   (45) Ercan ve Efe, sürünün yanına geldiklerinde Dobiş’in olmadığını fark ettiler. Ercan, Çorba’ya Dobiş’i bulmasını söyledi. Sahibinin ne dediğini anlayan Çorba, hemen Dobiş’i aramaya gitti. 
   (46) Çorba, uzun süre Dobiş’i aradıktan sonra kurtların onu rehin aldıklarını fark etti.  Hemen geri döndü. Çorba’nın eli boş döndüğünü gören Ercan, “Dobiş kaybolmuş ya da başına kötü bir şey gelmiş olabilir.” deyince Efe çok üzüldü ve biraz da ağladı. Dobiş’in kaybolduğunu Kaya’ya nasıl söyleyeceğini düşündü.
-Ne oldu Çorba? Dobiş’e ait bir iz bulabildin mi?
-Yerini buldum. Daha önce kovaladığımız kurt, onu tuzağa çekip esir almış.
-Neeee, kurt tek başına mı yapmış bunu?
-Tek başına yapmamıştır. On kadar kurt vardı orada.
-Ne yapacağız peki?
-Akşama köydeki köpekleri toplayıp, oraya bir baskın düzenleyeceğim. Onu ancak böyle kurtarabiliriz.
   (47) Akşama doğru sürü, köye geri döndü. Efe’nin babaannesi ve yengesi memeleri sütle dolan koyunları hemen sağmaya başladılar. Efe, babasına Dobiş’in kayıp olduğunu söyleyince babası hem üzüldü, hem de çok utandı. “Bir köpeğe bile sahip çıkamadık. Ben şimdi bunu Ali beye nasıl izah ederim.” diye kara kara düşündü.
   (48) Akşam yemeği esnasında Efe, ilk gününün nasıl geçtiğini, neler gördüğünü, neler öğrendiğini ballandıra ballandıra anlattı ve çok güzel bir gün geçirdiğini söyledi. Ancak daha sonra Dobiş’in kaybolduğunu hatırlayınca üzüldü ve sustu.
   (49) Efe, o kadar yorulmuştu ki erkenden uyudu. Salim dede, oğlu Ömer’in üzüntüsünün Dobiş yüzünden devam ettiğini görünce onu teselli etmeye çalıştı.
-Üzülme evlat, her şey olacağına varır.
-Ne bileyim baba? Dobiş emanet köpekti. Şimdi Ali beye ne derim ben?
-Gece vakti bir şey yapamayız. Tehlikeli olur, biliyorsun.
-Biliyorum baba.
-Sabah olunca Ercan, Dobiş’i arayıp bulur. Merak etme, üzülme!
-İnşallah baba, inşallah bulur.
   (50) Ama bu sırada Çorba, köyün yirmi kadar köpeğiyle beraber çoktan Dobiş’i arayıp bulmak için yola çıkmıştı bile. Çomar da onlarla beraber gitmişti. Çorba ve arkadaşları, kısa bir aramadan sonra Dobiş’in ayak izlerini ve kokusunu takip ederek onun bulunduğu yeri tespit ettiler. On kadar kurt, Dobiş’i rehin tutuyordu. Ona devamlı hırlayıp korkutuyorlardı. Ama çok şükür ki ona henüz çok ciddi bir zarar vermemişlerdi.
   (51) Köpekler, saldırmakta acele etmediler. Önce çevrelerine iyice bir baktılar. Etrafta bazı kurtların nöbet tuttuklarını gördüler. Bu nöbet tutan kurtların sayısı üçtü. Çorba, hemen onları etkisiz hale getirmeleri için ikişer köpek görevlendirdi. Sonra da diğer köpeklerle beraber Dobiş’in rehin tutulduğu yere gitti. Hızlı bir şekilde nöbetçi kurtlar etkisiz hale getirildi. Sonrasında da diğer kurtlara iyi bir ders verildikten sonra Dobiş kurtarıldı ve hep birlikte köye tekrar geri dönüldü.
   (52) Sabah olunca Dobiş’i gören herkes çok mutlu oldu. En çok da Ömer bey sevinmişti. Herkes, Dobiş’in bir yerlerde oyalandığı için geç geldiğini sandı. Kimse Dobiş’in iyi bir operasyonla köyün köpekleri tarafından kurtarıldığını bilmiyordu.
   (53) Bir hafta çabuk geçmişti. Ömer bey, Efe’yi köyde bıraktıktan sonra ailesiyle birlikte evlerine geri döndüler. İlginçtir ki daha önce köyde kalmamak için elinden geleni yapan Efe, ailesi eve geri dönerken hiç itiraz etmedi. Bu durum annesi Seval hanımın dikkatinden kaçmamıştı. Yolculuk esnasında Efe’nin bu durumundan eşine de bahsetti.
-Bey fark ettin mi? Efe köye iyice alıştı.
-Evet iyi oldu. Bizi fazla özleyip, mızmızlanmaz.
-Ama köye fazla alışması da iyi olmaz.
-Neden?
-Çünkü köyde cezalı olduğu için kalıyor. Bir daha tembellik yapmasın, derslerine daha iyi çalışsın diye getirdik buraya. Buradan memnun kalırsa, cezanın da bir anlamı kalmaz ki.
-Haklısın ama bazı şeyleri zamana bırakalım hanım. Bakalım ne olacak?
   (54) Efe, ailesi gittiği için aslında biraz üzülmüştü. Koyunları otlatmaya götürürken de birazcık ağlamıştı ama köyden de hoşlanmaya, akrabalarına alışmaya ve sevmeye başlamıştı. Özellikle her gün Ercan'la beraber koyunları otlatmaya götürmekten, onunla birlikte doğada dolaşıp yeni şeyler keşfetmekten dolayı çok mutluydu.
   (55) Aradan iki hafta geçmişti. Çomar ve Dobiş, iyi birer çoban köpeği olmuşlardı. Aynı zamanda köydeki köpeklerle de iyi arkadaşlık ilişkileri kurmuşlardı. Bir akşam beş komşu köpeği Çorba’nın yanına sohbet etmeye geldiler.
-Kusura bakmayın arkadaşlar! Size bugün ikram edecek bir şeyimiz yok.
-Önemli değil Çorba! Zaten olsa da ikram edebileceğin şey kemik ya da et değil, kuru ekmek, biraz da yemek artığı olacaktı. Onları da her gün yiyoruz zaten.
 -Maalesef öyle!
   (56) Misafir köpeklerden biri, şehir köpeklerinin nasıl beslendiğini merak etmişti. Çomar’a:
-Kardeş siz şehir köpekleri nasıl besleniyorsunuz, dedi. Çomar:
-Köpek maması ve kemik yiyoruz, diye karşılık verdi. Başka bir misafir köpek:
-Köpek maması nedir kardeş, diye sorunca Çomar:
-Mama işte, bildiğin mama! Köpekler için özel üretiliyor. En sevdiğim de ciğerli olanlarıdır, diye cevap verdi. Aynı misafir köpek:
-Çok mu pahalı bunlar? Bize niye almıyorlar acaba, diye merakla sordu.  Çomar:
-Sizler çalışan köpeklersiniz. Bu yüzden çabuk acıkırsınız ve fazla mama yersiniz. Bu da sahibiniz için çok fazla masraf demek. Ayrıca mamalar biraz pahalıdır, dedi. Bu sırada Dobiş, araya girerek konuşmaya başladı.
-Sahibim Ali bey, benimle birlikte yirmi beş kilogramlık mama gönderecekti ama Çomar’ın sahibi, gerek yok dediği için göndermekten vazgeçti, diye saf saf konuştu. Çomar’ın sahibinin böyle davranması köpeklerin hoşuna gitmemişti. Hepsi buna biraz sinirlenerek hırladılar.
-Hırrrrr.
-Hatta köyün aç köpekleri, rahat bırakmazlar. Dobiş’e saldırıp zarar verirler falan, diye de konuştu.


   (57) Dobiş konuştukça köpeklerin havlamaları ve hırlamaları iyice arttı. Ama Dobiş, bir kere konuşmaya başlamıştı ve susmaya da pek niyeti yok gibiydi. Konuştukça konuştu. Bu durum karşısında endişelenen Çomar, Dobiş’i uyarma ihtiyacı hissetti.
-Dobiş, sussana artık! Köpekleri, Ömer beye düşman edeceksin.
-Ama söylediklerim doğru değil mi Çomar?
-Doğru diye her şey söylemek mi gerekiyor Dobiş? Sus artık lütfen!
   (58) Köy köpeklerinden biri, köpek mamasının nasıl bir tadı olduğunu çok merak etmişti.
-Bu Ömer bey, gelirken biraz mama getirse bari. Tadını çok merak ettim. Özellikle de ciğerli olanların tadına bakmak isterdim.
   (59) Bu laf üzerine, diğer köy köpekleri de köpek mamasının nasıl bir tadı olduğunu merak ettikleri için heyecanlandılar ve eğer getirilirse, köpek mamasının tadına bakmak istediklerini söylediler. Hepsi de peşi sıra:
-Ben de,
-Ben de,
-Ben de,
-Ben de,
-Ben de, dediler. Çomar, köpekleri sakinleştirmek için araya girmek zorunda kaldı.
-Tamam köpek kardeşlerim, gecenin bir vakti bu kadar ses çıkarıp kimseyi rahatsız etmeyelim! Mama gelirse söz veriyorum, size de ikram edeceğim.
-Teşekkür ederiz Çomar. Siz bari buranın yemeklerine alışabildiniz mi?
-Valla kardeş, bu kadar çalışıyoruz ama yediğimiz sadece kuru bir ekmek. Dobiş de, ben de bu yüzden zayıflamaya başladık.
-İsterseniz ava çıkalım Çomar kardeş.
-Ne avı?
-Tavşan avı.
   (60) Av lafını duyan Dobiş’in yine saflığı tuttu. Laf olsun diye köy köpeklerinin hiç de hoşuna gitmeyecek bir cümle kurdu. Bu kurduğu cümle onu zor durumda bırakacak bir cümleydi. Onu kurtarmak için yine Çomar uğraşmak zorunda kaldı.
-Uzun ve yorucu bir iş bu! İsterseniz ağıldan bir koyunu kaçırıp yiyelim. Ne dersiniz?
-Hırrrrr, bana bak Dobiş! Biz sahiplerimizin koyunlarını gizlice yemeyiz. Buna hırsızlık denir ve biz de hırsız değiliz. Anladın mı?
-Yahu şaka yaptım, şaka! Anlamadınız mı?
-Böyle şaka olmaz. Sakın bir daha böyle şaka yapayım deme bize.
   (61) Çomar, araya girerek köy köpeklerini sakinleştirmeye çalıştı.
-Yahu siz Dobiş’e bakmayın. Çok saftır. Hatta öyle saftır ki kurtlar bile saflığını taaa uzaklardan fark edip onu kolayca kaçırdılar.
-Yahu bu kadar da saf olunmaz ki! Keh keh keh…
-Keh keh keh …
-Keh keh keh …
-Keh keh keh …
   (62) Köpeklerin gülmesine içerleyen Dobiş, Çomar’a kızdı.
-Çomar, ayıp oluyor ama bari ben yokken anlat bunları.
-Sus Dobiş, sus! Seni kurtarmaya çalışıyorum. Anlamıyor musun?
-Kurtar ama böyle saf maf diyerek yapma bari.
-Yalan mı Dobiş? Kurtlar, beni ya da Çorba’yı değil de niye seni kaçırdılar öyleyse?
-Töbe töbe hala konuşuyor ya!
   (63) Dobiş’in saflığını kabul etmemesi üzerine köy köpeklerinden biri Dobiş’e hırladı.
-Hırrrrrr, yoksa saf değil misin sen? Az önceki hırsızlık lafını bilerek mi söyledin?
-Şeyyyy.
-Ne şeyi Dobiş?  Yoksa hırsızlık yapmamızı söylerken ciddi miydin?
-Olur mu canım? Ne hırsızlığı? Bazen saf saf konuşuyorum işte. Siz bana bakmayın.
-Yani safım diyorsun?
-Var biraz saflık işte.
   (64) Misafiri olan Dobiş’in zor durumda kalması ve biraz da onun patavatsızca ve boş boş konuşması üzerine sıkılan, biraz da sinirlenen Çorba, köy köpeklerini “Bu kadar gevezelik yeter! Sabah hepimiz erken kalkacağız.” diyerek evlerine gönderdi. Sonra Dobiş’e dönerek nasihat etti.
-Burada henüz yenisin Dobiş. Huyunu suyunu bilmediğin köpeklerle bu kadar laubali olma hemen. Sonra söylediğin laflardan dolayı zor durumda kalabilirsin. Aklına her gelen lafı da hemen söyleme. Şimdi köyde bir koyun kaybolsa, sence kimden bilirler? He Dobiş, kimden bilirler?
-Ama ben şaka olsun diye koyun kaçıralım dedim. Ne bileyim böyle olacağını, söylediğimi bu kadar ciddiye alacaklarını?
-Dua et de kaybolan ya da çalınan bir koyun olmasın. Burada yabancı olduğun için, ilk olarak senden şüphelenebilirler.
-Hay Allah ya, böyle olacağını hiç düşünmemiştim!
-Neyse, hadi artık yatalım.
   (65) Ertesi gün Dobiş, yine Dobişliğini yaptı. Yine safça ve düşüncesizce sonunu düşünmeden, koyunları otlağa kendisinin götüreceğini söyledi.
-Kimse karışmasın. Koyunları otlağa ben götüreceğim.
   (66) Dobiş’in böyle konuşması Çorba’nın hoşuna gitmemişti. Hemen onu uyardı.
-Aman Dobiş, çok şey öğrendin ama bu iş biraz zordur! Biraz daha zamana ihtiyacın var. Az daha sabret lütfen.
   (67) Çomar da Dobiş’i iyi tanıdığı için bu işi de eline, yüzüne bulaştıracağını anladı ve endişelendi. O yüzden o da Dobiş’i uyardı.
- Aman Dobiş, gözünü seveyim! Çomar’ı dinle ve sürüyü götürmek için acele etme lütfen.
Bırak bu işi Çorba yapsın!
-Amma da gözünüzde büyüttüğünüz bu işi ha! Alt tarafı iki havlayacaksın, üç hırlayacaksın, koyunların etrafında da biraz dolanacaksın. Hepsi o kadar.
   (68) Dobiş’in bu laflarıyla üzerine Çorba sinirlendi.
-Demek öyle ha! Hadi öyleyse, madem yapması o kadar kolay, yap da görelim!
   (69) Ercan ve Efe geride, koyunlar ve köpekler de önde gidiyorlardı. Gerçekten de Dobiş, otlağa kadar koyunları çok güzel idare etti. Sorunsuz bir şekilde koyunları otlağa kadar götürdü. Hiçbir problem yaşamadan koyunları otlağa kadar getirdiği için Dobiş’in havasından geçilmiyordu. “Yaaaa nasılmış, zor muymuş? Çocuk işi bunlar, çocuk.” türünden laflar söyleyerek havalı havalı konuşuyordu. Çomar “Eyvaaaah, artık aylarca anlatır, durur bunu.” diye mırıldandı.


   (70) Öğleyin Efe ve Ercan, bir şeyler yedikten sonra her zamanki gibi yine dolaşmaya gittiler. Bu sefer yakınlardaki bir ormana gittiler. Buradaki şelaleyi görüp incelikten sonra suya girip yüzdüler, eğlendiler.
   (71) Bu sırada ne olduysa bir şeylerden ürken bir koyun huysuzlandı, zıpladı ve koşmaya başladı. Bu koyunların lideriydi. O koşunca diğer koyunlar da onu takip etmeye başladılar. Durumu fark eden Dobiş, hemen koyunlara doğru koşmaya başladı. Bir yandan da Çomar ve Çorba’ya seslendi.
-Ben hallederim bu işi. Koyunları hemen sakinleştiririm Çorba.
-Dur Dobiş, bu özel bir durum! Ne yapacağını bilemezsin. Dur lütfen!
-Çocuk oyuncağı bu. Ben hemen hallederim. Sen yerine uzan ve beni seyret.
-Yahu Çomar, bu Dobiş ne dediysem anlamadı. Gerçekten de çok saf bir şey bu. Koyunları telef edecek ama farkında değil.
-Maalesef Çorba, saf hem de çok saf ama o bunun farkında bile değil.
   (72) Bu sırada Dobiş önde, Çorba ve Çomar arkada koyunlara doğru koşuyorlardı. Dobiş, koyunları yanlış tarafa doğru çevirince koyunlar, uçuruma doğru yöneldiler. Dobiş, yakınlarda uçurum olduğunu unutmuştu. Koyunların, uçuruma doğru yönelmesi üzerine iyice panikleyen Çorba, ona seslenmeye devam etti.
-Yeter Dobiş dur artık, inat etme!
-Neeee, ne dediğinizi duyamıyorum. Çok gürültü var.
-Dur Dobiş, duuuuur!
-Tamam tamam, hallediyorum ben. Siz rahat olun.
-İleride uçurum var Dobiş Uçuruuuuum! Dikkat et!
-Ne uçak mı? Hani nerede?
-Uçuruuuuum, dur artık Dobiş! Koyunların peşinden gitme artık.
   (73) Bu sırada lider koyun, arkadan gelen sürünün de sıkıştırmasıyla uçurumdan aşağıya atladı. O atlayınca, diğer koyunlar da liderin peşinden birer ikişer aşağıya atladılar. Elli koyun, bir anda ortadan kayboldu. Hepsi de uçurumun dibindeydi.
   (74) Bir değil, iki değil tam elli koyun uçurumdan aşağıya atlamıştı ve hepsi de ölmüştü.  Çorba, çoban köpeği olarak görevini yapamamıştı. Bütün sürü yok olmuştu. Halbuki süreye sahip çıkmak, onları her türlü tehlikeye karşı korumak onun vazifesiydi ama kendisine emanet edilen bir sürüyü koruyamamıştı. Şöyle bir dönüp Dobiş’e baktı. “Bütün suç sende. Kendini ispatlamak için koca sürü yok ettin. Beni de mahvettin. Sahiplerime karşı beni rezil ettin.” dedi ve bu strese daha fazla dayanamayarak olduğu yere yığıldı kaldı. Zavallı Çorba bayılmıştı.
   (75) Dobiş ise uçurumdan aşağıya bakakalmıştı. Hiç hareket etmiyordu. Sanki bir heykel gibi hareketsizdi. O da çorba gibi büyük bir şok yaşıyordu. Boş gözlerle uçurumdan aşağıya bakarken “Niçin böyle oldu? Neden böyle oldu? Bu sürü aşağıya atlayıp intihar mı etti yoksa kendisinden mi korkmuşlardı?” gibi onlarca soru aklından geçiriyordu.  Ama bu soruların cevaplarını bir türlü bulamıyordu. Peki şimdi ne olacaktı?
   (76) Çomar ne yapacağını şaşırmıştı. Çorba’nın yanındaydı ve onu bir türlü ayıltamıyordu. Bir yandan da zaman zaman Dobiş’e bakıyordu. Dobiş, uçurumun kenarında öylece duruyordu. Onun aşağıya düşmesinden korktuğu için Çorba’yı bırakıp Dobiş’in yanına koştu.
Onun yanına vardığında kulağına doğru sertçe havladı. Ama Dobiş’te en ufak bir tepki, en ufak bir hareket yoktu. Kim bilir aklından neler geçiriyordu?
   (77) Bu sırada Ercan ve Efe, gülerek kahkahalar atarak otlağa doğru geliyorlardı. Koyunların olduğu tarafa bakan Ercan, bir anda kekelemeye başladı.
-Ko ko ko ko!
-Ne ko’su Ercan? Ne oldu birdenbire?
-Ko ko ko koyunlar yok!
-Aaaaa, gerçekten de yok! Peki nerede bu koyunlar?
-Ço ço ço ço!
-Ço mu?
-Ço ço ço Çorba!
-Aaaaa, o ölü gibi yatan Çorba mı yoksa?
   (78) İkisi de koşarak Çorba’nın yanına gittiler. O’nu sarstılar, yüzünü biraz sertçe tokatladılar ama çok büyük bir şok yaşayan Çorba’yı bir türlü kendine getiremediler. Bu sırada Dobiş’in, hıçkırığa benzer seslerle ormana doğru koştuğunu gördüler. Çomar da peşinden koşarak onu takip etti.
   (79) Şok sırası Ercan ve Efe’deydi. Kendileri burada yokken neler olmuştu, neler yaşanmıştı acaba? Daha da önemlisi koyunlar neredeydi? Bu sırada da Dobiş’in peşinden koşarak ormana giden Çomar, ona yetişememişti. Her yeri aramasına rağmen onu bir türlü bulamamıştı. Çomar “Ne garip bir köpek bu Dobiş! Dün kurtlar tarafından esir alınmıştı. Bugün ise elli koyunun uçurumdan düşerek ölmesine sebep olmuştu. Yarın kim bilir neler yapacak?” diye düşündü. Tüm aramasına, havlayarak ve uluyarak Dobiş’e seslenmesine rağmen onu bulamamış ve geri dönmesini sağlayamamıştı. Ondan ümidini kesen Çomar, bir süre sonra Efelerin yanına geri dönmeye karar verdi.
   (80) Çomar geri döndüğünde, Ercan elindeki sopayla Çorba’yı kovalamaya başladı. Bir yandan kovalıyor, bir yandan da “Sen ne biçim Çoban köpeğisin! Ben şimdi babama ve dedeme ne diyeceğim?” diye bağırıyordu. Ercan, elindeki sopayla Çorba’ya defalarca vurdu. Kendini suçlu hisseden Çorba, Ercan’dan kaçmayı bile düşünemedi. Çorba’nın daha fazla dayak yemesine dayanamayan Efe, Ercan’a engel oldu ve sakinleştirdi. Bir kayanın dibine oturan Ercan, ağlamaya başladı. Ercan'ın yanına çömelen Efe, onu sakinleştirmeye çalıştı. Ama bir taraftan da “Eve eli boş döndüğümüzde acaba neler olacak? Kim bilir ne kadar çok kızacaklardır!” diye kara kara düşünüyordu.
   (81) Ercan, kendine geldikten sonra koyunların nerede olduklarını merak etti. İlk aklına gelen yer uçurum oldu. Efe’yle beraber uçurumun kenarına gelerek aşağıya baktılar. Orada ölmüş koyunlarını göre Ercan, yine ağlamaya başladı. Efe de dokunsalar ağlayacak gibiydi.
   (82) Bu sırada Çomar da Çorba’nın yanındaydı. Çorba çok üzgündü. Çomar, onun morali düzelsin diye ona “Senin bir suçun yok Çorba. Her şey gözümüzün önünde bir anda oldu. Senin yapabileceğin hiçbir şey yoktu.” dedi.
   (83) İkindiye yakın Ercan ve Efe eve döndüler. Onların, koyunlar olmadan döndüklerini göre Ayşe nine, bir şeylerin ters gittiğini anladı. Salim dedeye endişeyle seslendi.
-Bey gel hele, ters giden bir şey var herhalde! Çocuklar, koyunlar olmadan geliyorlar. Sanki kötü bir şeyler olmuş gibi.
-Evet hanım bana da öyle geliyor. Hele bir gelsinler, anlarız olup biteni.


   (84) Çocuklar, eve geldiğinde ikisi de ağlıyordu. Salim dede, onları yumuşak sesiyle sakinleştirdikten sonra koyunları sordu.
-Ercan, koyunlar nerede?
-Dede, hepsi uçurumdan aşağıya düşmüş.
-Ne diyorsun Ercan? Nasıl böyle bir şey olabilir?
-Bilmiyorum dede. Efe ile ormandaki şelaleye gezmeye gitmiştik. Döndüğümüzde koyunlar ortada yoktu.
-Eeeee, Çorba ve Çomar burada! Peki Dobiş nerede?
-Bir süre uçurumdan düşen koyunlara öylece baktı. Sonra bizi görünce, garip sesler çıkararak ormana doğru koştu. Çomar, peşinden gitti ama ona yetişemedi.
-Hay Allah ya! Ne oldu da koyunlar uçurumdan aşağıya yuvarlandılar acaba?
   (85) Ayşe nine, duyduklarına çok üzülmüş ve endişe etmişti. Kocası Salim dedeye:
-Bey bu çok kötü oldu. Nasıl geçineceğiz artık, dedikten sonra ağlamaya başladı. Bunun üzerine Salim dede de onu teselli etmeye çalıştı:
-Üzülme hanım, şimdi önemli olan misafirimiz olan Dobiş’i bulmak ve bu ağlayan çocukları teselli etmek.
   (86) Salim dede bunları söylerken, gözlerinden gelen yaşlarını gizlemeye çalışıyordu. Ne kadar çok üzüldüğünü belli etmek istemiyordu. Koyunlar onların geçim kaynağıydı. Sütlerini sağıp satıyorlardı. Ayşe nine de sütlerden ürettiği tereyağları ve peynirleri komşularına satıyordu. Şimdi koyunların hiçbiri yoktu. Geçimlerini nasıl sağlayacaklarını kara kara düşünüyordu.
   (87) Salim dede, oğlu Ahmet gelince Dobiş’i bulmasını söyledi. Ama hava kararmaya başladığı için aramayı sabah erkenden yapmaya karar verdiler. Akşamleyin Çorba kendini daha iyi hissediyordu. Salim dedenin söylediklerini düşündü ve ona hak verdi. Dobiş, misafirdi ve başına bir şey gelmeden önce, hemen bulunması gerekiyordu. Bu yüzden köyün bütün köpeklerini köy dışında topladı. Onlara olup biten her şeyi anlattı ve durumun çok acil olduğunu söyledi. Dobiş’e bir şey olmadan, başına bir şey gelmeden bulunması gerektiğini söyledi. Tüm köpekler Dobiş’i bulmak için otlak tarafındaki ormana doğru gittiler.
   (88) Zavallı Dobiş, yine saflığının ve aceleciliğinin kurbanı olmuştu. Üstelik elli koyunun da ölümüne sebep olmuştu. Bu yüzden korktuğundan ve en çokta utandığından dolayı ormana kaçmıştı. Ama kendisi şehir köpeğiydi. Tek başına ıssız ve tehlikeli bir ormanda ne yapabilirdi? Ya kurtlar tekrar izini bulursa, o zaman ne yapacaktı? Korkuyordu hem de çok korkuyordu. Aklından Çorbaların yanına gitmek geçiyordu. Ama utancından geri dönemiyordu.  Geri dönse Çorba’ya, Çomar’a ve köyün köpeklerine ne diyecekti? Ya Salim dedenin, Ayşe ninenin, Ahmet amcanın ve Ercan'ın yüzlerine nasıl bakacaktı? Zaten geri dönmeye çalışsa da bu karanlıkta yolu bulamazdı. Uzaktan da kurtların uluma sesleri gelmeye başlamıştı. Yaklaşık bir saat sonra da kurtlar, Dobiş’in izini buldular ve etrafını çevirdiler.
   (89) Köyün köpekleri, ormana girdiklerinde kurtların uluma seslerini takip ettiler. Ormanın içlerine kadar gittiler. Kurtların Dobiş’in etrafını çevirdiklerini, zaman zaman da ona saldırdıklarını gördüler. Dobiş ayakta çok zor duruyordu ve birçok yerinden de ısırılmıştı.
   (90) Bir süre sonra bu defa sayıca çok olan köpekler, kurtların etraflarını çevirdiler. Kurtlar neye uğradıklarını şaşırmışlardı. Köpekler, vakit kaybetmeden kurtlara saldırdılar. Neredeyse bir kurda beş köpek düşüyordu. Kurtları çok kötü hırpalayarak Dobiş’in intikamını aldılar. Arkadaşlarını gören Dobiş, çok sevindi ama ayakta duracak hali yoktu. Olduğu yere yığılıp kaldı. Kan kaybettiği için çok halsizdi. Köpeklerden zar zor kurtulan kurtlar, çok kötü dayak yemiş olarak arkalarına bile bakmadan kaçtılar. Bir daha da hiçbir köpeğe bulaşmadılar.
   (91) Köpekler hemen Dobiş’le ilgilendiler. Onu götüremeyeceklerini anlayınca da Çomar ve on köpek, Dobiş’in başında sabaha kadar beklediler. Kalan köpekler de Çorba ile birlikte köye geri döndüler.
   (92) Sabah olunca Ahmet amca, Ercan, Efe ve birkaç köylü otlağa doğru gittiler. Çorba, onlara rehberlik yaparak Dobiş’in çok çabuk bulunmasını sağladı. Çomar ve diğer köpekleri Dobiş’in başucunda gören Ahmet amca çok şaşırdı.
-Ercan, bunlar bizden çok önce gelip Dobiş’i bulmuşlar bile.
-Evet baba, zaten sabahleyin Çomar’ı etrafta görememiştim.
-Dobiş’in durumu iyi değil. Vakit kaybetmeden gidelim. Onu hemen bir veterinere muayene ettirelim.
   (93) Dedikleri gibi de yaptılar. Dobiş’i bir veterinere götürerek tedavi ettirdiler. Veteriner, Dobiş’in boynundaki ve koltuk altındaki bazı yırtıkları hemen dikmek zorunda kaldı. Serumlar takıldı, iğneler vuruldu. Dobiş’in kendine gelmesi bir haftayı bulmuştu. Dobiş misafir bir köpekti ve misafirlere özel davranılırdı. Bir hafta boyunca çabuk iyileşmesi için onu et ve kemikle beslediler. İlaçlarını da zamanda verdiler.
   (94) Dobiş iyileşirken Efe, babasına gizlice telefon etti. Koyunların nasıl telef olduğunu, dedesinin koyunsuz kaldığını ve Dobiş’in başına gelenleri anlattı. Koyunların telef olmasından büyük bir ihtimalle Dobiş’in suçlu olduğunu söyledi. Salim dede ve Ahmet amca, telefonla görüştükleri zamanlarda bu durumdan Ömer beye hiç bahsetmemişlerdi. Ömer bey, bu yüzden Efe’nin anlattıklarına çok şaşırmıştı.
   (95) İki gün sonra Ömer bey, Ali beyi de yanına alarak köye gitti. Salim dede, onları görünce çok şaşırdı. “Erken geldiniz. Yoksa bir şey mi oldu?” diye oğlu Ömer beye sordu.
-Babacığım, Efe beni arayıp başınıza gelen her şeyi anlattı. Dobiş, kötü bir şeye sebep olmuş galiba. Onu telafi etmek için geldik.
-Oğlum, kim yaptı bilmiyoruz. Belki de lider koyun delirdi ve uçurumdan aşağıya atladı. Peşinden de diğer koyunlar atlamış olabilirler.
-Yok baba yok, böyle olmamış! Zaten Dobiş’in korkudan ormana giderek saklanması da onun suçlu olduğunu gösteriyor.
-Ne bileyim oğlum! Dobiş misafirimiz. Misafire suç atmak doğru olmaz.
-Suçlu belli baba. Ali bey de bu yüzden burada zaten. Sizin tüm zararınızı telafi edecek.
-Olur mu öyle şey oğlum? Ne zararı? Dobiş bizim misafirimiz. Misafirin zararı mı olurmuş?


   (96) Salim beyin böyle konuşması üzerine, Ali Bey de araya girerek konuşmaya başladı.
-Salim baba, hiç itiraz etmeyin! Tüm geçiminizi koyunlardan sağdığınız sütü satarak sağladığınızı öğrendim. Bu yüzden madem Dobiş’in sahibiyim, öyleyse zararınızı karşılamak da bana düşer.
-Evladım bizim ineklerimiz de vardı.
- Eyvah Eyvah, o zaman ineklerin başına bir şey gelmeden Dobiş’i hemen buradan götürelim.
   (97) Ali beyin bu sözü üzerine herkes kahkahalarla güldü. Ertesi gün Ahmet amca, Ömer ve Ali beyler yakındaki bir çiftlikten elli beş koyun alıp getirdiler. Koyunların gelişine en çok da Ayşe nine ve Ercan sevinmişti. Sevinçten ağızları kulaklarına varıyordu. Onların sevindiğini gören Ali bey de çok mutlu olmuştu. Öğle yemeği yenildikten sonra Ömer bey, eve geri dönmek için babasından müsaade istedi.
-Baba müsaade edersen biraz sonra Efe ve köpekleri de alarak eve döneceğiz. Zaten Efe, bir ay kalacaktı. O süre de doldu sayılır.
-Sen bilirsin evladım. Önümüzdeki Kurban Bayramı’na mutlaka bekliyorum ama.
-Tamam baba, mutlaka geleceğiz.
   (98) Vedalaştıktan sonra herkes arabaya bindi. Çomar ve Dobiş de arabanın arkasındaki yerlerine geçtiler. Eller sallanarak, arkalarından sular dökülerek ve dualar edilerek Ömer beyler uğurlandı. Ayşe nine, eşi Salim dedeye:
-Görüyor musun bey, ne hayırlı evlat yetiştirmişiz. Şehire gidip yerleştiği halde bizi hiç unutmadı. Şimdi de hiç beklemediğimiz bir anda büyük bir sorunumuzu çözdü. Hatta fark ettin mi bilmiyorum, beş koyun da fazladan alıp getirmişler.
-Evet hanım fark ettim. Demek ki vefalı ve iyi bir evlat yetiştirmişiz. Komşusu Ali bey de oldukça beyefendi ve cömert bir insanmış maşallah.
   (99) Efeler, akşama doğru eve vardılar. Efe ve köpekler, eve döndüklerine çok memnun oldular. Evlerini ve arkadaşlarını çok özlemişlerdi. Çomar ve Dobiş, karınlarını doyurdukları gibi arkadaşları Paşa'nın yanına gittiler. Yaşadıkları maceraları ona da anlattılar. Sonraki günlerde de diğer köpek arkadaşlarını ziyaret ederek hasret giderdiler.
    (100) Efe de ailesiyle kucaklaştı ve hasret giderdi. Onlara köyde yaşadığı tüm maceraları büyük bir heyecanla anlattı. Ayrıca Efe, yaşadıklarından da bir ders çıkarmıştı. Köyde kaldığı süre içinde hayatın zorluklarını gördü ve yaşadı. Çiftçiliğin, çobanlığın ne kadar zor olduğunu bizzat yaşayarak gördü. Şehir yaşamında da işçiliğin, esnaflığın ne kadar zor olabileceğini düşündü ve rahat bir hayat yaşamak için okumaya, derslerine daha fazla çalışmaya karar verdi.

- SON –

Beğendiyseniz yorum yapmayı ve paylaşmayı unutmayın. :)


Yorum Gönder

0 Yorumlar