İlkokul Hikaye Yazma Etkinlikleri
Kitap Adı: Kitap Gezgini Rıfkı
ÖN BİLGİ
Rıfkı, kimsenin bilmediği hatta annesinin, babasının ve kardeşi Pınar'ın bile bilmediği bir şeye sahipti. Bu şey, tılsımlı bir yüzüktü. Geçen seneki yaz tatilinin bir kısmını, köydeki dedesinin yanında geçirmişti. Bu yüzüğü de samanlıkta oynarken bulmuştu. Onu parmağına taktığında büyük gelen yüzük, bir anda daralarak kendini Rıfkı’nın parmak ölçülerine göre ayarlamıştı. Ayrıca bu yüzüğü ondan başka kimse göremiyordu. Yüzüğün en büyük özelliği onu, kitapların içine sokabilmesi ve hikâyelerdeki karakterlerle konuşmasını sağlayabilmesiydi. Bu karakterler insan, hayvan, bitki ya da böcek bile olabilirdi. Rıfkı, ayrıca bu tılsımlı yüzük sayesinde kendisiyle beraber kitaplara girip çıkanlara yaşadıkları her şeyi unutturabiliyordu. Böylece yüzüğünün deşifre olmasını da önlemiş oluyordu.
Rıfkı, Pinokyo'yu Saflıktan Kurtarabilecek mi?
(1) “Gepetto Usta, hayatı boyunca hiç evlenmemişti. Bu
yüzden çocuğu da yoktu. Pinokyo’yu çocuğu gibi seviyordu. Ona doğruyu, yanlışı
öğretmeye ve onu en iyi şekilde yetiştirmeye çalışıyordu. Okumayı öğrenebilmesi
ve yeni bilgiler edinebilmesi için onu okula da yazdırmıştı. Ama okuldaki
çocuklar onu hep ağaçtan yapılmış bir kukla olarak görüyorlardı. Onunla hep
dalga geçiyorlardı. Bu nedenle de Pinokyo, okula isteyerek gitmiyordu.
Fırsatını bulduğu zaman ya da kötü arkadaşları onu kandırdığında okuldan hemen kaçıyordu.
O gün yine kötü arkadaşlarına uyup
okuldan kaçan Pinokyo’ya arkadaşları, hırsızlık da yaptırmışlardı. Çaldıkları
yiyeceklerle karınlarını iyice bir doyurmuşlardı. Akşama doğru eve gelen
Pinokyo'yu kapıda yaşlı Gepetto Usta karşıladı. Üzgün ve biraz da sinirliydi.
Eve girdiklerinde Gepetto Usta, Pinokyo’ya çok kızdı.
-Pinokyo, yine okuldan kaçmışsın.
-Yoooo, kaçmadım ki!
-Arkadaşın Emilyo söyledi. Hatta
öğretmeninin “Eğer bir gün daha gelmezse onu okuldan atarım.” dediğini de
söyledi.
-Ben okuldan kaçmadım Gepetto baba.
-O zaman burnum niye uzuyor Pinokyo?
Söyler misin bana?
-Ama doğru söylüyorum. Okuldan kaçmadım
ki.
-Evladım, sen yalan söylediğinde burnun
uzar biliyorsun. Şu anda da burnun uzuyor zaten.
-Tamam Gepetto baba, tamam. Okuldan
kaçmayacağım bir daha, söz.
-İşin kötüsü sadece okuldan kaçmamışsın.
Bir de hırsızlık yapmışsın!
-Hayır hayır, hırsızlık yapmadım Gepetto
baba!
-Bak hala yalan söylüyorsun Pinokyo.
Burnun yine uzamaya başladı.
-Tamam Gepetto baba, tamam. Arkadaşım
Silviyo’yla pastaneden kurabiyeler, çörekler, pastalar, börekler çaldık.
-Ne yapacağız seninle Pinokyo? Ben iyi
biri olman için uğraşırken, sen devamlı söylediklerimin tam tersini yapıyorsun.
-Bilmiyorum Gepetto baba. İnsanları
kıramıyorum işte. Ne diyorlarsa hemen yapıyorum.
-Eğer bir insan olsaydın, eğer bir
kalbin olsaydı, bir vicdanın da olurdu. O zaman iyiyi, kötüyü ayırır, bir
kötülük yapacağın zaman vicdanın buna engel olabilirdi. Ama ne yazık ki sadece
tahtadan bir kuklasın Pinokyo!
-Gepetto baba, belki meşe perisi bana
yardımcı olur. Ha, ne dersin?”
(2) Yatmadan önce Pinokyo’yu okuyan Rıfkı, Gepetto Usta’yı
dinlemeyip kötü arkadaşlar edinen ve onlara uyarak kötülükler yapan Pinokyo’ya
çok kızmıştı. Acaba sonraki sayfalarda Pinokyo, kötü arkadaşlarına uymaktan
vazgeçebilecek miydi? Okumaya devam etmek istedi ama çok uykusu vardı. Uykusuna
rağmen birazcık daha okumalıydı. Çünkü sınıfta okuma yarışması düzenlenmişti. O
yüzden ne kadar çok okusa, o kadar iyiydi.
(3) Fuat öğretmen, sınıfta bir hafta sürecek bir kitap
okuma yarışması düzenlemişti. İlk üçe girecek öğrencileri de velilerin alacağı
sürpriz hediyelerle ödüllendirecekti. İşin içinde ödül olunca, öğrenciler
arasında müthiş bir rekabet başlamıştı. Herkes ilk üçe girmek için her
zamankinden daha fazla kitap okuyordu.
(4) Sınıfın en çalışkanı Ayşe, ilk gün üç yüz sayfa,
ikinci gün de üç yüz yirmi beş sayfa okumuştu. Sınıfın en tembeli Yener bile
ilk gün iki yüz yetmiş iki, ikinci gün de iki yüz doksan beş sayfa okumuştu.
Yarışma çok çekişmeli geçiyordu. Veliler yarışmadan çok memnun oldular. Önceleri
“Çocuğum kitap açıp okusana!” diye uyardıkları çocukları, şimdi hiçbir uyarıya
gerek kalmadan kendi istekleriyle okuyorlardı.
(5) Fuat öğretmen, her öğrenciye okudukları sayfa sayısını
gün gün yazmaları için bir okuma çizelgesi vermişti. Bu çizelge yedi günlüktü.
Öğrencinin “Şu kadar kitap okudum.” diyerek okuma çizelgesini doldurması yeterli
değildi. Okunan sayfa sayısının altındaki imza bölümünün de veli tarafından
imzalanması gerekiyordu. Dolayısıyla velinin, çocuğunun kitap okuyup
okumadığını takip etmesi gerekiyordu.
(6) Velilerin çoğu, bazı sayfaları on dakika kadar sesli
okutuyordu. Ayrıca çocuğunun sessiz okuduğunu görse bile ona, birkaç sayfa
geriden sorular sorarak kitabı okuyup okumadığını anlıyordu. Eğer çocuk okumuş
gibi yapmışsa ve aslında hiç okumamışsa, veli bunu fark ediyor ve okuma çizelgesini
imzalamıyordu. İmzasız bölümler de öğretmen tarafından okunmamış olarak kabul
ediliyordu.
(7) Bu yüzden öğrenciler, okuma işini mecburen ciddiye
alıyorlardı. Zaten sınıfta yapılan okuma yarışmalarında da çocuklardaki
ilerleme çok net olarak görülebiliyordu. Fuat öğretmen, bu yarışma sayesinde
hem öğrenciler arasında bir rekabet havası oluşturmak hem de aldıkları
sorumlulukları yerine getirdiklerinde ya da getirmediklerinde hayatlarının
nasıl etkileneceğini onlara göstermek istiyordu.
(8) Ertesi gün Sosyal Bilgiler dersinde sorumluluklarımız
konusu vardı. Fuat öğretmen, bu konuyu öğrencilerini konuşturarak işlemek
istiyordu.
-Çocuklar, herkesin bir ailesi var. Aile
içinde de herkesin sorumlulukları var mıdır, diye sorunca Selda:
-Vardır öğretmenim. Mesela annem yemek
yapmasa, okul çıkışı eve gittiğimde yemek yiyemem ve aç kalırım.
(9) Selda “Aç kalırım.” deyince tüm sınıf güldü. Çünkü
Selda kilolu bir öğrenciydi. Selda, güldükleri için arkadaşlarına kızmadı ve
küsmedi. Çünkü daha önce öğretmeni ona “Kızarsan, küsersen daha çok üzerine
gelirler, daha çok dalga geçerler. O yüzden onlar gülünce sakın tepki verme,
kızma, üzülme ve ağlama. Hiçbir şey olmamış gibi davran.” demişti. Selda da o
günden sonra hep öyle yaptı. İlk başlarda biraz zor oldu ama zamanla buna alıştı.
Öğretmeninin dediği gibi kendisiyle dalga geçenlere tepki göstermeyince,
gerçekten de arkadaşları bir süre sonra Selda’yla uğraşmaktan vazgeçmişlerdi.
(10) Fuat öğretmen, Selda’dan sonra parmak
kaldıran Ali’ye konuşması için izin verdi:
-Mesela benim sorumluluğum gözlüğüme sahip
çıkmaktır. Çünkü gözlüğümün başına bir şey gelirse, babam yeniden gözlük almak
zorunda kalır. Bu da cebimizden hiç yoktan boş yere para çıkması demektir,
dedi. Fuat öğretmen:
-Peki Ali, daha önce gözlüğünün başına bir
şey geldi mi hiç?
-Öğretmenim, birinci sınıfa giderken bir
gün tuvalete gitmiştim. Yüzümü yıkamak için gözlüğümü aynanın önüne koymuştum.
Zil çalınca aceleyle sınıfa gittim. Ders başlayınca gözlüğümü takmak istedim
ama onu bulamayınca tuvalette aynanın önünde unuttuğumu hatırladım. Sizden izin
alıp gittiğimde de gözlüğümün orada olmadığını gördüm. Hemen oradaki temizlik
görevlisine sordum ama o da haberinin olmadığını söyledi. Tabi ki o gün
defterime hiçbir şey yazamadım. Eve gidince de annem özellikle de babam bana
çok kızdılar. Gözlük olmayınca ödevlerimi de yapamadım. O olay bana ders oldu.
Ondan sonra da gözlüğüme gözüm gibi baktım.
(11) Ali’nin son sözü üzerine Zeki:
-İyi de Ali gözüne iyi bakmamışsın ki!
Gözlerim de bozuk baksana. Ha ha ha ….
(12) Zeki'nin bu esprisine herkes güldü. En çok
da Ali güldü. Derslerin zaman zaman neşeli geçmesi Fuat öğretmeni memnun
ediyordu. Çünkü derslerin böyle neşeli ve zevkli geçmesi öğrenciyi okuluna,
sınıfına ve öğretmenine bağlıyordu. Okula isteyerek gelen öğrenci, derste
kendini daha rahat hissediyor ve sıkılmıyordu. Böylece derste işlenen konular
öğrenci tarafından daha iyi ve çabuk kavranıyordu.
(13) Bu sırada Arda da söz almıştı:
-Öğretmenim benim annem de babam da
çalışır. İkisi de işi bıraksalar, geçinemeyiz. O zaman her istediğimizi
alamayız. Annemin ve babamın sorumluluğu bir işte çalışarak para kazanmak ve
evimizin geçimini sağlamaktır, dedi. Bunun üzerine Fuat Öğretmen ona:
-Geçinmek deyince ne anlayacağız Arda, diye
sordu. Arda:
-Öğretmenim, evimiz kira olduğu için
kiranın ödenmesi lazım. Yine elektrik, su, telefon ve doğalgaz faturalarını
ödemek için ve karnımızı doyurabilmemiz için de paramızın olması gerekir. Tüm
bunları karşılayacak paramız olursa buna geçinmek denir, dedi. Geçim sözcüğünü
böyle güzel açıklayınca öğretmeni onu tebrik etti ve onu sınıfa alkışlattı.
Sonra Temel söz aldı:
-Öğretmenim ben de ders çalışmasam
notlarım kötü olur. O zaman anne ve babamı çok üzmüş olurum. Benim sorumluluğum
öğrenci olarak ders çalışmaktır, dedi. Peşinden Osman konuşmaya başladı:
-Öğretmenim, ben de sofrayı hazırlarken ve
kaldırırken anneme yardım ederim. Acaba bu da sorumluluk mudur, diye sorunca Fuat
öğretmen:
-Evet Osmancığım, bu da sorumluluktur.
Annene yardım ederek onun yükünü hafifletiyorsun, diyerek Osman’ın sorusuna
cevap verdi. Sonra da sınıfa dönerek:
-Aferin size çocuklar! Sorumlulukla ilgili
çok güzel örnekler verdiniz. Kendinizle gurur duyabilirsiniz, dedi.
(14) Tenefüste Rıfkı, Fuat öğretmenin yanına
gitti. Amacı Pinokyo hakkında sorular sormaktı.
-Öğretmenim, Pinokyo niye bu kadar çabuk
kandırılıyor ve niye bu kadar saf?
-Hikayenin yazarı öyle olmasını istemiş
evladım. Sebep olarak da onun ağaçtan yapılmış olmasını göstermiş.
-Yani şakacıktan söylüyorum sakın gerçek
olarak düşünmeyin! Şimdi ben Pinokyo’nun yanına gitsem ve onunla ilgilensem onu
bu kadar saf olmaktan kurtarabilir miyim acaba?
-Bilmem, belki sen tek başına yeterli
olmayabilirsin Rıfkı! Giderken bana da söyle de beraber gidelim. Olur mu? Hem
benim için de bir değişiklik olur. Ha ha ha ….
(15) Öğretmenin dalga geçtiğini anlamayan
Rıfkı:
-Gerçekten mi? Tamam öğretmenim. Ben
genelde akşam yemeğinden sonra ödevlerimi yapıyorum. Ödevlerim bittikten sonra
……….
(16) Rıfkı henüz lafını tamamlayamamıştı ki
Fuat öğretmen ona kızdı:
-Rıfkıııııı, bırak şimdi hayalciliği!
Yaşlı bir adamı, Nasrettin Hoca diye sınıfa getirdiğini hala unutmadım. Sakın
tahta bir kuklayı da “Bu Pinokyo’dur.” diyerek bize yutturmaya çalışma! Tamam
mı?
-Of öğretmenim ya, hem tamam diyorsunuz
hem de benimle dalga geçiyorsunuz!
-Dalga geçmiyorum Rıfkı, sadece biraz
gerçekçi ol! Hayal kurmak iyidir ama sürekli olarak yok Kırmızı Başlıklı
Kız’la, yok Nasrettin Hoca’yla, yok Pinokyo’yla konuştum, onlarla görüşüyorum,
dersen insanlar seninle dalga geçerler.
(17) Akşam yemeğinden sonra ödevlerini yapan
Rıfkı, Pinokyo’nun yanına gitmeyi kafasına koymuştu. Hemen Pinokyo kitabını
açtı ve okumaya başladı. Derken çok geçmeden kendini kitabın içinde,
Pinokyo’nun yanında buldu.
(18) Pinokyo okula gidiyordu ama isteksizdi.
Aklı, fikri gezmekte, dolaşmakta ve arkadaşlarıyla oynamaktaydı. Rıfkı, hemen
Pinokyo'nun yanına gitti. Onu gören Pinokyo tüm sevecenliği ve saflığıyla
konuşmaya başladı.
-Merhaba, seni daha önce hiç görmedim.
Yoksa sen de ….
-Merhaba Pinokyo, cümlen yarım kaldı.
-Yoksa, sen de benim gibi kukla mısın?
(19) Pinokyo, çok zayıf olan Rıfkı’yı kendisi
gibi ağaçtan yapılmış bir kukla sanmıştı.
-Hayır Pinokyo, ne kuklası?
-Anlasana, sen de benim gibi ağaçtan
yapılmış bir kukla mısın yoksa?
-Tabi ki hayır Pinokyo! Niye kukla sandın
beni?
-Ne bileyim? Çok sıskasın. Neredeyse
kemiklerin sayılıyor. Hadi hadi doğruyu söyle! Kukla mısın? Ustan kim?
-Ne kuklası Pinokyo? Ben de diğer insanlar
gibi etten, kemiktenim.
-Hay Allah ya, yine tahta halimle tek
başıma kaldım desene!
-Öyle görünüyor Pinokyo.
-Sen benim adımı biliyorsun ama ben seni
tanımıyorum. Kimsin sen?
-Ben Rıfkı’yım.
-Rıfkı mı? Yabancısın herhalde. Dikkatli
ol, buralarda yabancıları pek sevmezler! Belki de bu yüzden sana zarar
verebilirler. Adın şey olsun senin, şey…! Hah tamam, Adın Rifkano olsun.
-Rifkano mu? Eh, madem öyle olması
gerekiyor, olsun bakalım!
-Rifkano nerelisin sen?
-İstanbulluyum. İstanbul’u duydun mu hiç?
-Yoooo, hiç duymadım.
-Peki Türkiye'yi?
-Hayır, hiç duymadım.
-Peki Roma'yı?
-Roma mı? Hayır, onu da hiç duymadım.
-Vatikan'ı?
-Kanı duydum. İnsanın içinde akan su gibi
bir şeymiş. Ama Vati’yi hiç duymadım.
-Vay be, espri mi yaptın, yoksa
saflığından mı böyle konuştun anlamadım. Vatikan'ı, Vati ve kan diye ayırıp
espri yapmak iyi fikirdi.
-Nasıl yani? Kanı yanlış mı söyledim
yoksa? Kırmızı ve su gibi değil mi?
-Anlaşıldı Pinokyo anlaşıldı. Safsın, hem
de oldukça safsın. Daha yaşadığın ülkedeki şehirleri bilmiyorsun. Peki
yaşadığın ülkenin adını biliyor musun bari?
-Bak onu biliyorum işte. Aklımda kaldığı
kadarıyla adı Atölye’ydi.
-Atölye mi? Ha ha ha …. Atölyeymiş!
-Ne oldu ya, niye gülüyorsun?
-Atölye değil Pinokyo. İtalya, İtalya.
-İtalya mı? Ha ha ha … Hay Allah ya!
Gepetto Usta, beni atölyede yapmıştı. Orasının adıyla karıştırmışım.
-Neyse, nereye gidiyorsun şimdi?
-Okula gidiyorum. Bir gün daha gitmezsem,
öğretmen beni okuldan atacakmış.
-Keşke bu kadar çok devamsızlık
yapmasaydın!
(20) Bu sırada okulun bahçesinde bazı çocuklar,
Pinokyo'nun gelmesini bekliyorlardı. Bu çocuklardan biri Antonyo’ydu ve o
çocukların reisiydi. Antonyo, Pinokyo’ya:
-Hey Pinokyo, bugün denize yüzmeye
gideceğiz. Sen de gel. Hem piknik de yapacağız.
-Olmaz Antonyo. Gepetto Usta’ya söz
verdim. Artık okuldan kaçmayacağım.
-Bir kerecikten bir şey olmaz Pinokyo!
Hadi gel, inan ki çok eğleneceğiz.
-Doğru diyorsun Antonyo bir kerecikten bir
şey olmaz.
(21) Pinokyo'nun yine bu serseri çocukların
tuzağına düşeceğini anlayan Rıfkı, hemen araya girerek Pinokyo'yu uyardı. Bir
kere daha gitmezse okuldan atılacağını Pinokyo'ya hatırlattı. Pinokyo, Gepetto
Usta’ya verdiği sözü düşündü ve Antonyo’ya gelmeyeceğini söyledi. Bu durum
Antonyo’nun hiç hoşuna gitmedi. Çünkü asıl amaçları Pinokyo’ya hırsızlık
yaptırarak yiyecek bir şeyler çaldırmaktı. Pikniği de bu çalınan yiyeceklerle
yapacaklardı. Rıfkı, Pinokyo'nun koluna girerek onu hemen okula doğru götürdü.
(22) Pinokyo'nun okul dediği yer, sadece tek
sınıfı olan bir binaydı. Tüm sınıflar orada eğitim görüyordu. O dönemde
insanlar, okula çok fazla gitmiyorlardı. Okuma, yazma bilmeye çok da önem
vermiyorlardı.
(23) Pinokyo ve Rıfkı, sınıfın kapısını çalarak
içeriye girdiler. Ders çoktan başlamıştı ve tüm öğrenciler oradaydı. Öğretmen
bir bayandı. Çatık kaşlı, sinirli, otoriter biriydi. Adı Emma’ydı. Öğretmen
Pinokyo'yu görünce pek de memnun olmadı. Suratını ekşitti. Pinokyo'nun sınıfa
gelmesinden memnun olmadığını her haliyle ona belli etti.
(24) Çünkü Pinokyo tembel, hem de oldukça tembel
bir öğrenciydi. Çok zor öğreniyordu ve kendini derslere fazla veremiyordu.
Sınıfın en tembel öğrencisiydi. Emma öğretmen “Hem tahtadan yapılmış bir kukla
okumayı öğrense ne olur, öğrenmesine ne olur. İnsan değildi ki! Sonuçta tahtadan
yapılmış basit bir kukla.” diye düşünüyordu. Biraz sonra yanındaki Rıfkı’yı
görünce Pinokyo’ya çok kızdı.
-Pinokyo, hem geç geliyorsun hem de benden
habersiz sınıfa birini mi getiriyorsun?
-Öğretmenim, Rifkano
benim arkadaşımdır. Bize misafirliğe geldiler. O da benimle okula gelmek
isteyince kıramadım, getirdim.
-Ne teyzesinin oğlu
Pinokyo! Sen tahtadan yapılmış bir kuklasın, o ise bir insan. Benimle dalga mı
geçiyorsun sen?
-Ama doğruyu söylüyorum öğretmenim.
- O yüzden mi burnun uzuyor. Sen, Rifkano
muydu adın, neydi? Kimsin sen evladım doğruyu söyle.
-Evet öğretmenim, adım Rifkano. Ben
Pinokyo'nun teyzesinin oğlu değilim. Onu sadece okuduğum kitaplardan tanıyorum.
-Kitaplardan mı? Ha ha ha ... Yani Pinokyo
meşhur biri mi olacak diyorsun?
-Evet öyle! Dünyanın en çok okunan masal
kahramanlarından biri olacak. Hatta filmleri bile çevrilecek.
-Yok artık Rifkano! Bu tahta kafalı çocuk tüm
dünyanın tanıdığı, bildiği biri olacak öyle mi?
-Evet, hatta resimleri okul çantalarının
ve tişörtlerin üzerlerine bile basılacak.
(25) Bu sırada Pinokyo, Rıfkı’nın kulağına
eğilerek “Biraz fazla atmıyor musun Rifkano? Ben kim, meşhur biri olmak kim?
Öğretmeni daha fazla kızdırmadan sus artık istersen.” dedi. Ama Emma öğretmen
zaten sinirlenmişti.
-Atma Rifkano, atma da beni daha fazla
kızdırma! Hem sen okula gidiyor musun bakalım?
-Evet dördüncü sınıfa gidiyorum.
-Hadi oradan yalancı çocuk! Bir kere
ilkokul üç yıldır. Ortaokula gidenlerin sayısı da çok azdır.
-Bizim zamanımızda ilkokul dört yıldır.
Hem mecburi eğitim de on iki yıldır.
-Şimdi anlarız! Dörde mi gidiyorsun yoksa
bir yalancı mısın? Şimdi belli olur.
(26) Emma öğretmen, Rıfkı’ya toplama, çıkarma,
çarpma, bölme sordu. Rıfkı hepsini yaptıkça öğretmen çıldırdı. Hatta Rıfkı’nın
bölmede yanlış yaptığını söyleyerek, işlemi kendisi yapmaya çalıştı. Alt tarafı
3150’yi 15'e bölecekti. Ama bir türlü bölmeyi beceremedi. Halbuki Rıfkı’nın en
başta yaptığı doğruydu. Rıfkı, Emma öğretmene işlemi nasıl yaptığını tane tane
anlattı. Rezil olan öğretmen, bu sefer ona zor olduğunu düşündüğü bir problem
sordu.
“Silviyo ile Mariya ikiz kardeşlerdir ve
yaşları toplamı 18’dir. 5 yıl sonra ikisinin yaşları toplamı kaç olur?”
Rıfkı, bir çırpıda problemi tahtada
çözüverdi.
5x2=10
18+10=28 yaş
(27) Emma öğretmen, Rıfkı’nın yanlış yaptığını
sanarak sevindi.
-Eveeeet Rifkano, bu sefer baltayı taşa
vurdun işte! Yanlış çözdün. Derslerine çalışmazsan böyle olur işte.
-Neresi yanlışmış öğretmenim?
Gösterebilir misiniz?
-Bak ve öğren Rifkano.
(28) Emma öğretmen hemen tahtaya problemi çözdü
ya da çözdüğünü sandı.
18+5=23 yaş
-Gördüğün gibi Rifkano cevap gayet
kolaydı.
-İyi de öğretmenim, yine yanlış yaptınız!
-Yine mi? Başka nerede yanlış yapmıştım.
-Bölmeyi çözemediğiniz ya!
-Öhö öhö, karıştırma bölmeyi şimdi
Rifkano! Dalgınlığıma geldi için sonucu bir türlü bulamadım. Ama problemin
çözümünü sen yanlış, ben ise doğru yaptım.
-18’i niye 5’le topladınız?
-Çünkü Rifkano, 5 yıl sonra kaç yaşında
olurlar diyor da ondan.
-İyi de öğretmenim bunlar ikiz değiller
mi? İkisinin de yaşları artmayacak mı?
-Şey öyle olacaktı değil mi? Neyse bu da
dalgınlığıma gelmiş olmalı.
(29) Öğrenciler, öğretmenleri problemi
çözemeyince gülüşmeye başladılar. Öğrencilerin gülmesi Emma öğretmeni çok
kızdırdı. Elindeki sopayla hızla öğretmen masasına vurdu. Sonra da Rıfkı’yı ve
Pinokyo'yu sınıftan attı.
(30) Sınıftan dışarı atılan Pinokyo ve Rıfkı ne
yapacaklarını şaşırmışlardı. Tam bu sırada Antonyo ve serseri dört arkadaşı
önlerini kestiler. Niyetleri Rıfkı’yı dövmekti.
Antonyo, Rıfkı’ya bağırdı.
-Senin yüzünden pikniğe gidemedik çocuk.
-Niye, yolumu bilmiyorsunuz?
-Pinokyo bize lazımdı. Sen onu götürmemize
engel oldun.
-Tabi, Pinokyo gelmeyince hırsızlık
yaptırıp piknikte yiyeceğiniz şeyleri ona çaldıramadınız, değil mi?
(31) Antonyo, “Çok fazla konuşuyorsun.” diyerek
suratına bir yumruk attı. Diğer dört serseri de tam ona saldıracakken Rıfkı,
geri dönmeyi diledi. Odasına geri dönen Rıfkı, hemen aynaya baktı. Gözü biraz
kızarmıştı, içinden “Antonyo’nun attığı yumruk inşallah gözümü morartmaz!” diye
dua etti.
(32) Ertesi gün Rıfkı’nın
gözü morarmıştı. Annesi onun bu halini görünce çılgına döndü.
-Rıfkı, ne oldu oğlum
gözüne? Akşam odana giderken hiçbir şeyin yoktu. Çabuk söyle, ne oldu?
-Gözüm mü? Ne olmuş ki gözüme anne?
-Oğlum daha ne olsun, gözün morarmış
baksana! Bu nasıl oldu? Birisiyle kavga mı ettin?
-Neeee, gözüm mü morarmış?
(33) Rıfkı, hemen çekmeceden el aynasını
çıkardı. Pencere kenarına giderek, kuvvetli güneş ışığında aynada gözüne baktı.
Annesinin dediği gibi gerçekten de gözü morarmıştı. Hem de tahmin ettiğinden
daha fazla morarmıştı. Gözünün çok morarmasına sinirlenen Rıfkı, içinden “Ben
şimdi bu halde okula nasıl giderim?” diye düşündü. Okula gitmemek için
bahaneler düşünürken annesi ona seslendi.
-Hadisene oğlum, okula geç kalacaksın!
-Bugün okula gitmek istemiyorum anne.
-Niye?
-Morarmış gözümü görenler dalga geçerler
de ondan.
-Oğlum, o göz on güne ancak iyileşir. On
gün okula gitmeyecek misin yani?
-Of anne ya! Ne yapacağım ben şimdi?
-Yapacak bir şey yok evladım. Mecburen bu halinle
okula gideceksin.
(34) Rıfkı, annesini dinleyerek istemeyerek de
olsa okuluna gitti. Rıfkı’nın morarmış gözünü gören arkadaşları, sırıtmaya
başladılar. Rıfkı onlara “Gülecek ne var ya? Kapının koluna çarptım işte.”
diyordu. Sınıfa giren öğretmeni de bir süre sonra Rıfkı’nın gözündeki morluğu
fark edince sebebini sordu. Öğretmenine yalan söyleyemedi. Gerçi arkadaşlarına
da yalan söylememesi gerekiyordu ama dayak yediğini söylemekten utanmıştı.
-Öğretmenim gözümü Antonyo morarttı.
-Antonyo da kim oğlum? Mahallenize
yabancı bir aile mi taşındı?
-Antonyo, Pinokyo’nun serseri arkadaşı
oluyor öğretmenim. Pinokyo'ya hırsızlık yaptıracağını anlayınca ona engel
oldum. Antonyo da sinirlenip gözüme vurdu. Aniden vurduğu için kendimi
koruyamadım.
-Bu Pinokyo, bildiğimiz Pinokyo mu? Hani masal
kahramanı olan, Gepetto Usta’nın yaptığı Pinokyo mu?
(35) “Evet öğretmenim.” diyen Rıfkı gidip
öğretmene sarıldı. Fuat öğretmen ve öğrenciler buna çok şaşırmışlardı.
-Tamam Rıfkı tamam. Ben de seni seviyorum
ama şimdi durup dururken niye sarıldın ki bana?
- Öğretmenim Pinokyo'nun sınıfında derse
girdim. Öğretmeni Emma, çok kötü biriydi. Sizin gibi sabırlı ve güler yüzlü
değildi. Bir de öğretmenliği de çok zayıftı. Daha bölmeyi bile doğru dürüst
bilmiyordu. Bana basit bir problem sordu. Problemi doğru çözdüğüm halde bana
“Yanlış yaptın.” dedi. Bu sefer problemi kendisi çözmeye çalıştı ama kendi sorduğu
problemi bile çözmeyi beceremedi. “Yanlış çözdünüz.” deyip nasıl çözüleceğini açıklayarak
anlattım ama çok sinirlendi. Pinokyo’yla beni sınıftan kovdu.
-Tamam Rıfkı tamam, sakin ol lütfen! Hadi
yerine geç de bu dersi tam yapalım bari.
(36) Rıfkı, sınıfın erkek öğrencilerini
tenefüste yanına çağırdı.
-Arkadaşlar, şu mor gözümün intikamını
almalıyım. Ama beş kişiler. Eğer benimle gelirseniz, on dört kişi oluyoruz. İki
dakikada şunların ağızlarını, burunlarını kırar, sonrasında da geri hemen
döneriz. Ha, ne dersiniz? Var mısınız?
(37) Sadece altı kişi gelmeyi kabul etti.
Rıfkı’yla beraber yedi kişi oluyorlardı. Aslında onlar da gelmeyeceklerdi ama
Rıfkı’nın doğruyu söyleyip söylemediğini merak etmişlerdi.
(38) Paydosta anlaştıkları gibi okul bahçesinin
en kuytu yerinde buluştular. Çantalarını bir kenara koydular. Daha sonra Rıfkı,
Antonyo ve arkadaşlarının piknikte olduğu bir sayfayı açıp okudu. Tılsımlı
yüzüğünün yardımıyla hep beraber piknik alanına Antonyoların yanına gittiler.
Onları bir anda karşılarında gören Antonyo ve arkadaşları “Bir anda nereden
çıktınız?” der gibi onlara şaşkınlıkla baktılar.
-Evet Antonyo, şu mor gözüme iyi bak! Çünkü
bunun hesabını sormaya geldim.
-Oooo, Rıfkano gelmiş, seni gökte ararken
yerde buldum Rıfkano! Nerelerdeydin böyle? Verdiğim hediye de çok yakışmış
sana. Gözüne renk gelmiş. Ha ha ha …..
-Gül bakalım, şimdi ben de senin sağ
gözünü morartayım da gör!
-Yanındaki süt bebelerine mi güveniyorsun?
Ha ha ha ….
(39) Biraz sonra beş kişiye karşı yedi kişi
kavga etmeye başladılar. Az olmalarına rağmen Antonyo ve arkadaşları,
Rıfkı ve arkadaşlarını iyice dövdüler. Serseriydiler ama kavga etmeyi çok iyi
biliyorlardı. Onlarla baş edemeyeceğini anlayan Rıfkı, suratına suratına
yumruklar yerken hemen geri dönmeyi diledi. Az sonra tılsımlı yüzüğün
yardımıyla okul bahçesine geri döndüler. Rıfkı, geri dönemeyen arkadaşı olup
olmadığını anlamak için hemen onlara baktı. Bakmasıyla beraber de “Eyvah, Erdi geri
dönememiş!” diye korkuyla bağırdı. Vakit kaybetmeden Erdi’yi kurtarmak için
hemen geri dönmeyi diledi.
(40) Antonyo ve arkadaşları, Erdi’yi aralarına
almışlar evire çevire dövüyorlardı. Rıfkı, hemen çocuklardan birkaçını iterek
Erdi’nin yanına gitti ve onunla beraber geri dönmeyi diledi. Geri döndüklerinde
Antonyo’nun da kendileriyle beraber gelmiş olduğunu gördü. Üstelik hala
Erdi’nin suratına suratına vuruyordu. Rıfkı, hemen Antonyo’yu iterek Erdi’den
uzaklaştırdı. Sonra da onunla beraber tekrar kitaba geri döndü. Rıfkı, yorgun
ve bitkin bir şekilde geri döndüğünde arkadaşları ona kızgın, biraz da kırgın
bir şekilde bakıyorlardı. Temel ağlamaklı bir şekilde:
-Oğlum bunlar boksör müdür, nedir?
Devamlı suratımızı yumrukladılar, dedi. Zeki de:
-Ben hayatımda böyle dayak yemedim Rıfkı.
Bunlar dövüşmeyi çok iyi biliyorlar, deyince Erdi:
-Alacağın olsun Yıfkı! Bizi dayak yiyelim
diye mi götüydün oyaya, diye sızlandı. Orhan:
-Aaaaah gözüüüüm, diye acıyla inledi. Arkadaşlarının
peş peşe konuşmaları üzerine Rıfkı:
-Arkadaşlar, valla ben de böyle
olduklarını bilmiyordum. Sokak çocukları oldukları için kendilerini korumayı ve
dövüşmeyi çok iyi öğrenmişler herhalde, diye konuşarak kendini savunmaya
çalıştı.
(41) Ertesi gün, hepsinin bir gözü morarmıştı.
Rıfkı’nın ise artık iki gözü de morarmıştı. Rıfkı’yı gören arkadaşları gülüyor
ve dalga geçiyorlardı. Öğretmenleri kendi aralarında kavga ettiklerini sanarak
onlara nasihatlerde bulundu. Sonra da ailelerini arayarak çocuklarının morarmış
gözleri hakkında konuştu. Ailelerin hepsi tedirgindi. Ama Rıfkı, dayak yiyen
arkadaşlarını önceden uyarmıştı.
“Boş yere nasıl dayak yediğinizi anlatmaya
kalkmayın. Antonyo ve serseri arkadaşlarından da bahsetmeyin. Çünkü bir kitabın
içine girerek dayak yediğinize nasıl olsa inanmayacaklardır.” demişti. O yüzden
çocuklar, ailelerine farklı bahaneler uydurarak gözlerinin nasıl morardığını
izah etmeye çalışmışlardı.
(42) Sonraki günlerde dayak yiyen öğrenciler, bazı
isteklerde bulunarak Rıfkı’yı sıkıştırmaya başladılar. Başka kitapların içine
girmek ve Pamuk Prenses, Süpermen, Kırmızı Başlıklı Kız gibi karakterlerle de
tanışmak istediler. İstekleri bir türlü bitmiyordu. Rıfkı, tüm bu istekleri
karşılamanın imkansız olduğunu düşündü. İçinden “Acaba bu yüzüğün, tüm bu
yaşananları unutturma özelliği var mı?” diye düşündü. Sonra da deneme amaçlı “Arkadaşlarım,
yaşadıkları her şeyi unutsunlar.” dileğinde bulundu. Bu dilekten sonra
arkadaşları, Pinokyo kitabına yaptıkları yolculuğu ve dayağı kimlerden
yediklerini unutmuşlardı. Böylece Rıfkı da rahat bir nefes aldı.
(43) Aradan günler geçmesine rağmen Rıfkı,
Antonyo ve serseri arkadaşlarından yediği dayağı bir türlü unutamamıştı. Ama
yapacak bir şey de yoktu. Okuldaki tüm öğrencileri ve öğretmenleri, yedikleri
dayağın intikamını almak için onların yanına götürecek değildi ya! Aslında bunu
da düşünmüştü. Bütün okula Antonyo ve serseri arkadaşlarını dövdürecek sonra da tılsımlı
yüzüğü sayesinde olanları tüm okula unutturacaktı. Günlerce “Olur mu acaba?
Bunu becerebilir miyim? Tüm okulu oraya götürmem doğru olur mu?” diye çok
düşündü. Sonra da bu düşüncesini uygulamaya karar verdi. En uygun zamanın,
pazartesi günü öğrencilerin İstiklal Marşı için okul bahçesinde toplandıkları
an olduğuna karar verdi. (44) Eğer başarabilirse planı
şöyleydi. İstiklal Marşı okunmadan önce mikrofonun yanına gidecekti. Hemen
yanında getirdiği Pinokyo kitabını açıp Antonyo ve serseri arkadaşlarının
olduğu sayfayı okumaya başlayacaktı. Sonra da tılsımlı yüzüğünün yardımıyla tüm
okulu oraya götürecekti. Oraya gittiklerinde de tüm okula, Antonyo ve serseri
arkadaşlarını eşek sudan gelinceye kadar dövdürecekti.
(45) Okulda çalışan uzun boylu ve iri yapılı
Cabbar abinin, özel bir görevi olacaktı. Antonyo’yu ona iyice bir dövdürüp intikamını
alacak. Sonra da Antonyo’nun karşısına dikilip “Beni hatırladın mı Antonyo?
Hani acımasızca dövdüğün zayıf ve çelimsiz bir Rıfkı vardı ya işte o benim.
Senden intikamımı sonunda aldım.” diyecekti. Eğer hatırlamazsa morarmış
gözlerini göstererek “Gözlerime çok iyi bak. Belki o zaman hatırlarsın.”
diyecekti. Daha sonra da Antonyo’ya bir tokat atıp bütün okulu tekrar okul
bahçesine geri getirecekti. Sonrasında da tüm okula, yaşanan her şeyi tılsımlı
yüzük yardımıyla unutturacaktı.
(46) Pazartesi günü tüm okul, İstiklal Marşı
için hazır beklerken ve mikrofonun olduğu yerde de henüz kimse yokken Rıfkı,
hemen planını uygulamaya koyuldu. Sınıf sırasından ayrılarak merdivenlere doğru
gitti. Hızla merdivenleri çıkarken onun geldiğini gören müdür, “Gel Rıfkı,
gel.” deyip onu yanına çağırdı. İçinden “Şansa bak ya, müdüre yakalandık! Beni
niye yanına çağırdı acaba? Yoksa niyetimi anladı mı?” diye içinden geçirdi. Bu
sırada müdür, mikrofona eğilerek öğrencilere:
-Sevgili çocuklar, öğretmenler olarak bir
karar aldık. Bundan sonra dördüncü sınıf öğrencileri, sırasıyla pazartesi ve
cuma günleri İstiklal Marşı'nı tüm okula söyletecekler. Bugün size İstiklal
Marşı'nı ilk olarak Rıfkı söyletecek, diye hitap ettikten sonra Rıfkı’ya
dönerek “Hadi bakalım Rıfkı, tüm okula İstiklal Marşı'nı büyük bir coşkuyla
söylet bakalım.” dedi.
Rıfkı “İstiklal Marşı'nı büyük bir
coşkuyla söylet.” cümlesini duyunca bayılacak gibi oldu. Gözleri karardı,
hafif sendeledi. “Koca okula İstiklal Marşı'nı söylemekten ne anlarım ben! Hem
de büyük bir coşkuyla söyletecekmişim.” diye heyecanlandı.
(47) Müdür mikrofonun boyunu Rıfkı’ya göre
ayarladı. Beden eğitimi öğretmeni “Rahat, hazır ol.” komutu vererek tüm
öğrencileri İstiklal Marşı'nı söylemeye hazır hale getirdi. Rıfkı bir ara
öğretmenine ve sınıf arkadaşlarına baktı. Herkes merakla ve şaşkınlıkla ona
bakıyordu. Fuat öğretmen sanki “Ne işin var oğlum orada? Sıra sende değil ki!”
der gibi bakıyordu. Müdür, Rıfkı’nın bir türlü İstiklal Marşı’na başlamaması
üzerine dirseğiyle hafifçe onu dürttü. Sonra da kısık bir ses tonuyla “Hadisene
oğlum, tüm okul seni bekliyor.” diye uyardı.
(48) Elleri ayakları titreyen Rıfkı, müdürün
uyarması ile beraber “Korkma sönmez” diye İstiklal Marşı'nı söyletmeye
başladığı an bayıldı. Yere düşerken okul müdürü, onu hemen tuttu ve kucağına
aldı. Onu okulun girişindeki masasının üzerine yatırdı. Fuat öğretmen de
koşarak onların yanına gitti. Rıfkı baygınken sürekli “Antonyo, gözlerime bak
anlarsın, İstiklal Marşı, mor göz, ver coşkuyu.” diye sayılıyordu.
(49) Rıfkı kendine geldiğinde ambulansın
içindeydi. Doktor, koluna serum takmıştı. Rıkı ayıldığı esnada da küçük bir
fenerle gözlerine ışık tutarak muayene ediyordu. Doktor, bir yandan da müdürle
ve Fuat öğretmenle konuşuyordu.
-Bu çocuk büyük bir şok yaşamış.
Bayılmasının nedeni de sanırım yaşadığı bu büyük şok olmalı.
-Şok mu?
-Evet şok. Çocuğa kaldıramayacağı bir
sorumluluk mu verdiğiniz acaba?
-Şey, İstiklal Marşı'nı söyletecekti. Hem
de büyük bir coşkuyla söyletmesini istemiştim. Sebebi bu olabilir mi acaba?
-Ne yaptınız Müdür bey? Ufacıcık bir
çocuğu, yüzlerce öğrencinin karşısında dikip İstiklal Marşı'nı mı söyletmeye
kalktınız? Hem de büyük bir coşkuyla! Öyle mi?
-Hay Allah ya Ne yaptım ben böyle?
-Dua edin de kalbi durup ölmemiş. İstiklal
Marşı'nı söyletmeye kalkmanız onda çok büyük bir şok etkisi yapmış.
-Böyle olacağını bilseydik, bunu
kesinlikle yapmazdık doktor bey! Rıfkı iyileşecek mi acaba?
-Kendine geldi zaten. Birazdan ayağa
kalkar.
-Rıfkıcığım, iyi misin canım? Korkma, İstiklal
Marşı da yok, büyük bir coşkuyla söyletmek de yok. Sen yeter ki iyileş. Zaten
ailene haber verdik, birazdan gelirler.
(50) Çok geçmeden Rıfkı’nın
anne ve babası okula geldiler. Olup biteni öğrendikten sonra Rıfkı’nın babası
müdür beye dönerek “Hocam, ne yaptınız ya? Küçük bir çocuktan böyle bir şey
istenir mi hiç? Hadi İstiklal Marşı’nı söyletmeye kalktınız ama büyük bir
coşkuyla söyletmesini istemek de neyin nesi oluyor Allah aşkına? Müzik
öğretmeni mi bu? Ne anlar büyük bir coşkuyla söyletmekten?” diye sitemde
bulundu.
(51) Müdür bey, utandı sıkıldı ama hiçbir şey
diyemedi. Sadece özür dileyebildi. Ailesi daha sonra Rıfkı’yı eve götürdü.
Rıfkı, iki günde ancak kendine gelebildi. Hatta ilk gece rüyasında kendisini
tüm okula İstiklal Marşı’nı söyletirken gördü. Rıfkı, büyük bir coşkuyla
İstiklal Marşı’nı söyletiyor, tüm okul da aynı coşkuyla ona eşlik ediyordu. Tüm
öğretmenler, ona hayran hayran bakıyorlardı. Okul müdürü de “Vay be, ne
öğrenciler varmış okulumuzda! Muhteşem muhteşem, bravo!” diye içinden geçiriyor
ve gururlanıyordu. Okulun müzik öğretmeni de “Yahu bu çocuğa sınıfta şarkı bile
söyletemezdim. Hem İstiklal Marşı’nı da tam bilmezdi. Şimdi ise bülbül gibi
şakıyor. Benden bile güzel söyletiyor kerata.” diye içinden geçiriyor ve ona büyük
bir şaşkınlık ve kıskançlıkla bakıyordu.
(52) Rıfkı, rüya görürken bir yandan da
sayıklıyordu. Sayıklamasını duyan annesi, hemen koşarak onun yanına geldi. Onu
tam uyandıracakken ne sayıkladığını duymak istedi. Rıfkı “Bu kadar coşku
yetmez! Daha çok coşku, daha çok coşku.” diye sayıklıyordu. Belli ki Rıfkı bu
olaydan çok etkilenmişti. Annesi “Vah yavrum vah, psikolojisi ne kadar da çok
etkilenmiş!” diye üzüldü.
(53) Annesi sabahleyin kahvaltı masasında
Rıfkı’ya neler sayıkladığını söylüyordu. Kardeşi Pınar da kıkır kıkır gülerek
abisine bakıyordu. Bu sırada Rıfkı “Ah Antonyo ah! Senin yüzünden şu başıma
gelenlere bak! Millete rezil ettin beni. Sayende hem bayıldım hem sayıkladım
hem de iki mor göz sahibi oldum.” diye içinden söylenip durdu.
(54) İki gün sonra Rıfkı, okula gittiğinde onu
gören herkes sırıtıyordu. Rıfkı böyle olacağını bildiği için bu bakışları ve
gülüşmeleri fazla önemsememeye çalıştı. Arkasından “Ver coşkuyu, ver coşkuyu
ama büyüğünden hem de en büyünden olsun.” diye söyleyip alay edenler,
gülüşenler oluyordu. Rıfkı’ya az daha “Ver Coşkuyu Rıfkı” lakabını
takacaklardı. Ama neyse ki çocuklar, çabuk unutuyorlardı. Birkaç hafta sonra okulda
başka olaylar olunca öğrenciler, artık onunla ilgilenmemeye başladılar.
(55) Ama neticede tüm okulun önünde bayılmıştı
ve bin kadar öğrenci de buna şahit olmuştu. Rıfkı “Bu olay yıllarca hatırlanır
artık! Aradan elli yıl geçse bile artık dede olmuş olan öğrenciler,
İlkokuldayken Rıfkı diye bir çocuk vardı. İstiklal Marşı’nı büyük bir coşkuyla
söyletmesi istenince düşüp bayılmıştı. Çocuk az daha ölüyordu, diye torunlarına
anlatırlar.” diye düşündü.
(56) Derste Fuat öğretmen de Rıfkı’yla
ilgilendi. Niye bayıldığını sordu.
-Heyecandan herhalde öğretmenim.
-Yani normalde her sınıftan sesi güzel beş
öğrenciyi İstiklal Marşı'nı söyletmesi için seçip müdür beye bildirecektik.
Seçtiklerim arasına sen yoktun Rıfkı. Sen merdivenlerden çıkıp müdürün yanına
doğru gidince, Müdür de İstiklal Marşı'nı senin söyleteceğini sanmış. Sahi senin
ne işin vardı orada Rıfkı?
-Şeyyyy!
-Evet Rıfkı?
-Öğretmenim işin gerçeği şu, Pinokyo'nun
yanındayken onun kötü ve serseri arkadaşı Antonyo beni ve bazı arkadaşlarımı
dövdü. Ben de intikam almak için ……………
-Tamam Rıfkı tamam, yine aynı şey! Artık
derse geçelim.
(57) Rıfkı, öğretmenini bir türlü ikna
edemediği gibi onun gözünden de düşmek üzere olduğunu hissetti. Artık ne yapıp
edip Pinokyo'yu öğretmeniyle tanıştırmalıydı. Bu yüzden Pinokyo'yu gizlice
sınıfa getirmeye karar verdi.
(58) Rıfkı, akşam yemeğini yedikten sonra
odasına çekildi. Ödevlerini yaptıktan sonra Pınar'ın peşine takılmaması için
odanın her yanını iyice aradı. Pınar’ın odada olmadığını anlayınca da Pinokyo
kitabını açtı. Antonio ve arkadaşlarıyla karşılaşmamak için sadece Pinokyo'nun
olduğu sayfayı okumaya başladı. Rıfkı, biraz sonra tılsımlı yüzüğü sayesinde kendini
Pinokyo'nun odasında buldu. Pinokyo da ödevlerini yapmaya çalışıyordu. Gepetto
Usta da yanındaydı. Ustaya görünmemek için dolabın arkasına saklandı. Usta,
odadan ayrılana kadar da orada kaldı. Bir yandan da onların konuşmalarını
dinledi.
-Şu cümleyi oku bakalım Pinokyo.
-Be Be Be Ber Ber Bernar Bernardo arka
arka arkada arkada arkadaşı Raf Raf Rafa Rafae Rafael Rafael’le Si Si Sic Sici
Sici Sicil Sicilya Sicilya’ya at ve e e eşe eşe eşek ile gi gi git gitti.
-Aferin sana Pinokyo! Ne kadar da hızlı
okudun? Bak ilerlemeye başladın artık. Neymiş, cümleyi bir de ben okuyayım.
“Bernardo, arkadaşı Rafael’le Sicilya'ya at ve eşek ile gitti.” Tekrar
oku bakayım cümleyi ama benim gibi hızlı okumaya çalış. Tamam mı?
-Tamam Gepetto Usta.Be Be Be Ber Ber
Bernar ……
-Tamam evladım tamam, bugün bu kadar
yeter! Çok çalış, çok oku. Tamam mı?
-Zaten çok çalışıyorum Gepetto Usta. Arkadaşlarıma
yetişmem lazım. Hatta onların hepsini geçip sınıfın yıldızı olmayı düşünüyorum.
-Aferin sana ama sınıfın yıldızı olmak
için çok acele etme! Görünen o ki daha çok zamana ihtiyacımız var Pinokyo.
Fakat azimli olursan başaramayacağın şey yoktur.
-İnsan da olur muyum Gepetto Usta?
-Sanmıyorum Pinokyo.
-Belki Peri, sihirli çubuğuyla beni insan
yapabilir. Ne dersin?
-İnşallah Pinokyo İnşallah. Neyse, söyle
bakalım. Bernardo, Sicilya’ya kiminle gitmiş?
-At ile gitmiş.
-Kim deyince hayvan değil, insan aklına
gelecek. Yani insan adı söyleyeceksin. Tamam mı Pinokyo? Buna göre söyle
bakalım, Bernardo Sicilya’ya kiminle gitmiş?
-Eşek ile gitmiş.
-Ne diyeyim sana Pinokyo? Ben sana insan
olacak diyorum, sen eşek cevabını veriyorsun. Eşek insan mı oluyor evladım?
-O zaman at ile gitmiş.
-Of Pinokyo! O zaman bir de şöyle
deneyelim. Rafael Sicilya'ya kiminle gitmiş?
-At ile gitmiş.
-Yok artık, bu kadar da olmaz be evladım!
Israrla insan ismi olacak diyorum. Sen at ile gitti diyorsun hala.
-Eşek ile mi gitti yoksa?
-Tamam evladım tamam, bu sorudan
vazgeçtim! Sicilya'ya nasıl gitmişler? Onu söyle bari.
-Yaya gitmişler.
-Yaya mı? Evladım, cümlede yaya kelimesi
yok ki!
-Nasıl yok Usta? “Sicil yaya” diyorsun ya!
-Evladım Allah öğretmenine ve bana sabır
versin. Peki nereye gidiyorlarmış?
-Sicil’e gidiyorlarmış.
-Evladım Sicil diye bir yer var mı? Yazdırdığım
cümlenin neresinde “Sicil” kelimesi var?
-Ama öyle yazdırdın ya Usta! “Sicil yaya
gitmişler.” demiyor mu cümlede? Yani Sicil'e yaya olarak gitmişler.
-Oğlum ben yaşlıyım. Bu kadar strese
dayanamam artık. Ben yatmaya gidiyorum. Hadi iyi geceler.
-İyi geceler Gepetto Usta. Yatmadan önce
bana dua et tamam mı?
-Evladım görünen o ki senin için duadan
fazlası gerekiyor.
(59) Gepetto Usta’nın ne dediğini anlamayan Pinokyo
“Tamam, ben de senin için dua edeceğim Usta.” dedi arkasından. Gepetto Usta’nın
gittiğini gören Rıfkı, hemen Pinokyo'nun yanına geldi. Rıfkı’yı gören Pinokyo
çok mutlu oldu.
-Rıfkı hoş geldin. Ödevimi yapıyordum,
yardım etmek ister misin?
-Aman Pinokyo aman, bu genç yaşta sinir
sahibi olmak istemem! Ben seni sınıfımıza davet etmek için gelmiştim.
-Ne güzel olur! Ben de senin okulunu merak
ediyordum zaten. Sınıfın durumu nasıl? Benden daha iyileri var mı?
-Senden daha iyileri mi? Ha ha ha ….
-Ne oldu Rıfkı niye gülüyorsun? Sınıfın
durumu o kadar mı kötü yoksa?
-Ah Pinokyo ah, çok safsın çoooook!
-Ne zaman gideceğiz?
-Yarın ben seni almaya gelirim. Tamam mı?
-Tamam Rıfkı. Sahi gözlerine ne oldu
senin?
-Ne olmuş gözlerime?
-Morarmış gibi. Gerçi mor renk yakışmış,
ayrı bir hava katmış sana.
-Ah o Antonyo yok mu? Hiç acımadan vurdu
gözlerime.
-Antonyo ve arkadaşları boks yaparlar.
Bazı geceler para karşılığında dövüşürler. Hele Antonyo'nun sağ yumruğu çok
güçlüdür.
-Aferin sana Pinokyo! Boksör olduklarını
şimdi mi söylüyorsun bana? Gözlerim morarmadan
önce niye söylemedin?
-Ne bileyim Rıfkı böyle olacağını? Bazen
benim de gözüme gözüme vururlardı ama şimdiye kadar gözlerim hiç morarmadı ki?
-Oğlum, sen tahtasının tahta! Tahta
morarır mı hiç?
-Tahta olduğumu hatırlatmasan olmaz mıydı
Rıfkı?
-Desene bütün okulu götürsem ancak
dövermişiz onları zaten. Herhalde öğrencilerin ve öğretmenlerin de yarısının
gözleri benimki gibi olurdu. Gerçi Cabbar abi iri yapılı, iki metre boyunda bir
adam. Onların hakkından gelse gelse o gelirdi belki.
-Hiç sanmıyorum Rıfkı. Cabbar abi gibi
nice nice yiğitleri ağlatana kadar dövdüler burada. Hatta dövdüklerinin de
mutlaka bir yerini kılmışlardır. Ya kolunu, ya bacağını, ya kaburgasını ya da
kafasını.
-Hadi madem ağlatana kadar dövüyorsun,
kol, bacak niye kırıyorsun değil mi? Ne gaddar çocuklarmış bunlar!
-Öyle deme Rıfkı! Buralarda hediyeleşmek
önemli bir adettir.
-Ne diyorsun Pinokyo? Kol, bacak kırmanın
hediyeleşmekle ne alakası var?
-Hediye niye verilir Rıfkı?
-Sevdiğini göstermek için, hatırlanmak
için falan.
-Tamam işte! Belki sevdiği için değil ama
kırık kemiğine baktıkça “Beni hatırlasın.” diye yapıyorlar bunu. Bence
güzel bir adet.
-Ne biçim adetleriniz varmış sizin de! Biz
lokum, baklava, pişmaniye siz de kırık kemik hediye ediyorsunuz. Madem seni de
o kadar dövmüşler, sonrasında sana da kırık kemik hediyesi verdiler mi peki?
-Kolumu, bacağımı meşe ağacından olduğu
için çok zor kırıyorlardı. Çoğu zaman yerden aldıkları kocaman taşları kolumun,
bacağımın üzerine atarak, ancak kırıyorlardı.
-Eeeee?
-Eeeeesi, Gepetto Usta'nın atölyesi, kırık
kol ve bacaklarımla dolu.
-Gepetto Usta bir şey demiyor muydu?
- Demez olur mu hiç! “Evladım, hep sen
hediye alıyorsun, ayıp oluyor çocuklara. Artık sen de hediye vermeye başla.”
diyordu bana.
-Ay bu kadarına da dayanamayacağım artık!
Neyse, sabaha hazır ol Pinokyo. Seni almaya geleceğim.
-Öğretmenin ve arkadaşların için hediye
alayım mı? Eli boş gidersek ayıp olur sonra.
-Aman Pinokyo aman, sizin hediyelerinizin
ne olduğu belli! Sadece sen gel yeter.
-Tamam Rıfkı, ben de kolumu, bacağımı,
başımı güzelce cilalayayım o zaman. Öğretmenine ve arkadaşlarına karşı
yakışıklı ve bakımlı görüneyim ki sevsinler beni.
-Hediye getirme de ne yaparsan yap!
(60) Ertesi gün Rıfkı, dolabından Pinokyo için pantolon,
gömlek, ayakkabı ve çorap aldı. Onları gizlice çantasına koydu. Kahvaltısını
yaptıktan sonra da okula gitti. Hemen sınıfa gidip çantasını sırasına koydu.
Pinokyo’ya giydireceği elbiseleri ve Pinokyo kitabını yanına alıp tuvalete
gitti. Tuvalet kabinine girer girmez de kitabı açıp okumaya başladı. Ama
sayfayı yanlış açtığını fark etmediği için kendini bir anda Antonyo’nun yanında
buldu. Antonyo’yu görür görmez telaşlanan Rıfkı, hemen geri dönmeyi diledi.
Fakat geri döndüğünde Antonyo da yanındaydı. Antonyo “Gel bakalım Rıfkano! Her
yerde seni arıyordum. Şimdi hediye verme zamanı.” dedi. Bu sırada bulunduğu
ortamdaki değişikliği fark eden Antonyo “Neler oluyor? Burası da neresi? diye
bağırdı.
-Bak Antonyo, artık mahallende değilsin.
Burası benim okulum. Rahat dur, yoksa karışmam ha!
-Sen, sen, sen ama sen büyücüsün. Nasıl
getirdin beni buraya?
(61) Bu sırada temizlik görevlisi Cabbar
Efendi, temizlik yapmak için tuvalete gelmişti. Antonyo’yu, Rıfkı’yı dövmeye
çalışırken görünce hemen müdahale etti. Antonyo’nun kolundan tutup dışarıya
çıkardı. Bu sırada Antonyo, Cabbar Efendi’ye bir yumruk attı ve onun da gözünü
morarttı. Ama Cabbar Efendi yine de onun kolunu bırakmadı.
(62) Gürültüleri duyan okul müdürü, odasından
çıkarak Cabbar Efendi’nin yanına gitti. Antonyo onun rahat durmadığını gören
okul müdürü, Cabbar Efendi’ye onu odasına getirmesini söyledi. Cabbar Efendi,
müdür odasına kadar rahat durmayan Antonyo’nun ensesine ensesine vurdu.
Sersemleyen Antonyo, Cabbar Efendi ile baş edemeyeceğini anladı ve sakinleşti.
Okul müdürü, Cabbar Efendi’ye:
-Cabbar Efendi, kim bu çocuk, diye sordu.
O da:
-Bu serseri tuvalette Rıfkı’yı dövüyordu.
Ayırmaya çalışırken de gözüme vurdu, dedi. Müdür, kapının dışında bekleyen
Rıfkı’yı içeriye çağırdı. Ona da:
-Rıfkı kim bu çocuk, diye sordu.
Rıfkı:
-Bilmiyorum müdür bey. Tuvaletteydim,
birden bana saldırdı, dedi. Müdür, bu sefer Antonio’ya dönerek:
-Evladım kimsin sen? Ne işin var okulda,
diye sordu. Antonyo:
-Rıfkı’yı arıyordum. Ona bir hediye
verecektim, diye konuşunca müdür:
-Ne hediyesi, diye sordu.
(63) Antonyo “Göstereyim.” deyip müdürün gözüne
bir yumruk salladı. Ne olduğunu anlamayan müdür, yediği yumrukla yere düştü.
Fırsattan yararlanan Antonyo, hemen kapıyı açıp kaçmaya başladı. Olayların daha
da büyüyeceğini anlayan Rıfkı, hemen Antonyo’nun peşine düştü.
(64) Antonyo’ya yaklaştığında da onunla beraber
geri dönmeyi diledi. Tılsımlı yüzüğünün yardımıyla kendilerini Pinokyo'nun
yanında buldular. Hemen Pinokyo’nun yanına koşan Rıfkı, onunla beraber okula
geri dönmeyi diledi. Okula geri döndüklerinde ortalığın karışmış olduğunu
gördüler. Ambulans gelmişti. Doktor hem müdürün hem de Cabbar Efendi'nin gözüne
pansuman yapıyordu. İkisinin de gözü çok kötü morarmıştı. Öğrenciler meraklı
gözlerle onları seyrediyorlar, öğretmenleri de onları sınıflarına sokmaya
çalışıyorlardı.
(65) Rıfkı, tüm bu yaşananların kimse
tarafından hatırlanmamasını diledi. Parmağındaki sihirli yüzük sayesinde herkes
yaşananları bir anda unutuverdi. Okul müdürüyle konuşan Cabbar Efendi, onun
morarmış gözüne bakınca “Müdürümün gözü niye morardı acaba?” diye düşünüp,
içinden de kıs kıs gülerken, okul müdürü de “Cabbar Efendi’yi bu iri yapılı
vücuduna rağmen biri fena dövmüş.” diye içinden geçirdi.
(66) Rıfkı, bu sırada Pinokyo'yu tuvalete
götürdü. Getirdiği elbiseleri ona giydirdikten sonra da onunla beraber sınıfına
gitti. Arkadaşlarının şaşkın bakışları altında Pinokyo'yla beraber sırasına
oturdu. Pinokyo biraz şaşkındı. Çünkü Rıfkı, kendisini almaya gelirken yanında
Antonyo’yu da getirmişti. Bunun sebebini merak ediyordu.
-Ne oldu Rıfkano? Beni almaya geldiğinde
Antonyo niye yanındaydı?
-Seni almaya geldiğimde yanlışlıkla
Antonyo’nun olduğu bir sayfayı okumuşum. O yüzden bir anda onun yanına buldum
kendimi. Telaşla geri döndüğümde, nasıl olduğunu anlayamadım ama o da benimle
beraber okula geri dönmüştü. Tam bana hediyesini verecekken, bizim temizlik
görevlimiz Cabbar abi ona engel olmaya çalıştı. Ama Antonyo, hem müdürün hem de
onun gözlerini morarttı.
-Ondan kurtulman iyi olmuş ama dikkatli
ol! Antonyo vereceği hediyeyi asla unutmaz!
-Tamam Pinokyo, bir dahaki sefere daha
dikkatli olurum.
(67) Bu sırada Fuat öğretmen sınıfa girdi.
Sınıf yoklamasını yaptı. Tam derse başlayacakken Rıfkı’nın yanında oturan
Pinokyo'yu gördü.
-Yanındaki kim Rıfkı?
-Geçen gün size Pinokyo’yu getireceğimi
söylemiştim ya öğretmenim. Onu getirdim işte.
-Aferin sana Rıfkı! Lafımı dinlemeyip
şimdi de Pinokyo’ya benzeyen birini mi sınıfa getirdin?
-Hayır öğretmenim, bu gerçekten de Pinokyo.
Pinokyo, sen de bir şeyler söylesene öğretmenime.
-Evet öğretmen, ben Pinokyo’yum. Rifkano’nun
arkadaşıyım.
-Rifkano mu? Ha ha ha …. Ne diyor bu
Rıfkı?
-Ne yapayım öğretmenim? Pinokyo İtalyan’mış.
Orada kimse yabancı olduğumu anlamasın diye, adımı Rifkano olarak değiştirdi.
(68) Bu sırada Pinokyo, Fuat öğretmenin adını
merak eder.
-Siz kimsiniz öğretmen?
-Benim adım da Fuat öğretmen.
-Sizin adınız da Fuatella olsun.
-Niye Fuatella olsun evladım. Türk ismi
dururken İtalyan İsmini ne yapayım? Neyse Rıfkı bu yaptığını ailene söyleyeceğim.
Sen iyice azıttın. Geçenlerde de bir yaşlıyı Nasrettin Hoca diye getirip bizi
kandırmaya çalışmıştın.
-Ama öğretmenim, insan dediğiniz etten,
kemikten olur. Bakın Pinokyo tahtadan yapılmış. Hadi Pinokyo, öğretmenimin
yanına git de kafana bir tıklatsın. Tahta olduğunu görürse belki bana da
inanmış olur.
-Bana bak Rıfkı! İkide bir tahtadan
olduğumu hatırlatmasan olmaz değil mi?
-Kızma Pinokyocuğum kızma!
(69) Pinokyo, Fuat öğretmenin yanına gitti. Tüm
öğrenciler ilgiyle ve merakla olacakları izlemeye başladı. Fuat öğretmen,
Pinokyo’nun kafasına, koluna ve bacağına dokundu. Onu havaya kaldırarak
ağırlığına baktı. Sonra işaret parmağıyla kafasına tıklattı. Fuat öğretmen:
-Evladım, sen gerçekten de tahtadanmışsın.
Ama nasıl olur bu? Yoksa sen robot musun, diye sordu. Pinokyo:
-Robot mu, o da ne, diye şaşırınca Rıfkı:
-Yaaaaa, ben size onun Pinokyo olduğunu
söylememiş miydim, dedi.
(70) Pinokyo’nun gerçekten de tahtadan yapılmış
olduğunu gören Fuat öğretmen, iyice şaşırdı.
-Hay Allah, bu durum nasıl açıklanır
bilmiyorum ama sen gerçekten de tahtadansın. Sen okula gidiyor musun Tahta
Kafa, şey yani evladım?
-Evet Fuatella öğretmen, ben üç yıldır birinci
sınıfa gidiyorum.
-Evladım ne diyorsun sen? Üç yıl üst üste
birinci sınıfa gidilir mi hiç?
-Gepetto Usta, okumayı daha iyi
pekiştirmemi istedi.
-Allah Allah, olur mu öyle şey ya? Neyse
şu tahtadaki cümleyi oku bakalım.
-Şe Şe Şev Şev Şevva Şevval ba bah bah
bahçe bahçe bahçede bahçedeki ke ke kedi ve kö kö köpe köpe köpeğ köpeğe et ve
ve ver verdi. Nasıl ama iyi okudum değil mi?
-Evladım üç yıldır birinci sınıfa
gidiyorsun ama maşallah ne kadar da hızlı okudun öyle! Hızına yetişemedim
doğrusu!
-Sağ olun Fuatella öğretmen. Dün Gepetto
babam da aynı şeyi söyledi. Maşallahın var, dedi.
-Fuatella değil, Fuat öğretmen diyeceksin.
Şimdi söyle bakalım. Eti kim vermiş?
-Fuat vermiş.
-Evladım okuduğun cümlede Fuat var mı?
Fuat benim adım.
-O zaman köpek vermiş.
-Kim deyince, insan adı söyleyeceksin
tamam mı? Bir daha soruyorum. Eti kim vermiş?
-Kedi vermiş.
-İnsan adı söyleyeceksin evladım.
-Öyleyse köpek vermiş.
-Evladım Rıfkı, dalga mı geçiyor bu
benimle? Bilerek mi böyle cevap veriyor?
-Valla öğretmenim, Pinokyo'nun durumu bu!
Dalga geçtiği falan yok.
-İnşallah öyledir Rıfkı! Söyle bakalım
çocuğum. Şevval kediye ne vermiş?
-Köpek vermiş.
-Evladım, Şevval kediye niçin köpek
versin?
-Durumum nasıl Fuatella öğretmen?
Sınıfınıza göre çok iyiyim değil mi?
-Oğlum şaka gibisin ya! İnşallah buradan
giderken “Sizi eğlendirdim, güldürdüm. Ücretimi alabilir miyim?” demezsin.
-Aaaa bana paramı vereceksiniz? Ayyy çok
mutlu oldum Fuatella öğretmen! Kaç lira vereceksiniz bana?
-Evladım, Allah üç yıldır seni okutan
öğretmenine sabır versin. Onunla tanışıp sabrından dolayı tebrik etmek
isterdim.
-Sağ olun Fuatella öğretmen.
Söylediklerinizi kendisine iletirim. Kesin çok mutlu olacaktır. Matematiğim de
iyidir. İsterseniz bir şeyler sorun.
-Evladım benim şekerim düştü, tansiyonum
da yükseldi. Daha fazla dayanamayacağım artık. Ayşe kızım, gel şuna bir şeyler
sor.
(71) Ayşe, tahtaya geldiğinde herkes onun
Pinokyo’ya ne soracağını ve Pinokyo'nun da sorulan soruyu doğru yapıp
yapamayacağını çok merak etti. Başta Fuat Öğretmen olmak üzere herkes, merakla
Ayşe'nin soru sormasını bekledi.
-Pinokyo, söyle bakalım iki, iki daha kaç
eder?
-İki, iki daha iki eder.
-Bak Pinokyo, sağ elimden iki, sol elimden
de iki parmak açtım. Say bakalım parmaklarımı kaç edecek?
-Bir iki, bir iki, iki eder.
-Kardeşim, ne bir ikisi! İkiden sonra üç
dört diye saysana.
-İkiden sonra saymayı bilmiyorum ki!
-Sayarsın sayarsın. Bak on parmağımı da
açtım. Şimdi birden başlayarak ona kadar say bakalım.
-Bir iki, bir iki, bir iki, bir iki, bir
iki.
-Dalga mı geçiyorsun sen beee? Bir iki,
bir iki de ne ya! Ay öğretmenim dayanamayacağım. Yerime geçmek istiyorum.
-Geç kızım geç. Rıfkı, al götür şunu.
Benim başımı belaya sokma. Bir daha da kimseyi benden habersiz getirme buraya.
-Nasılım Fuatella öğretmen? Seneye kesin
ikiye geçerim değil mi?
-Seneye mi? Evladım güldürme beni.
-Fuatella Öğretmen, isterseniz sizin
öğrenciniz olabilirim.
-Allah korusun evladım, kal kaldığın
yerde! Öğretmenin bu kadar emek vermiş sana. Emekleri boşa gitmesin! Senin gibi
bir öğrenciyi bir daha nereden bulur yoksa?
-Siz bilirsiniz! Sınıfımızın seviyesi
biraz yükselse, fena olmaz diye düşünmüştüm.
-Hadi Rıfkı hadi, acele et biraz!
(72) Ayağa kalkan Rıfkı, eline Pinokyo kitabını
da alarak Pinokyo’yla beraber kapıya doğru yöneldi. Tüm öğrenciler onları biraz
acıyarak, biraz da şaşkınlıkla izliyordu. Bu sırada Pinokyo arkasına döndü.
-Fuatella öğretmen, size hediye
getirecektim ama Rıfkı gerek yok, dedi. Kusura bakmayın artık!
-Hediye mi? Evladım, arkadaşının hediye
getirmesine niçin engel oldun? Kim bilir ne getirecekti? Söyle bakayım Pinokyo,
sizin orasının neyi meşhurdur?
-Birçok şeyi meşhur da ben sadece bir
tanesini biliyorum. Onu da Antonyo öğretmişti bana.
-Neymiş o hediye?
-Kırık kemik hediyesi. Bizim atölyede bana
verilen bir sürü kırık kemik hediyesi var.
-Evladım Rıfkı, çabuk götür şunu! Valla
dayanamayacağım artık. Sinir minir bırakmadı bende bu çocuk.
(73) Rıfkı, Pinokyo'yu tuvalete götürdü.
Onların tuvalete gittiğini gören Cabbar Efendi de peşlerinden gitti. Cabbar
Efendi'nin geldiğini gören Rıfkı, hemen kitabı açıp okumaya başladı ve
Pinokyo'yu evine götürmeye diledi.
(74) Tuvalete girdiğinde onları göremeyen
Cabbar Efendi “Allah Allah, acaba hayal mi gördüm ben? Çocuklar az önce
buradaydılar ama!” diyerek gözlerini oğuşturdu. Bu sırada moraran gözü
biraz acıdı. Kendi kendine “Bu gözüm niye morarmıştı acaba? Bir türlü
hatırlayamıyorum. Müdürün de gözü morarmıştı. Bize ne oldu acaba?” diye düşünüp
durdu.
(75) Akşam üstü Fuat öğretmen, tüm velilerin
cep telefonlarına kitap okuma yarışmasının ertesi gün sona ereceğini hatırlatan
mesajlar gönderdi. Öğrenciler, özellikle de iddialı olan öğrenciler; Ayşe Selda
ve Erdi akşam biraz daha geç yatarak yarışmaya hazırlandılar ve kitap okudular.
Rıfkı da büyük bir hırsla gece yarısına kadar kitap okudu. O en çok okuyanlar
arasında on üçüncü sıradaydı. Bu yüzden kazanma ihtimali yoktu. Kendi kendine
“Yirmi beş öğrenci arasında on üçüncü olmak da başarıdır. Belki bu gece çok
okursam on ikinci hatta on birinci bile olabilirim.” diye düşündü. Aslında
Rıfkı yarışmada daha da başarılı olabilirdi ama Pinokyo’yla ilgilendiği için
yarışmaya hazırlanmaya fazla vakit bulamamıştı.
(76) Ertesi gün Fuat öğretmen, okuma
yarışmasına ait listeleri tüm öğrencilerden topladı ve listelerdeki günlük
imzalara baktı. Velilerin imzalarında eksiklik olup olmadığını kontrol etti.
Sadece üç öğrencinin listelerinde imza eksikliği vardı. Zaten o öğrencilerin de
yarışmayı ciddiye almadıkları günlük okudukları sayfa sayılarından belliydi.
Günlük sadece on beş, yirmi sayfa okumuşlardı.
(77) Fuat öğretmen listeleri düzenledi. Okunan
sayfa sayılarını hesapladı. Acaba kimler dereceye girmişti? Öğrenciler
gözlerini öğretmenlerine dikmişler, büyük bir heyecan ve merakla sonucu
bekliyorlardı. Biraz sonra öğretmenleri eline bir tebeşir alarak yarışmada ilk
üçe girenleri tahtaya yazmaya başladı.
(78) Ayşe Yılmaz 2450 sayfa, Selda Ersöz 2330
sayfa, Erdi Kaya da 2280 sayfa kitap okuyarak dereceye girmişlerdi. Fuat
öğretmen, önce yarışmaya katılan tüm öğrencileri tebrik etti. Çünkü
öğrencilerin çoğu yarışmayı ciddiye alarak bir ayda okuyabilecekleri kitapları
bir haftada okumuşlardı. Sonra da yarışmada ilk üçe girenleri kutladı ve
emeklerinin boşa gitmeyeceğini söyledi. Öğrenciler başarılı olan
arkadaşları Ayşe, Selda ve Erdi’yi alkışlayarak tebrik ettiler.
(79) Ertesi gün sınıf annesi ve birkaç veli
hediyelerle sınıfa geldiler. Onlar da önce yarışmaya katılan tüm öğrencileri
tebrik ettiler. Sonra da ilk üçe giren öğrencileri kutladılar. Veliler Ayşe,
Selda ve Erdi’ye kaliteli ve güzel bisikletler hediye ettiler. Ayrıca birinci
olan Ayşe'ye pembe renkli bir öğrenci çantası, ikinci olan Selda'ya pembe güzel
bir kalemlik, üçüncü olan Erdi’ye de pastel ve kuru boya verdiler. Fuat
öğretmen, sınıf annesine ve velilere çok teşekkür etti. Aynı yarışmayı ikinci
dönem de düzenleyeceğini söyleyerek dereceye giremeyen öğrencileri teselli
etti.
(80) Rıfkı, 1570 sayfa okumuştu. On üçüncü
olmayı beklerken ancak on altıncı olabilmişti. Çok üzülmüştü. Çok rahat
geçebileceği arkadaşlarının bile gerisinde kalmıştı. “Şu Pinokyo’yla fazla
uğraşmasaydım dereceye bile giderdim belki. Tabi ki bir de Antonyo’nun gözümü
şişirmesi vardı. O mor gözle 1570 sayfayı yine de iyi okumuşum. Ah Antonyo ah,
senden bir türlü intikamımı alamadım!” diye kendi kendine konuştu.
(81) Akşam yemeğinde anne ve babasına
yarışmanın sonucundan bahsetti. Annesi “Boş şeylerle uğraşacağına okumaya
yoğunlaşsaydın, şimdi sen de dereceye girmiştin belki de!” diye kızdı. Rıfkı
onlara, ikinci dönem öğretmeninin okuma yarışmasını tekrar yapacağını söyledi.
Bu seferki yarışmaya çok iyi hazırlanacağını söyleyerek ailesine söz verdi.
Sonra da odasına giderek ödevlerini yaptı. Ödevlerini bitirmesine yakın aklına
Pinokyo’yu canlandıran Peri geldi. “Onun yanına gidip konuşursam, yapacağı
sihirle belki Pinokyo'yu bu kadar saf olmaktan kurtarabilir!” diye düşündü.
(82) Rıfkı, ödevlerini bitirdikten sonra
Pinokyo kitabını açtı ve Pinokyo'nun olduğu ama Antonyo’nun kesinlikle olmadığı
bir sayfayı açıp okumaya başladı. Biraz sonra da kendisini Pinokyo'nun yanında
buldu. Hafta sonuydu ve Pinokyo ödevlerini yapıyordu. Rıfkı’yı karşısında
görünce çok sevindi.
-Rıfkı, hoş geldin.
-Hoş bulduk Pinokyo. Ne yapıyorsun?
-Hafta sonu ödevlerini yapıyorum.
Arkadaşlarım dün öğretmeni çok kızdırdılar. Bunun üzerine öğretmen de ceza
olarak bize biraz fazla ödev verdi. Arkadaşlarım çok itiraz ettiler. “Bu kadar
ödev olur mu öğretmenim?” dediler ama öğretmen onları dinlemedi. Ama bence
ödevler fazla değil, normal.
-Normal mi geldi. Ne ödevleri verdi?
-Yetmiş sayfa kitap okuyacağız, on sayfa
toplama ve çıkarma işlemi yapacağız, bir de on beş sayfa yazma yapacağız.
-İyi de Pinokyo, senin yetmiş sayfa okuman
zor olmayacak mı?
-Evet biraz zor olacak. O yüzden bana
yardımcı olman lazım.
-Nasıl?
-Yetmiş sayfayı sen okursun, Gepetto Usta,
matematikleri yapar, arkadaşım Silviyo da on beş sayfa yazmayı yapar.
-Eeeee, sen ne yapacaksın?
-Ben de sizleri kontrol edeceğim.
-Hey Allah'ım ya, ben seni saf sanıyordum
ama bayağı uyanıkmış mısın Pinokyo! Neyse boş ver şimdi bunları. Seni Peri’nin
yanına götürmeye geldim.
-Peri annemin yanına mı? Oleeeeey, haydi
gidelim hemen!
-Ödevler ne olacak?
-Boş ver şimdi ödevleri. Öğretmenime
söylerim o yapar.
-Öğretmeninin verdiği ödevleri, yine
öğretmenine mi yaptıracaksın Pinokyo? Vay uyanık vay! Neyse hadi gidelim hemen.
(83) Antonyo’ya gözükmeden ve yaklaşık bir saat
yürüdükten sonra ormana vardılar. Ormanda Pinokyo'nun yapıldığı meşe ağacını
buldular. Etraflarına bakındıktan sonra “Peri Anne, Peri Anne neredesin?” diye
seslendiler. Yaklaşık iki metre yukarıdan Peri Anne onlara seslendi.
-Pinokyoooo, güzelim sen mi geldin?
-Evet Peri Anne benim.
-Yanındaki kim?
-O da arkadaşım Rifkano.
-Merhaba Rifkano, sizi buralara getiren
nedir acaba?
-Sizinle konuşmam lazım ama Pinokyo'nun
yanında olmaz.
-Pinokyo, sen şu ilerdeki ağacın dibini
kemiren kunduzları seyretmeye git. Biz çağırmadan da sakın gelme. Tamam mı?
-Peki Peri Anne, siz çağırmadan gelmem.
Sesimi de çıkarmam.
-Aferin sana Pinokyo.
(84) Pinokyo, yaklaşık elli metre ilerideki
ağacın yanına kadar gitti. Kunduzlar, ağacın dibinin kemiriyorlardı. Pinokyo,
kunduzları daha yakından seyretmek için onların yanına kadar gitti. Bu sırada
Pinokyo’yla Peri Anne konuşmaya başlamışlardı.
-Peri Anne, bu Pinokyo çok ama çok saf.
Pinokyo'yu bu saflıktan kurtaracak bir sihrin yok mu acaba?
-Rifkano, Pinokyo'nun saflığı meşe
ağacından yapılmasından kaynaklanıyor. Gepetto Usta aslında onu yanlış ağaçtan
yaptı. Pinokyo’yu şu ilerdeki kayın ağacından yapsaydı iyi olurdu. Ne saf, ne
de aptal olurdu.
-İyi de sen de Pinokyo’yu canlandırmışsın.
Sen onun meşeden olduğunu bilmiyor muydun?
-Biliyordum ama ne yapayım? Gepetto Usta,
benim eski dostumdur. Sık sık ağaç kesmeye geldiğinde sohbet ederiz. Gelirken
de benim için yanında keçi peyniri, taze süt, yoğurt, meyve falan getirir.
Benden yaptığı kuklayı canlandırmamı isteyince onu kıramadım işte. Meşeden
yapılan kukla saf olur, diyemedim ona.
-Aferin sana Peri Anne! Biraz peynire,
süte, yoğurda ve meyveye bu çocuğun böyle saftirik bir şey olmasına göz
yummuşsun. Ne diyeyim sana? Bak, sana nasıl da “Anne.” diyor. Hiç mi için cız
etmiyor senin?
-Doğru diyorsun, ne diyeyim? Olan oldu
işte, yapacak bir şey yok. Belki insan olursa, zaman içinde saflıktan da
kurtulabilir.
-Yani saflıktan kurtulacağının garantisi
yok öyle mi?
-Maalesef ki öyle!
-Madem Pinokyo’ya bir faydan yok, belki
bana olur Peri Anne. Antonyo, denen serseri bir çocuk var. Bana devamlı
sataşıyor. Bir şeyler yapabilir misin?
-Aman gözünü seveyim Rifkano, o çocuktan
beni uzak tut! Geçen ay Pinokyo almış getirmiş buraya. Bana bir sürü laf
söyledi. Bir ara dibime kadar geldi. Bir yumrukla sol gözümü şişirdi. Gözüm üç
hafta da ancak iyileşti.
-Sen Perisin ya! Ne vurması, ne morarması?
Dalga mı geçiyorsun benimle?
-İstersen Pinokyo’ya sor!
(85) Pinokyo’ya doğru baktıklarında Rıfkı
birden bağırdı: “Aaaaa, Pinokyo’nun ayağını bir kunduz kemiriyor. Peri anne şuna
baksana, sesini bile çıkarmıyor. Saf saf öylece bize bakıyor.
-“Siz çağırmadan gelmem, sesimi bile çıkarmam.”
dedi ya, saf işte! Kunduz ayağını koparacak yine de sesini çıkarmıyor saf çocuk.
(86) Peri ve Rıfkı, Pinokyo'nun yanına gittiler
ve onu kunduzdan kurtardılar. Bacağı çok incelmişti ve kopmak üzereydi. Peri,
Pinokyo’ya neden kendilerinden yardım istemediğini sordu.
-Pinokyo bizden niye yardım istemedin?
-Sizi rahatsız etmek, o güzel sohbetinizi
bölmek istemedim Peri Anne.
-İyi de Pinokyo, sol bacağın kunduzun
kemirmesinden dolayı çok incelmiş. Her an kopabilir!
-Ama siz, ben çağırmadan sakın gelme
dediniz ya! Ben de öyle yaptım.
(87) Rıfkı “Anlaşıldı Pinokyo, hadi gidelim.
Geç oldu artık.” dedi ve oradan ayrıldılar. Yaklaşık beş dakika yürüdükten
sonra Pinokyo'nun ayağı koptu. Rıfkı, onu sırtına aldı ve bir saat kadar
sırtında taşıdı. Pinokyo’yu evine bıraktığında oldukça yorulmuş ve çok
terlemişti. Rıfkı çok beklemeden tılsımlı yüzüğünün yardımıyla hemen odasına geri
döndü.
(88) Ertesi gün sınıfta Fuat öğretmen, bir
okuma yarışması yaptı. Öğrencileri teker teker masasına çağırarak, bir dakikada
kaç sözcük okuduklarını ölçtü ve okudukları sözcük sayılarını bir listeye yazdı.
Sonuçlardan memnun olmuştu. Çünkü her öğrencinin okuma hızı beş ile yirmi
kelime arasında artmıştı. Okuma yarışması işe yaramıştı ve Fuat öğretmen
planladığı hedefe ulaşmıştı. Öğrencilerini tebrik etti ve sonraki derste ödül
olarak onlara, okul bahçesinde yakan top oyunu oynattı. Rıfkı bahçede oyun
oynarken bir taraftan da Pinokyo’yu düşünüyordu. Aklına Gepetto Usta geldi. Son
bir kez de onunla konuşmaya karar verdi.
(89) Rıfkı, akşamleyin ödevlerini yaptıktan
sonra, kitaptan Gepetto Usta’nın olduğu sayfayı okudu. Biraz sonra kendini
Gepetto Usta’nın yanında buldu. Gepetto Usta, atölyede çalışıyordu. Rıfkı’yı
gören Gepetto Usta, gözleri iyi göremediği için Rıfkı’yı Pinokyo sandı.
-Gel Pinokyo, günün nasıl geçti? Anlat
bakalım.
-Gepetto Usta, ben Pinokyo değilim. Onun
arkadaşı Rıfkı’yım.
-Yanıma gel evladım. Uzaktan iyi
seçemiyorum.
-Geldim Usta.
-Demek Pinokyo’nun arkadaşısın. Adın biraz
garip geldi bana. Buralı değilsin herhalde! Rıfkı adı buralar için pek uygun
değil. Senin adını ……
-Tamam Gepetto Usta tamam. Adım hazır
zaten. Bana boş yere ad aramayın. Rifkano dersiniz.
-Bravo evladım, güzel bir ad seçmişsin.
-Ben seçmedim, bu adı bana Pinokyo koydu.
Yalnız anlamadığım bir şey var. Şimdi siz İstanbul’a gelseniz, isiminiz oraya
uygun değil diye adınızı değiştirir misiniz?
-Yok evladım ad, addır. Oraya gidince öyle,
buraya gelince böyle olsun diye bir şey olmaz.
-Eeeee, o zaman benim adımla niye uğraşıyorsunuz?
-Rıfkı’yı söylemek biraz zor gibi. O
yüzden yani.
-Rıfkı’yı söylemek zor ama Rifkano’yu söylemek
kolay öyle mi?
-Kızma evladım! Sen meraklı olmadıktan sonra
kimse adını zorla değiştiremez ki!
-Şuraya bak, suçlu ben oldum yine, töbe töbe!
Her neyse ben sizinle Pinokyo hakkında konuşmak için gelmiştim.
-Ne olmuş Pinokyo’ya? Yoksa, başına kötü
bir şey mi geldi?
-Başına siz gelmişsiniz ya, daha ne olsun?
-Evladım şifreli konuşmasana. Yaşlıyım söylediklerini
anlayamıyorum.
-Dün Peri’nin yanındaydım. “Acaba Pinokyo’yu
saflıktan kurtarabilir mi?” diye yanına gitmiştim. Bana eğer Pinokyo meşe ağacından
değil de kayın ağacından yapılsaydı, bu kadar saf olmazdı, dedi.
-Ciddi misin? Hay Allah ya! Ben kuklalarımı
hep meşeden yaparım. Şimdiye kadar da belki elli kuklamı Peri’ye rica edip
canlandırtmıştım.
-Bak bunu ilk kez duyuyorum. Eeeee, nerede
şimdi bu kuklalar?
-Valla canlanan kuklalar, hep ortadan kayboldular.
Elimde sadece Pinokyo kaldı.
-Saflıklarından kaybolmuşlardır ya da birileri
alıp kaçırmıştır onları.
-Ama maşallah, Pinokyo üç yıldır benimle! Canım
evladım benim.
-Bu saflıkla yakında onu da birileri kaçırıp
sobasında odun diye yakar. Merak etme.
-Yok canım, diyeceğim ama meşe de sobada
ne iyi yanar ha! Odayı çok iyi ısıtır. Meşe yakılan sobada ne güzel kestane yapılır
ama. Hımmmmm.
-Saçmalama Gepetto Usta! Ne meşesi, ne kestanesi?
-Hay Allah, yaşlılık işte! Kaptırmışım kendimi.
Peki evladım, sen ne istiyorsun benden? Buraya kadar niye geldin?
-Diyorum ki Pinokyo'nun kolunu, bacağını, başını,
vücudunu yani her tarafını kayın ağacından tekrar yapsanız, nasıl olur acaba?
-Olur ama asıl sorun kafasının değiştirilmesinde.
Kafası değiştiği an Pinokyo, Pinokyo olmaktan çıkar ve başka biri olur. Bu
yüzden vücudunun diğer parçalarının değiştirilmesinin bir önemi yok.
-Yani yapacak bir şey yok diyorsunuz.
-Maalesef Rifkano maalesef! Onu da böyle kabul
edeceğiz, ne yapalım?
-Neyse ben elimden geleni yaptım. Madem yapacak
bir şey yok, size kolay gelsin o zaman. Aynı zamanda da Allah sabırlar versin
size.
-Sağ ol evladım, Bekleseydin, Pinokyo arkadaşlarıyla
beraberdi. Biraz sonra gelirler.
-Arkadaşlarından birinin adı Antonyo mu?
-Evet Antonyo’yu tanıyor musun? İyi çocuktur.
Pinokyo’ya devamlı hediyeler verir.
-Hediye dediklerin, şu köşede duran kırık kollar
ve bacaklar mı oluyor?
-Evet ne kadar çok hediye vermiş, değil
mi?
(90) Tam bu sırada kapı açıldı. Pinokyo,
Antonyo ve serseri arkadaşları içeriye girdiler. Pinokyo'nun bir kolu kırıktı.
Yani Pinokyo’ya bir hediye daha vermişlerdi. Rıfkı’yı gören Antonyo, onu
yakalamak için birden ona doğru koştu. Ama Rıfkı kıl payı elinden kurtularak odasına
geri döndü. Artık Pinokyo’ya hiçbir faydası olmayacağını anlayan Rıfkı, bir
daha onun yanına hiç gitmedi. Başarısını arttırmak için derslerine daha fazla
çalıştı ve ikinci dönem yapılacak olan okuma yarışması için daha fazla kitap
okumaya başladı.
- SON –
Beğendiyseniz yorum yapmayı ve paylaşmayı unutmayın. :)
0 Yorumlar