İlkokul Hikaye Yazma Etkinlikleri
Kitap Adı: Kitap Gezgini Rıfkı
ÖN BİLGİ
Rıfkı, kimsenin bilmediği hatta annesinin, babasının ve kardeşi Pınar'ın bile bilmediği bir şeye sahipti. Bu şey, tılsımlı bir yüzüktü. Geçen seneki yaz tatilinin bir kısmını, köydeki dedesinin yanında geçirmişti. Bu yüzüğü de samanlıkta oynarken bulmuştu. Onu parmağına taktığında büyük gelen yüzük, bir anda daralarak kendini Rıfkı’nın parmak ölçülerine göre ayarlamıştı. Ayrıca bu yüzüğü ondan başka kimse göremiyordu. Yüzüğün en büyük özelliği onu, kitapların içine sokabilmesi ve hikâyelerdeki karakterlerle konuşmasını sağlayabilmesiydi. Bu karakterler insan, hayvan, bitki ya da böcek bile olabilirdi. Rıfkı, ayrıca bu tılsımlı yüzük sayesinde kendisiyle beraber kitaplara girip çıkanlara yaşadıkları her şeyi unutturabiliyordu. Böylece yüzüğünün deşifre olmasını da önlemiş oluyordu.
Pamuk Prenses Rıfkı’yla Evlenecek mi?
(1) Henüz bebekken annesini kaybeden Pamuk
Prenses, Kral babasıyla sarayda mutlu bir hayat sürüyordu. Kral babası ona gözü
gibi bakıyor, üzerine tir tir titriyordu. Kızıyla ilgilenmek için uzun yıllar
evlenmeyen Kral “Kızım Pamuk Prenses büyüdü ve genç bir kız oldu. Yakında
evlenirse ben koca sarayda tek başıma kalacağım.” diye düşündü ve evlenmeye
karar verdi. Bu fikrini açıklayınca Pamuk Prenses, buna karşı çıkmak istedi.
Ama babasının niyetinin kesin olduğunu görünce bir şey diyemedi. Sustu ve üvey
annesinin iyi biri olması için dua etti.
(2) Kral, büyük ve görkemli bir törenle
evlendi. Üvey annesi, artık bir kraliçe olmuştu. İlk zamanlar Kraliçe, Pamuk
Prenses’e karşı çok iyi davranıyordu. Fakat zamanla Pamuk Prenses’in
güzelliğini içten içe kıskanmaya başladı. Kraliçenin büyük bir sihirli aynası
vardı. Zaman zaman onun karşısına geçer ve “Ayna, ayna, güzel ayna var mı benden
daha güzeli bu dünyada?” diye sorardı. Sihirli ayna
da Kraliçe’ye her zaman “Dünyada sizden daha güzeli yok Kraliçem.” derdi.
(3) Bir gün Kral öldü. Ülkeyi Kraliçe tek
başına yönetmeye başladı. Bir gün yine sihirli aynaya “Ayna, ayna, güzel ayna
var mı benden daha güzeli bu dünyada?” diye sorduğunda aynadan bu sefer farklı
bir cevap gelmişti. Sihirli ayna, Kraliçe’ye “Var Kraliçem. Artık sizden daha
güzel biri var.” dedi.
(4) “Artık sizden daha güzeli var.” lafını
duyan Kraliçe çılgına döndü. “Kimmiş o benden daha güzel olan? Onu hemen
bana göster.” dedi. Aynada Pamuk Prenses’in görüntüsünü gören Kraliçe, iyice
öfkelendi. “Demek benden daha güzel olan sensin ha! Gösteririm ben sana.”
diyerek Pamuk Prens’ten kurtulmaya karar verdi.
(5) Kraliçe, celladı yanına çağırarak Pamuk
Prenses’i öldürmesini emretti. Ertesi gün Cellat, Pamuk Prenses’i gezdirme
bahanesiyle saraydan çıkardı ve ormana götürdü. Ormana geldiklerinde celladın
iyi niyetli olmadığını ve kendisine zarar vereceğini anlayan Pamuk Prenses
“Lütfen beni öldürme cellat!” diye ona yalvardı. Cellat da zaten istese de ona
kıyamayacağını söyledi. Sonra da Pamuk Prenses’e “Kaç kurtul buralardan ve
sakın kimseye prenses olduğunu söyleme! Sonra Kraliçe’ye senin yaşadığını haber
verirler. İşte o zaman kötü kalpli Kraliçe, yine peşine düşer.” dedi.
(6) Pamuk Prenses, uzaklara, çok uzaklara
kaçtı. Kaçtığı yerde bir ev gördü. Evin kapısını tıklattı. Ama kapıyı açan
olmadı. Bunun üzerine Pamuk Prenses eve girdi. Ev çok dağınıktı. Ortadaki
masada yemek yenilmiş ama sofra toplanmamıştı. Mutfak tezgahında dağ gibi
bulaşıklar, az ötede de yedi tane dağınık yatak vardı. Evin halini gören Pamuk
Prenses “Eyvah, ben nasıl bir yere düştüm! Burayı temizlemek günler, belki de
haftalar sürer.” diye düşündü. Karnı çok aç olan Pamuk Prenses biraz ekmek,
peynir ve zeytin yedikten sonra yorgunluğa daha fazla dayanamadı. Pis ve
dağınık olmasına aldırmadan bir yatağa yattı ve uyudu.
(7) Akşama doğru evin kapısı açıldı. İçeriye üstü
başı pislik içinde yedi tane cüce girdi. Madende çalışmaktan gelen bu cüceler
çok açlardı. Yemeklerini yemek için çok sabırsızlanıyorlardı. Cücelerden biri,
yatağındaki Pamuk Prenses’i görünce hemen arkadaşlarına haber verdi. Herkes
yatağın etrafında toplandı. Dünya güzeli Pamuk Prenses’e hayranlıkla ve merakla
baktılar.”
(8) Daha önce bu masalı birkaç kez okumuş olan
Rıfkı, annesinin getirdiği meyve suyundan yudumladı ve nefis kurabiyelerinden
yedi. Sonra da yatağında yatan kardeşi Pınar’ın uyuyup uyumadığına baktı.
Pınar’ın gayet canlı ve uyumaya niyetli olmadığını gören Rıfkı ona kızdı.
-Kızım uyusana! Sabaha kadar sana masal mı
okuyacağım ben?
-Yok ya bana ne! Ben uyuyunca sen de
masalın içine girip Pamuk Prenses’le tanışacaksın değil mi?
-Aslında şu kötü kalpli Kraliçe’ye haddini
bildirmek isterdim. İnsan bu kadar bencil, bu kadar kibirli olur mu hiç? Sen
kaç yaşında kadınsın, gencecik Pamuk Prenses’in güzelliğini niye kıskanıyorsun
ki? O senin yaşıtın değil ki!
-Hadi abi, gidip şu kötü kadına ne
yapacaksak yapalım! Sen onun saçını başını yolarken ben de sihirli aynasını
kırayım mı? Ha, ne dersin?
-Ne diyorsun kızım sen? Kadın, koca
Kraliçe! Nasıl saçını başını yolacaksın? Askerlerine söylese bizi anında
zindana atarlar.
-Zindana mı atarlar? Ay zindanı çok merak ettim
abi. Hadi hemen gidelim.
-Nesini merak ettin? Kırbaçlanmasını
mı?
-Kırbaçlanmak mı? Güzel bir şey mi bari?
Kalabalık olmadan, kimse fark etmeden gidip hemen kırbaçlanalım abi. Hadi, ne
olur!
-Kızım sen kırbaçlanmayı ne sanıyorsun?
Dondurma çeşidi falan mı? Yat uyu artık, töbe töbe!
-Öf abi ya, hep böyle yapıyorsun ama! Bir
kırbaçlanmayı bile çok görüyorsun bana.
-Hey Allahım ya, Uyu artık uyuuuuu!
(9) Rıfkı’nın bağırmasını duyan Sevinç hanım, koşarak
yanlarına geldi. Pınar’ın hala uyumadığı gibi bir de abisiyle konuştuğunu
görünce sinirlendi. Rıfkı’ya:
-Ne oluyor Rıfkı? Niye kardeşine
bağırıyorsun, diye kızdı. Rıfkı da:
-Kızın kırbaçlanmak istiyormuş anne. Ha ha
ha … diye güldü. Rıfkı’nın verdiği cevaba şaşıran annesi:
-O da ne demek? Ne kırbaçlanması, diye
sordu. Rıfkı da:
-Pamuk Prenses’i okuduktan sonra zindandan
bahsettim. Zindanı lunapark, kırbacı da dondurma çeşidi falan sandı herhalde.
Israrla onlardan istiyor, diye konuştu. Sevinç hanım:
-Ah be kızım, iyi şeyler değil onlar!
Zindan, hapishane oluyor. Kırbaçla da insanı dövüyorlar, diye Pınar’a zindanın
ve kırbacın kötü şeyler olduğunu açıklamaya çalıştı. Bunun üzerine Pınar:
-Ayyy ne kötü şeylermiş. İstemem artık
onları, diyerek tepki gösterdi. Sevinç hanım, Rıfkı’ya doğru dönerek:
-Rıfkı, kardeşine bunları güzelce açıklasaydın
ya! Bak ne olduklarını anlatınca onların iyi şeyler olmadıklarını anladı hemen,
dedi.
(10) Kabak yine Rıfkı’nın başına patlamış,
kardeşi Pınar yüzünden yine o azar işitmişti. Ama Rıfkı, Pınar’ın henüz çok
küçük ve idare edilmesi gereken bir yaşta olduğunu bildiği için tüm bunları anlayışla
karşılıyordu ve kafasına takmıyordu. Kardeşi dünya tatlısıydı ve oldukça da
meraklıydı. Çok küçük olduğu için de her şeyi merak etmesi gayet normaldi.
(11) Pınar’ı canı kadar seviyordu. Meraklı,
şaşkın ve ısrarcı hallerine alışmıştı. Hele hele zindan gibi ilk defa duyduğu
sözcükleri lunapark, çocuk parkı ya da alışveriş merkezi, kırbaç gibi
sözcükleri de dondurma, çikolata, kek, pasta gibi şeyler sanmasına ve onlara
sahip olmak için ısrar etmesine hem kızıyor hem de o saf hallerini çok sevimli
buluyordu.
(12) Fakat Pınar’ın bu meraklı ve saf hali içine
girdikleri hikayelerde hem Rıfkı’nın hem de bazen gizlice peşine takılan Pınar’ın
başına iş açabilirdi. Gerçi parmağındaki tılsımlı yüzük onları tüm
tehlikelerden koruyabilirdi ama ya tılsımlı yüzüğün başına bir şey gelecek
olursa? İşte o zaman ne yaparlardı? Belki de bir hikayenin içinde sonsuza kadar
sıkışıp kalabilirlerdi. Belki de bir masaldaki ya da hikayedeki kötü bir karakter
onlara zarar verebilirdi. Bu yüzden kitaplara yalnız yolculuk yapmalı ve kız
kardeşinin kendisini takip etmesine kesinlikle izin vermemeliydi.
(13) Ama Pınar da acayip bir kızdı. Ne yapıp
edip küçücük vücuduyla her yere rahatça saklanabiliyordu. Rıfkı, ne zaman bir masalın
ya da hikayenin içine girecek olsa, onu da bir anda yanında buluyordu. Halbuki
Rıfkı, kitapların içine girmeden önce odanın her yerine bakıyordu. Acayip bir
kızdı işte! Bir şekilde kendini saklayıp, abisinin peşinden o da kitapların
içine giriyordu.
(14) Bu düşüncelerle odasına giden Rıfkı,
ödevlerini son bir kez kontrol etti. Sabah kalktığında uğraşmamak için ders
programına uygun olarak çantasını hazırladı. Sonra da “Acaba kötü kalpli
Kraliçe’yle konuşsam, Pamuk Prenses’le uğraşmaktan vazgeçirebilir miyim?” diye
düşündü. Sonunda onun yanına gitmeye ve şansını denemeye karar verdi. Kitabın
ilk sayfalarını açarak kötü kalpli Kraliçe’nin aynası ile konuştuğu yeri okumaya
başladı.
(15) Rıfkı, tılsımlı yüzüğünün yardımıyla kendini
bir anda masalın içinde buldu. Kraliçe sihirli aynanın karşısına geçmiş onunla
konuşuyordu. Yine her zamanki kendini beğenmiş, kibirli haliyle “Ayna ayna,
güzel ayna, söyle benden daha güzeli var mı bu dünyada?” diye aynaya sordu.
Ayna da her zamanki gibi “Dünyada sizden daha güzeli yok Kraliçe’m.” diye
karşılık verdi.
(16) Tam bu esnada ayna, Rıfkı’nın orada
olduğunu fark etti. Fark edildiğini anlayan Rıfkı, tam konuşacakken arkasından
birinin kendisini dürttüğünü hissetti. Arkasına dönüp baktığında kendisine
sırıtarak bakan kardeşi Pınar’ı gördü. Ona “Kız senin ne işin var burada. Ben
sana, beni takip etme demedim mi?” diye fısıldadı. Üstündeki pijamalarla gelen
Pınar “Senin yüzünden üstüme güzel bir şeyler giyemedim. Pamuk ablaya rezil
olmam inşallah!” diye tatlı tatlı söylendi ve abisine bakarak sırıtmasına devam
etti.
-Kızım sen başımın belası mısın? Niye
rahat bırakmıyorsun beni?
-Anlamıştım zaten buraya geleceğini. Bu
yüzden annem yanımdayken uyumuş gibi yaptım, Annem odadan çıkınca da senin yanına
koşarak geldim.
-Of Pınar oooof!
(17) Aynaya bakarak “Ne kadar güzelim, ne kadar
şahaneyim!” diyen ve aynadaki görüntüsüne hayran hayran bakan Kraliçe, hala çocukların
orada olduğunu fark etmemişti. Çocukların orada olduğunu fark eden sadece
sihirli aynaydı. Sihirli ayna, hemen Kraliçe’yi uyardı.
-Kraliçem dikkatli olun! Odada yabancılar
var. Ayrıca küçük kızın bana zarar vereceğini hissediyorum.
(18) Arkasına döndüğünde Rıfkı ile Pınar'ı fark
eden Kraliçe çılgına döndü.
-Kimsiniz siz? Buraya kadar nasıl
geldiniz?
-Sakin olun Kraliçe’m, bizden size bir
zarar gelmez! Ben Rıfkı, bu da kardeşim Pınar. Sizinle sadece konuşmaya geldik.
-Demek güzelliğimden siz de etkilendiniz.
O yüzden beni görmeye geldiniz öyle mi?
(19) Kibirli, kendini beğenmiş ve sürekli
kendini öven Kraliçe’nin bu halini gören Pınar, çocuk haliyle ona haddini
bildirmek istedi.
-Pamuk Prenses senden daha güzel bir kere.
Böööööö..!
-Bana bak bacaksız, terbiyeni takın! Yoksa
seni aslanlara yediririm.
(20) Bu sırada Pınar, yerde birkaç tane taş
gördü. İçinden “Pis Kraliçe ne olacak! odasını bile temizlemiyor. Bu
taşların ne işi var burada?” deyip kimseye fark ettirmeden eğilip yerdeki
taşları aldı. Niyeti sihirli aynayı kırmaktı. Bunun için uygun bir zamanın
gelmesini bekledi. Bu sırada Rıfkı, Kraliçe’yle konuşmasına devam ediyordu.
-Kraliçem, aslanı falan karıştırmayın
şimdi. Size bir şeyler söyleyip gideceğiz hemen.
-Derdiniz nedir, niye geldiniz buraya? Hemen
söyleyin ve sonra da defolup gidin buradan! Yoksa sizin için hiç de iyi
olmayacak.
-Şu zavallı kızla uğraşmaktan vazgeçin
diyecektim size.
-Kimmiş o kız?
-Pamuk Prenses’ten bahsediyorum. Zavallı
hem annesiz hem babasız. Hem öksüz hem de yetim. Yazık değil mi? Niye sürekli
uğraşıyorsunuz onunla?
-Seni terbiyesiz, seni bacaksız bücür seni!
Sen kimsin ki bir kraliçeye akıl veriyorsun?
-Akıl vermiyorum size Kraliçe’m. Yanlış
anlamayın söylediklerimi. Üvey de olsanız güzel bir annelik yapsanıza şu kıza.
Zaten yakında bir presle evlenip gider buralardan.
-Bak hala konuşuyor ya! Hem sen nereden
tanıyorsun Pamuk Prenses'i? Yoksa prenses benden habersiz dışarıya çıkıp
yabancılarla mı görüşüyor?
-Pamuk Prenses herkesin çok iyi tanıdığı,
dünyaca ünlü bir masal kahramanıdır Kraliçe’m. Masalını defalarca okudum ve
dinledim. Onu masal kitaplarından tanıyorum sadece.
-Neeee, hem güzel hem de çok mu ünlü bu
kız? Ay bu kadarına dayanamam artık! Hem güzelmiş hem de ünlüymüş.
Nöbetçileeeeeer yakalayın şu bacaksızları.
(22) Beklediği uygun anın geldiğini gören
Pınar, “Pis teyze ne olacak! Senin aynanı kırayım da gör. Bakalım o zaman Pamuk
ablanın yerini nasıl bulacaksın?” dedi ve taşları peş peşe sihirli aynaya
atmaya başladı ama hiçbirini isabet ettiremedi. Bu sırada nöbetçiler, içeriye
girdiler. Kraliçe onlara, çocukları hemen yakalamalarını emretti. Bunun üzerine
Rıfkı, kardeşi Pınar'ın elinden tuttu ve odasına geri dönmeyi diledi. Nöbetçi
askerler, tam onları yakalayacakken tılsımlı yüzük sayesinde Rıfkı ve Pınar
odalarına geri döndüler. Rıfkı, kardeşine hem kendisini takip ettiği için hem de
sihirli aynayı kırmaya çalıştığı için çok kızdı.
-Senin yüzünden Kraliçe’yi ikna etmeyi
beceremedim. Kraliçeye niye “Annem senden daha güzel.” dedin! Kadın senin
yüzünden bana tavır aldı ve dediklerimi dinlemedi bile. Bir daha sakın peşimden
gelme, karışmam valla!
-Bana ne, geleceğim işte!
-Kızım anlamıyor musun? Gelmen tehlikeli
olabilir. Ya nöbetçilere yakalansaydık? Ne yapacaktık o zaman?
-Bir şey olmaz, bir şey olmaz!
(23) Bu sırada sesleri duyup odaya gelen
anneleri, Pınar’ı abisinin odasında görünce çok şaşırdı. “Kızım ben seni
uyutmadım mı? Senin ne işin var burada?” diye ona kızdı ve Pınar’ı tekrar
odasına götürdü.
(24) Dişlerini fırçalayan Rıfkı da yatağına
yattı. Tam uyumak üzereydi ki odasının kapısının açıldığını hissetti. Gözlerini
hafifçe aralayıp baktığında, Pınar’ın yavaşça kendisine doğru geldiğini gördü.
Pınar, biraz sonra abisinin kulağına eğilerek ona bir şeyler söylemeye başladı.
-Sakın benden habersiz Pamuk Prenses'in
yanına gitme tamam mı abi? Pamuk Prenses'in nasıl biri olduğunu çok merak
ediyorum.
-Kızım Git yat ya, tövbe tövbe!
-Benden habersiz gitmek yok, tamam mı?
-He he.
-He he deme, güzel söyle! Giderken bana da
haber vereceksin tamam mı?
-Tamam tamam, git yat hadi!
(25) Pınar, yatak odasının ışıklarının
yandığını görünce annesinin geldiğini sanarak hemen odasına doğru koştu. Kapı
açıldığında dışarı çıkan annesi değil, babasıydı ve tuvalete gidiyordu.
Fuat öğretmen, öğrencilerine her hafta düzenli
olarak hikaye yazma çalışmaları yaptırıyordu. Öğrencilerine anahtar kelimeler
veriyordu. Onlar da bu anahtar kelimeleri kullanarak kısa hikayeler
yazıyorlardı.
(26) Ertesi gün Türkçe dersinde yine hikaye
yazma çalışmaları yapılacaktı. Öğrencilerine içinde “ilkbahar, yağmur, kedi,
kız, kaçmak, ayna, baba” anahtar kelimelerinin geçtiği kısa hikayeler
yazmalarını istedi. Yazarken yazım kurallarına ve noktalama işaretlerine
uymalarını söyledi.
(27) İki ders sürecek olan bu çalışmanın ilk
dersinde, hikayeler yazılacak ikinci dersinde de yazılanlar okunacaktı. İlk ders
öğrencilerin çoğu istekli bir şekilde, birkaç tembel öğrenci de isteksizce
yazdılar. Öğrencilerin çoğu, ders bitmeden hikayelerini erkenden bitirdi.
Fuat öğretmen, diğer öğrenciler etkilenip
benzer şeyler yazmasınlar diye onlara hikayelerini erkenden okutmadı.
(28) İkinci ders öğrencilerin çoğu hikayelerini
okudular. İçlerinde özellikle Ayşe, Selda, Zeki ve Erdi hikaye yazma konusunda
oldukça yetenekliydiler. Rıfkı da yetenekliydi ama bazen konu dışına çıkarak
garip şeyler yazıyor ve Fuat öğretmeni kızdırıyordu. Bu derste de okuma sırası
Rıfkı’ya geldiğinde yazı tahtasına çıkıp yazdığı hikayeyi okumaya başladı.
“Bir ilkbahar
günüydü ve yağmur çiseleyerek yağıyordu. On beş yaşlarında bir kız çocuğu,
şemsiyesi ve yağmurluğu olmadığı için hızlı adımlarla yürüyemeye çalışıyordu.
Kız biraz sonra önündeki bir adama “Kral babam, kral babam dur, beni bekle.”
diye sesledi. Adam arkasına dönüp baktığında kendisine seslenenin kızı Pamuk
Prenses olduğunu gördü. Ona “Pamuk’um, Pamuk Prenses'im. Islanacaksın biraz acele
et!” dedi. Pamuk Prenses, babasının yanına gelince ona sarıldı. Sonra da
ıslanmamak için hemen şemsiyesinin altına girdi ve beraber sohbet ederek
evlerine doğru yürüdüler.
Eve vardıklarında üvey annesi olan Kraliçe,
televizyon seyrediyordu. Ne bulaşıkları yıkamıştı ne de yemek yapmıştı. Kral,
bu duruma çok sinirlendi ve Kraliçe’ye “Sen ne biçim kadınsın. Sabah, akşam
televizyon seyrediyorsun. İnsan biraz ev işi yapmaz mı? Kocasını, kızını
düşünmez mi?” diye kızdı. Daha sonra da mutfağa giderek Pamuk Prenses’in
yemesi için bir şeyler hazırladı. Kralın da yapmayı becerdiği tek şey sahanda
yumurta yapmaktı. Sahanda yumurtayı yaptıktan sonra sofraya peynir, zeytin ve
domates de koydu. Onlar kahvaltılarını yapıp, sıcak çayla içlerini
ısıtırken Kraliçe, odasına geçip aynasıyla konuşmaya başladı. Aynaya “Ayna
ayna, güzel ayna benden güzeli var mı bu dünyada.” diye sordu.
Ayna da ona her
zamanki gibi “Yok kraliçem.” dedi.
Kraliçe ve ayna, kendi aralarında
konuşurlarken Pamuk Prenses babasına “Kral babam, üvey annem niye böyle? Niye
sürekli aynayla konuşuyor? Niye hep ona kendinden daha güzeli olup olmadığını
soruyor? Rahatsız mı acaba?” diye merakla sordu. Tam bu sırada evin kedisi
Sakar, koltuktan masaya doğru atlarken aynaya çarptı. Çarpmanın etkisiyle ayna
yere düşüp kırıldı. Aynanın kırılmasına çok üzülen Kraliçe’nin bir ağlamadığı
kaldı. Büyük bir kızgınlıkla kediyi kovaladı. Kral Baba, hemen karısına
müdahale etti ve onu sakinleştirdi. Pamuk Prenses de elindeki süpürgeyle
kırılmış olan ayna parçalarını süpürdü ve çöpe attı.
Bu olaydan sonra Kraliçe, eviyle daha fazla
ilgilenmeye başladı. Yemek yapmayı ve ev temizliğini bir daha hiç aksatmadı.
Kral da Pamuk Prenses de bu durumdan çok memnun oldular. Pamuk Prenses içinden
“Demek ki bütün suç aynadaymış. Aferin Sakar’a, iyi ki aynayı kırmış!” diye
düşündü.”
(29) Rıfkı’nın böyle garip hikayeler yazmasına
alışık olan arkadaşları, bunu hiç yadırgamadılar. Sadece güldüler. Fuat
öğretmen de “Aferin Rıfkı, yaptın yine yapacağını! Bu sefer de Pamuk Prenses'e
mi kafayı taktın? Bak şimdiden uyarıyorum seni. Sakın Pamuk Prenses kılığındaki
birini sınıfa getirip bizimle tanıştırmaya kalkma! Tamam mı, anlaşıldı mı?”
diye Rıfkı’yı uyardı. Sonra da öğrencilerin okudukları hikayeleri toplayarak
sınıf panosuna astı.
(30) Fuat öğretmen, hiçbir ayrım yapmadan tüm
öğrencilerin yazdıklarını panoya asıyordu. Böylece kendi yazdıklarını, diğer
arkadaşlarının yazdıklarıyla karşılaştırma imkanı buluyorlardı. Ayrıca Fuat
öğretmen Kızılay, Yeşilay, Sivil Savunma ve Polis haftaları gibi belirli gün ve
haftalarda yapılan yazı ve resim yarışmalarına tüm öğrencilerinin katılmasına
özen gösteriyordu.
(31) Daha önce katıldıkları yarışmalarda Ayşe,
Zeki, Erdi ve Selda daha çok kompozisyon yani yazı yarışmalarında Bülent ve Ali
de resim yarışmalarında derecelere girmişlerdi. Ayşe il çapında yapılan Trafik
Haftası ile ilgili kompozisyon yarışmasında birinci, Erdi de üçüncü olmuştu.
Bülent'in de Hayvanlar Günü ile ilgili düzenlenen resim yarışmasında Türkiye
dördüncülüğü vardı. Bu yarışmalarda elde edilen başarılar öğrencileri daha çok
çalışmaya, daha çok öğrenmeye teşvik ediyordu. Ayrıca yarışmalarda başarılı
olan arkadaşlarını gören diğer öğrenciler de on gibi başarılı olabilmek için
çok daha fazla çalışıyorlardı.
(32) Okul çıkışı eve giden Rıfkı, akşam
yemeğine kadar biraz televizyon seyretmek istedi. Kanal kanal gezinirken bir
çizgi film kanalında, Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler’i gördü. Onu izlemeye
başladı. Kötü Kraliçe’nin, yaşlı bir kadın kılığında Pamuk Prenses’e zehirli
elmayı vermeye çalıştığı sahnede Rıfkı “Alma Prenses alma elmayı! Zehirli elma
o.” diye heyecanla biraz da yüksek sesle bağırdı. Tam bu sırada evcilik oynayan
Pınar, odasından dışarıya fırlayarak televizyona doğru koştu. Elinde plastikten
yapılmış oyuncak fincanlar da vardı. Bir taraftan “Pamuk abla, alma o elmayı!
sakın yeme onu! Pis, kötü Kraliçe seni öldürecek!” diye bağırıyor, diğer taraftan
da elindeki fincanları televizyona doğru fırlatıyordu. Bağrışmaları duyan Sevinç
hanım, mutfaktan koşarak çocuklarının yanına geldi. Rıfkı’nın kardeşine
bağırdığını sanmıştı. Ama Rıfkı, kanepede sakince oturuyor ve Pınar'ın yaptıklarına
gülüyordu. Sevinç Hanım, Pınar'ın televizyona doğru atmaya çalıştığı son fincanları
hemen elinden aldı. Sonra da Rıfkı’ya kızdı.
-Oğlum görmüyor musun kardeşinin ne
yaptığını? Niye bir şey demiyorsun, niye müdahale etmiyorsun?
-Ha ha ha …..
-Bak bir de gülüyor! Oğlum kime diyorum,
duymuyor musun beni?
-Ay anne, ne olduğunu ben de anlamadım ki!
Birden odasından koştura koştura gelip elindekileri televizyona fırlatmaya
başladı.
(33) Annesi bu sefer Pınar'a kızdı:
-Kızım, niye böyle yapıyorsun? Ne
istiyorsun televizyondan?
-Görmüyor musun anne? Pis Kraliçe, Pamuk
Prenses ablaya zehirli elma veriyor. Onu öldürmek istiyor.
-İyi de kızım, televizyona bir şeyler
fırlattığında Kraliçe’yi engelleyemezsin ki!
-Zaten o kadar şey attım, bir dönüp de
bakmadı bile pis Kraliçe! Bari Pamuk abla baksaydı.
-Peki sence niye bakmadılar Pınar?
-Çünkü televizyondakiler bizi duyamazlar.
-Kızım, madem seni duymayacaklarını
biliyorsun, öyleyse neden atıyorsun elindekileri televizyona.
-Pis Kraliçe’ye çok kızdım anne. Şuna bak,
bir de Pamuk ablanın üvey annesi olacak!
-Hadi kızım odana git ve oyuncaklarını
topla hemen. Biraz sonra sofrayı kuracağım.
(34) Pınar “Tamam anne.” dedikten sonra
abisinin yanına gitti ve onun kulağına eğilerek bir şeyler söyledi:
-Ne zaman gidiyoruz abi?
-Nereye?
-Anlasana abi, Pamuk ablanın yanına!
-Ne gitmesi kızım? Gidip oyuncaklarını
topla hemen!
(35) Biraz sonra Sevinç Hanım “Yemek hazır.”
diyerek çocuklara seslendi. Lavaboda ellerini sabunlayarak güzelce yıkayan
çocuklar, koşturarak mutfağa gittiler. Anneleri sürpriz olarak güzel bir elmalı
kurabiye yapmıştı. Bu, çocukların en sevdiği tatlılardandı. Yemekten
sonra afiyetle kurabiyelerini yediler. Rıfkı, babası gelene kadar odasında oyuncaklarıyla
biraz oynadı.
(36) Rıfkı, Pamuk Prenses masalına tekrar
girmek için can atıyordu ama akşam yemeğinden sonra bunu yapması daha uygundu.
Çünkü yemekten sonra anne ve babası, televizyon izlerken o da “Ödevlerimi
yapacağım.” diyerek odasına çekiliyordu. O esnada eğer kardeşi Pınar, bir
sürpriz yaparak yanına gelmezse kimse onu rahatsız etmiyordu. İşte o zaman
rahat rahat hikaye ya da masal kitaplarının içine girebiliyordu.
(37) Akşam yemeğinden sonra evdekilerle bir
süre televizyon izleyen Rıfkı “Ödevlerimi yapacağım.” diyerek odasına gitti.
Ödevlerini yapan Rıfkı, etrafına iyice bakındıktan sonra Pamuk Prenses ve Yedi
Cüceler kitabını açarak okumaya başladı. Bu sefer niyeti bir kez daha
Kraliçe’nin yanına gidip sakin bir şekilde onunla konuşmaktı.
(38) Kraliçe odasında yatmaya hazırlanırken
birden karşısında Rıfkı’yı gördü. Onu gördüğüne pek memnun olmayan Kraliçe
“Kardeşini de getirdin mi bari?” diye bağırarak masanın üstündeki vazoyu aniden
ona fırlattı. Rıfkı, hemen eğilerek vazodan kurtuldu.
-Kraliçem sakin olun lütfen! Bakın bu
sefer tek başıma geldim. Kardeşim Pınar’ı getirmedim.
-Pamuk Prenses’i benden daha güzel
bulanlarla bir işim olmaz benim.
-Ama Kraliçem, ben öyle bir şey demedim
ki! Onu söyleyen kardeşimdi. O da yanında değil zaten.
-Dalga mı geçiyorsun sen çocuk? Pamuk
Prenses’e sahip çıkmam için bana akıl veren sen değil miydin?
-Tamam Kraliçem özür dilerim. Ama ne
yapayım? Pamuk Prenses’in durumuna çok üzüldüm. Ona sahip çıksanız, onu
sevseniz, ne olur sanki?
(39) Kraliçe, belli ki Rıfkı’ya ve Pınar’a çok
kızmıştı. Ne derse desin Rıfkı’yı dinlemeye hiç niyeti yoktu. Rıfkı karşısında
durduğu sürece de siniri iyice artacaktı. Kraliçe yine “Nöbetçileeeeer!” diye
bağırdı.
(40) Kraliçe’nin kendisini
dinlememesi ve yine nöbetçileri çağırması üzerine Rıfkı da sinirlendi.
Kraliçe’ye “Sen ne kadar kibirli, ne
kadar kıskanç, ne kadar kendini beğenmiş bir insansın! Yani söyleyip moralini
bozmak istemedim ama dışarıda gerçekten senden çok daha güzelleri var. Bu sihirli
ayna seni kandırıyor.” diyerek tılsımlı yüzüğünün yardımıyla odasına geri
döndü.
(41) Rıfkı’nın “Bu sihirli ayna seni
kandırıyor.” lafı üzerine Kraliçe, hemen aynanın yanına gitti. Ona sert sert
baktıktan sonra “Ne diyor bu çocuk? Yoksa gerçekten de beni kandırıyor musun?
Gerçekten de dışarıda benden çok daha güzelleri mi var?” diye çıkışması üzerine
panikleyen ve başına bir şey gelmesinden korkan sihirli ayna “Siz ona bakmayın
Kraliçem! Çocuk işte, aklınca yalan söyleyip sizi kızdırmaya çalışıyor. En
güzel sizsiniz. Dünyada sizden daha güzeli yok valla.” diyerek yalan söylemeye
devam etti. Gerçekten de Rıfkı’nın dediği gibi dışarıda Kraliçe’den çok daha
güzelleri vardı. Ama Kraliçe saraydan dışarıya çıkmadığı için onların farkında
bile değildi. İyi ki de farkında değildi. Yoksa o güzel kızların hepsine zarar
vermeye kalkabilirdi.
(42) Ama Rıfkı pes etmedi ve Kraliçe’nin, Pamuk
Prenses’i sevmesi için elinden geleni yapmayı kafasına koymuştu. Ertesi gün
okuldan eve geldikten sonra annesinden izin alarak dışarıya çıktı. Yanına Pamuk
Prenses ve Yedi Cüceler kitabını da almayı unutmadı. Yakındaki bir parka
giderek kitabı açtı ve Kraliçe’nin odasında yalnız olduğu bir sayfayı okudu.
Sonra da tılsımlı yüzüğü sayesinde Kraliçe’nin yanına gitti. Rıfkı’yı
karşısında gören Kraliçe yine “Nöbetçileeeeer.” diye bağırdı. Ama Rıfkı,
nöbetçiler gelmeden yine tılsımlı yüzüğünün yardımıyla Kraliçe’yle beraber
parka geri döndü.
(43) Kraliçe, kendini bir anda farklı bir yerde
bulunca şaşkınlıktan ne yapacağını, ne diyeceğini bilemedi. Rıfkı ya garip
garip bakarak “Acaba bu çocuk büyücü mü yoksa?” diye düşündü ve korktu. Kraliçe’nin
bakışlarından kendisini büyücü sandığını anlayan Rıfkı, onu rahatlatmaya
çalıştı.
-Sakin olun Kraliçem, ben büyücü falan
değilim. Beni bir türlü dinlemek ve anlamak istemediniz. O yüzden bana başka
bir yol bırakmadığınız için sizi buraya getirmek zorunda kaldım.
-İyi de burası neresi çocuk?
-Burası İstanbul Kraliçem.
-İstanbul mu? Burası ne kadar kalabalık
bir yermiş. Ama ama ……
-Evet Kraliçem ne diyeceksiniz?
-Ama dışarıda bir sürü güzel kadın var.
Hem de hem de …..
-Hem de sizden çok daha bakımlılar ve
sizden çok daha güzel giyiniyorlar, değil mi?
-Çocuk sen beni öldürmeye mi çalışıyorsun?
Bu kadar çok güzel kadın nasıl olabilir? Sen nasıl bir yere getirdin beni?
Sihirli aynam, bütün bunları niye göstermedi bana?
-Sakin olun Kraliçem! Siz hiç dışarı
çıkmıyorsunuz, halkın arasına hiç karışmıyorsunuz ki. Dışarıda sizden hatta
Pamuk Prenses’ten bile çok daha güzelleri var.
-Demek Pamuk Prenses’ten de güzelleri var,
öyle mi? Bak şimdi rahatladım işte. Oh be dünya varmış!
-Kraliçem siz, Pamuk Prenses’i kafanıza çok
fazla takmışsınız. Halbuki üvey de olsa o sizin kızınız. Niye kıskanıyorsunuz
ki onu?
(44) Kraliçe’nin tek derdinin üvey kızı Pamuk
Prenses'i kıskanmak olduğunu anlayan Rıfkı, onu parkın içindeki bir kafeye
götürdü. Ona simit ve çay ısmarladı. Kraliçe simidi özellikle de çayı çok
sevmişti. Rıfkı, yeterli miktarda parası olup olmadığını anlamak için cebindeki
paraları saydı. İçinden de “Şuraya bak, yanımızda koskoca Kraliçe var ama
hesabı ben ödüyorum.” diye düşündü ve tebessüm etti. Cebindeki paranın ancak
bir simit ve bir çay alacak kadar kaldığını görünce de Kraliçe’ye tekrar simit
ve çay ısmarladı. Kraliçe ikinci simidini yerken ve yeni gelen çayı da içerken
Rıfkı’yla olan konuşmasına devam etti.
-Sen iyi bir çocuğa benziyorsun. Adın
neydi senin?
-Rıfkı, Kraliçem.
-Demek adın Rıfkı! Rıfkı, Pamuk Prenses'i
seninle evlendireyim mi? İlerde de kral olup ülkeyi sen yönetirsin. Ha, ne
dersin?
- Vay be, Pamuk Prenses’le mi evleneceğim
ben şimdi? Ama yaşım küçük benim. Daha on yaşındayım. Hem okulum da var. Nasıl
olur bilmiyorum?
-Büyümeni bekleriz Rıfkı, Sen yeter ki evet,
de.
(45) Kötü kalpli Kraliçe aslında iyi görünerek
Rıfkı’yı tuzağa düşürmek ve zindana arttırmak istiyordu. Tuzağı sezemeyen
Rıfkı, çok mutlu olmuştu. Sevinçten havalara uçuyordu. “Vay be, hem Pamuk
Prenses’le evleneceğim hem de ülkeyi yöneteceğim ha! Kral olacağım Kral!” diye sevindi.
(46) Rıfkı, Kraliçe’yi sarayına geri
götürdükten sonra Pamuk Prenses'in de evlilik hakkındaki fikrini öğrenmek için
yanına gitti. Pamuk Prenses’i ilk defa gören Rıfkı, çok heyecanlandı. Gerçekten
de Pamuk Prenses, Kraliçe’nin kıskandığı kadar güzeldi. Rıfkı’yı gören Pamuk
Prenses çok şaşırdı.
-Aaaa, sen de kimsin, yoksa bir Prens
misin?
-Hayır prensesim ben Rıfkı’yım. 4/B
sınıfına gidiyorum. Derslerim de fena değil. Öğretmenimin adı ……
-Riki, ne dediğini anlamıyorum?
-Riki değil, Rıfkı. Şey sizi görünce
heyecanlandım da o yüzden biraz saçmaladım. Kusura bakmayın lütfen.
-Niye geldin buraya?
-Sizinle tanışmak için geldim. Belki
arkadaş oluruz, diye düşündüm.
-Git buradan Riki! Kraliçe annem sana
zarar verebilir.
-Oooo, biz o meseleyi hallettik. Artık
onunla dostuz. Hatta seninle evlenmeyi bile önerdi bana.
-Yok artık! Ne evlenmesi Riki? Şu
boylarımızın farkına baksana. Yoksa sen cüce misin ha?
-Adım Rıfkıııııı. Cüce de değilim, çocuğum
sadece.
(47) Bu sırada Kraliçe’nin geldiğini fark eden
Pamuk Prenses, korktu ve Rıfkı’dan gitmesini istedi. Rıfkı, korkmamasını ve
burada olmasından dolayı Kraliçe’nin bir şey demeyeceğini söyledi. Ama Pamuk
Prenses'in ısrarı üzerine gitmek zorunda kaldı.
(48) Odasına geri dönen Rıfkı, yatmadan önce
dişlerini fırçalamaya başladı. Bir yandan da “Şu Kraliçe ne iyi bir kadınmış!
Yabancı olmama rağmen beni bile sevdi. Hatta üvey kızı Pamuk Prenses’le
evlenmem için teklifte bile bulundu.” diye düşündü.
(49) Ertesi gün okula gittiğinde bahçede Erdi
ve Orhan'ı gördü. Onlara bir sır vereceğini söyledi. İkisi de çok meraklanmıştı.
“Acaba nasıl bir sırdı bu?” Rıfkı, sırrının büyüdüğünde Pamuk Prenses’le
evlenmek olduğunu söyleyince, Orhan da Erdi de Rıfkı’nın söylediklerine katıla
katıla güldüler. Orhan “Be be ben bende za za zate zaten Si Si Sin Sinde Sinde
Sinderella’yla ev ev evle evleneceğim.” diye kekeleyerek konuştu.
(50) Orhan öyle konuşunca, Erdi durur mu? O da
“Babam bana söz veydi. Beni büyüyünce Kıymızı Başlıklı Kız’la evlendiyecekmiş.
Evimizin duvaylayı ve tüm eşyalayımız kıymızı yenkte olacakmış.” dedi.
(51) Arkadaşlarının kendisiyle dalga geçmesine
kızan Rıfkı “Geçin dalganızı bakalım. Evlenme davetiyelerini verince de
gülebilecek misiniz bakalım?” diye kendinden emin bir şekilde konuştu.
(52) O gün resim dersinde konu, masal
kahramanlarıydı. Öğrenciler, masal kahramanları ile ilgili resimler
yapacaklardı. Öğrencileri on, on beş dakika kendi halinde bırakılan Fuat
öğretmen, biraz sonra öğrenciler arasında dolaşmaya başladı. Kimi Kibritçi kızı
kibrit satarken, kimi Pinokyo'yu yalan söylerken ve burnu uzarken, kimi Ağustos
Böceğini kışın karıncanın kapısını çalarken, kimi Sindirella'yı prensle davette
dans ederken, kimi Keloğlan’ı devle savaşırken, kimi de Alaaddin'i sihirli lambadan
çıkan Cin’den istekte bulunurken çizmişti.
(53) Rıfkı’nın sırasına yaklaşan Fuat öğretmen,
onun çizdiklerini görmemek için başka tarafa bakarak yanından geçmeye çalıştı.
Ama Rıfkı “Öğretmenim benim resmime bakmayacak mısınız? diye sorunca Fuat öğretmen,
istemeye istemeye Rıfkı’nın çizdiği resme baktı, baktı, öylece bakakaldı.
Rıfkı’nın “Öğretmenim.” diye seslenmesiyle de kendine geldi. Sonra da bir
Rıfkı’ya bir de yaptığı resme baktı.
-Rıfkıcığım İnşallah, bu resimindeki
evlenen kişi sen değilsindir!
-Tabii ki benim öğretmenim!
-Peki kiminle evleniyorsun evladım?
-Tahmin edin öğretmenim. Bakalım
bilebilecek misiniz?
-Bu kız bir masal kahramanı mı?
-Evet öğretmenim, masal kahramanlarını çizin
dediğiniz ya!
-Yoksa Kırmızı Başlıklı Kız mı bu?
-Hayır.
-Sinderella mı?
-O da değil.
-Ağustos Böceği mi yoksa?
-Öğretmenim ya, niye dalga geçiyorsunuz?
-Ne bileyim Rıfkı? Aklıma başka kimse
gelmiyor. Sen söyle kim bu kız?
-Tabi ki de Pamuk Prenses öğretmenim.
Bakın nikah şahitlerinden birisi de Kraliçe.
-Kötü değil miydi o?
-Düzeldi öğretmenim. Çay ve simit ikram
edince kendine geldi kadıncağız.
-Kraliçe’ye çay ve simit ikram ettin öyle
mi? Eeee, devam et bakalım anlatmaya.
-Ön sırada oturanlar Yedi Cüceler.
-Şu köşede ağlayan kim peki?
-O mu? O da hikayenin sonunda Pamuk
Prenses’le evlenmesi gereken Prens tabi ki. Pamuk Prenses’i bana kaptırınca
ağlama krizine girmiş.
-Pamuk Prenses'in senden yedi, sekiz yaş
büyük olması lazım değil mi evladım? Ama boylarınızı aynı çizmişsin.
-Öğretmenim, on yaşında evlenilir mi hiç?
Büyüyünce evleneceğim tabi ki. O benim büyümüş halim.
(54) Arkadaşları, Rıfkı’nın bu hayalperest
haline alışmışlardı. O anlatırken sadece sırıtıyorlar ve birbirlerinin
kulaklarına bir şeyler fısıldıyorlardı. Fuat öğretmen de Rıfkı’nın yanından
ayrılmadan önce “Tebrik ederim Rıfkı. Bu şerefi bana yaşattığın için çok
duygulandım. Demek Pamuk Prenses gelinimiz olacak ha! Eeee sen de kral olursun
artık! Gerçekten çok etkilendim, gözlerim yaşardı evladım.” dedi.
(55) Rıfkı, öğretmenine ne diyeceğini bilemedi.
Öğretmeni kendisiyle dalga mı geçiyordu yoksa gerçekten de gurur mu duyuyordu?
Bir türlü anlayamadı. Öğretmenine şaşkın şaşkın bakarken ağzından sadece “Sağ
olun öğretmenim. Ne olduysa sizin sayenizde oldu.” lafı çıkabildi. Öğretmeni
“Aman evladım, benim sayemde olan biten bir şey yok. Eğer dışarıda öğretmenin
kim diye soran olursa, sakın benim adımı verme. Tamam mı benim akıllı oğlum?” dedi.
(56) Rıfkı, öğretmeninin bu şakacı hallerini
bildiği için kendisine inanmadığını anladı. Öğretmenine “Olur mu hiç
öğretmenim? O kadar emeğiniz var üstümde. Öğretmenin kim diye soran olursa,
gururla Fuat Ay diyeceğim.” dedi. Fuat öğretmen de “Aman evladım, aman, sakın
ha!” diye diye panoya doğru gitti ve öğrencilerden topladığı resimleri oraya
astı.
(57) Akşam yemeğinden sonra ödevlerini yapan
Rıfkı “Daha yıllar var ama olsun. Kraliçe annemi bir göreyim, şu düğün işlerini
bir konuşayım.” düşüncesiyle Kraliçe’nin yanına gitti. Kraliçe, Rıfkı’nın yine
geleceğini bildiği için şaşırmadı. Hatta onu gördüğü için çok sevindi.
Hizmetkarlarına Pamuk Prenses’i de çağırmalarını söyledi. Prenses de gelince
Kraliçe onlara meyve suyu ikram etti. Sonra bir hizmetkarının kulağına bir
şeyler fısıldadı. Rıfkı, içinden “Kraliçe bana bir sürpriz yapacak herhalde.”
diye düşündü. Sonra da neşeli bir şekilde Pamuk Prenses’le konuşmaya başladı.
-Pamuk Prenses nasılsınız? Beni
Hatırladınız mı?
-Hatırlamaz olur muyum? Adın Riki miydi
senin?
-Affedersiniz prensesim Riki adında bir
tanıdığınız mı var sizin? Sürekli Riki deyip duruyorsunuz bana.
-Ne bileyim aslında iyi bir prens adı gibi
duruyor. Sahi adın neydi senin?
-Rıfkı.
-Yani adın çok da prens adına benzemiyor.
Prens Rıfkı mı yoksa Prens Riki mi daha iyi sence?
-Yani bir de şöyle düşünün prensesim. Kral
adı olarak Kral Rıfkı mı yoksa Kral Riki mi daha uygun sizce?
-Tabi ki de Kral Riki.
-Neyse hele bir evlenelim, gerekirse adımı
değiştirir Riki de yaparım.
-Ne evlenmesi cüce, evlenmeyi de nereden
çıkardın?
-Bak hala cüce diyor bana ya!
-Cücesin işte cüce, cüce, cüce.
-Ne diyeyim size? İnşallah cücelerin
arasında kalırsınız!
-Ay ne biçim çocuksun sen! Niye beddua
ediyorsun bana? Senden hiç hoşlanmadım ve büyüyünce de seninle evlenmek
istemiyorum. Anla artık.
(58) Bu sırada hizmetkarlar meyve sularını
getirdiler. Kraliçe ve Pamuk Prenses'e nar suyu Rıfkı ya da vişne suyu verdiler.
Meyve suları içilirken Kraliçe araya girdi.
-Hadi ama, kavga edecek bir şey yok
ortada! Meyve sularınızı için ve sakinleşin.
(59) Meyve suyunu içen Rıfkı, biraz sonra bayıldı.
Rıfkı’nın bayıldığını gören Pamuk Prenses korktu. Söylediklerinden dolayı
Rıfkı’nın başına bir şey geldiğini düşündü ve ne yapacağını bilemedi. Biraz
sonra Kraliçe ellerini çırparak nöbetçileri çağırdı. Nöbetçiler, Rıfkı’yı
alarak zindanı götürdüler. Olanlara bir anlam veremeyen Pamuk Prenses,
Kraliçe’ye neler olduğunu sordu ama Kraliçe onu tersledi ve odasına gönderdi.
(60) Rıfkı, kendine geldiğinde kollarından
zincirlenmiş olduğunu gördü. Kraliçe de birkaç nöbetçi ile beraber karşısındaydı.
Rıfkı, Kraliçe’nin aslında kendisini aldattığını anladı.
-Ne o Rıfkı, bir simit ve çayla beni
kandırabileceğini mi sandın yoksa?
-Beni niye kandırdın Kraliçe?
-Çok safsın Rıfkı, çooook! İki güldüm, iki
güzel laf ettim ve hemen kandırdım seni. Söyle bakalım çocuk, buraya nasıl
gidip geliyorsun?
-Diyelim ki söyledim! Ne olacak peki? Ne
yapacaksın?
-Çok genç değilim artık. Ben de o gün
İstanbul’da gördüğümüz kadınlar gibi bakımlı olmak ve güzelleşmek istiyorum.
-Bundan kolay ne var Kraliçem? Kuaföre
gidip saçlarınızı boyatırız, yüzünüze de birazcık makyaj yaptırırız, olur
biter.
-Burnumun ucundaki şu siyah beni ne
yapacağız peki?
-Onu da küçük bir operasyonla aldırırız.
-Nasıl yani, büyüyle falan mı oluyor bu
işler? Kuaför dediğin sihirbaz mı oluyor?
(61) Rıfkı “Neyse Kraliçem, bana müsaade!”
diyerek tılsımlı yüzüğü sayesinde hemen odasına geri döndü. Rıfkı’nın ortadan
kaybolduğunu gören Kraliçe, çılgına döndü. Rıfkı olmadan güzelleşemeyeceğini
anlayan Kraliçe, onun arkasından “Kuaföööööör!” diye bağırdı.
(62) Odasına dönen Rıfkı, çok yorgundu. Zaten
ödevlerini de yapmıştı. Hemen dişlerini fırçaladı ve evdekilere “İyi geceler.”
diyerek yatağına gidip yattı. İçtiği ilaçlı meyve suyunun da etkisiyle derin
bir uykuya dalan Rıfkı, sabaha karşı altı gibi kendiliğinden uyandı. Çünkü rüyasında
bir şelalenin dibindeydi ve şelalenin döküldüğü yerde yüzüyordu. Bir ara
boğulur gibi olunca da korkuyla rüyasından uyandı. “Çok şükür sadece bir
rüyaymış.” diye şükretti. Duvardaki saate baktığında saatin altı olduğunu
gördü. İçinden “Allah Allah, sabah kalktığımda dolu dolu çişim olurdu ama şu
anda hiç çişim yok. Acaba dün akşam fazla su içmedin mi?” diye düşündü.
Annesinin gelip okul için kaldırmasına daha bir saat vardı. “Madem çişim yok,
biraz daha yatayım bari.” diyerek yatağına uzandığında altında bir ıslaklık olduğunu
hissetti. Yorganı kaldırıp yatağa baktığında ne yapacağını şaşırdı “Bu ne ya,
rezil oldum rezil! Hep senin yüzünden pis Kraliçe! Bana ne içirdiysen, senin
yüzünden yatağım göle dönmüş. Ne yapacağım ben şimdi?” diye söylenerek kalktı.
Annesinin yanına gitti ve ona odasına gelmesini söyledi. Annesi uyku sersemi
Rıfkı’nın odasına gittiğinde gördüğüne inanamadı. “Oğlum yatmadan önce ne
yaptın sen? Marmara Denizi'ni mi içtin? Bu kadar çişi bir insan nasıl yapar?”
diye söylendi.
(63) Sevinç hanım, Rıfkı’yı önce güzelce bir
yıkadı. Peşinden de kahvaltısını hazırladı. Onu okula gönderdikten sonra da
yorganını, yatağını iyice bir yıkadı. Odasını da iyice bir havalandırdı.
(64) Fuat öğretmen, o gün okul bahçesinde
nöbetçiydi. Rıfkı’nın keyifsiz ve düşünceli olduğunu görünce yanına gitti.
-Rıfkı, ne oldu? Niye bu kadar
keyifsizsin? Canını sıkan bir şey mi oldu?
-Dün gece Kraliçe’nin yanına gittim
öğretmenim. Orada Kraliçe’nin beni kandırdığını öğrendim.
-Kraliçe mi? Ne kraliçesi?
-Pamuk Prenses'in üvey annesi olan Kraliçe
öğretmenim.
-Yine başlama Rıfkı?
-Doğru söylüyorum öğretmenim. Kraliçe güya
beni Pamuk Prenses’le evlendirecekti ama meğerse yalan söylemiş. Sonra da
utanmadan bir de beni zindana atıp, zincirletti.
-Zincirletti mi? Bak şu edepsiz
Kraliçe’nin yaptığına!
-Sadece bu kadar olsa iyi öğretmenim.
Sinirden, stresten geceleyin de yatağıma işemiş.
-Normal evladım, bu yaşta olur böyle
şeyler!
-O kadar çok işemişim ki annem “Oğlum,
yatmadan önce Marmara Denizi'ni mi içtin?” diye dalga geçti benim. Halbuki
Kraliçe’nin verdiği vişne suyundan başka bir şey de içmemiştim.
-Evladım, bırak şimdi Kraliçe’yi!
Derslerine biraz daha çalış ki notların yükselsin. O yüzden hayal peşinde
koşmayı bırak.
-Of öğretmenim, bir inansanız bana! Benimle
Kraliçe’nin ve Pamuk Prenses’in yanına da gelmiyorsunuz ki!
(65) Kraliçe ile anlaşamayacağını anlayan
Rıfkı, bu sefer Pamuk Prenses'in yanına gitmeye karar verdi. Akşamleyin masal
kitabını açarak okumaya başladı. Bir süre sonra da tılsımlı yüzüğü sayesinde
Pamuk Prenses'in yanında buldu kendini. Karşısında Rıfkı’yı gören Pamuk
Prenses, onun iyi olduğunu görünce çok sevindi ama Rıfkı, onun sevinmesini
yanlış anladı.
-Barıştık mı? Büyüyünce benimle evlenecek
misin Pamuk Prenses?
-Ay ne yılışık şeysin sen böyle! Ben sana
bir şey olmadığı için seviniyorum. Sen ise bunu yanlış anlıyorsun.
-Beni niye bir türlü sevemedin Pamuk
Prenses?
-Çünkü senin beyaz atın yok!
-Yani beyaz atım olunca sıkıntı kalmayacak
mı?
-Yaşın da küçük. Aramızda çok yaş farkı
var.
-Tamam, babama söylerim mahkeme kararıyla
yaşımı büyütür.
-Peki o zaman boyunda büyüyecek mi?
-Mahkeme kararıyla boy büyür mü yaaa?
-Hem beyaz atın yok, hem boyun, hem de
yaşın küçük. Allah bilir Prens de değilsindir sen!
-Köydeki amcamın beyaz bir atı var. Adı da
Düldül. Prens değilim ama bakkaldan alacağım bir çokoprensi yersem belki prens
de olurum. Ha, ne dersin?
-Çokoprens mi? Ay tanıştırsana beni
onunla. Hangi ülkenin prensi acaba?
-Midemin prensi tabi ki! Yiyince sizin de
prensiniz olur. Ha ha ha …..
-Çocuksun çocuk, büyü de gel cüce! Bir de
benimle evlenmek istiyorsun.
-İnşallah, cücelerin arasında kalırsın
prenses. Sabah, akşam onların donlarını, kazaklarını yıkarsın! O zaman da
pişmanlıkla “Rıfkıııı, Rıfkıııı, kıymetini bilemedim Rıfkıııı!” diye ağlayıp durursun.
-Ay ne biçim çocuksun sen! Ne biçim beddua
bu böyle?
(66) Bu sırada bağrışmaları duyan Kraliçe,
içeriye girdi. Rıfkı’yı gördüğü gibi de “Kuaföööör!” diye bağırdı. Rıfkı’nın
kaçacağını anlayınca da “Dur gitme! Ne istersen vereceğim. Seni hemen Pamuk
Prenses’le evlendireceğim. Lütfen beni kuaföre götür Rıfkıııı!” diye yalvardı.
Kraliçe’nin yalvarmasına daha fazla dayanamayan Rıfkı “Ay tamam, susun lütfen!
Anneme söyleyeyim, o ilgilenir sizinle.” deyip odasına geri döndü.
(67) Annesi mutfakta yemek
yapıyordu. Ona köyden yeni gelmiş ve civarı fazla bilmeyen, sevimli tatlı bir
teyzeyi kuaföre götürmesini rica etti. Kadının Kraliçe olduğunu söyleyemedi. Zaten
söylese de inanmayacaktı. Annesi:
-Sen nereden
tanıyorsun bu teyzeyi, diye sorunca Rıfkı, çok kötü bir şey yaptı ve yalan
söylemeye devam etti. Annesine:
-Şey anne tanıyorum
işte! Okula gidip gelirken tanışmıştım, dedi. Tanımadığı biriyle uğraşmak
istemeyen annesi:
-Evladım adım başı kuaför
var zaten. Bir tanesine gitsin işte, dedi. Annesini ikna etmekte zorlanan Rıfkı:
-Anne, kadın şehre yeni gelmiş. İyi bir kuaför arıyor.
Sevabına götürüver şunu, diye ısrar etti.
Sevinç hanım, oğlunu kırmak istemedi. Ona:
-Tamam tamam, yarın cumartesi. Okulun da
yok zaten, beraber gideriz, dedi. Annesinin kabul etmesi üzerine Rıfkı, onun
boynuna sarıldı ve öptü. Odasından onları seyreden Pınar, abisine:
-Kim gelecekmiş yarın? Ben tanıyor muyum abi,
diye merakla sordu. Pınar'ın sorusuna cevap vermeyen Rıfkı, hemen kardeşinin
yanına gitti ve odanın kapısını kapattı. Ona sessizce:
-Pınar, yarın önemli bir gün. Buraya kimi
getireceğim biliyor musun, diye sordu. Pınar:
-Kimi getireceksin abi, diye merakla
sordu. Rıfkı:
-Kraliçe’yi getireceğim, deyince Pınar:
-İstemem o kötü kadını. Onu hiç sevmiyorum,
diye tepki gösterdi. Bunun üzerine Rıfkı:
-Tamam be kızım, uzatma işte! Kraliçe’nin
kötü biri olmaktan kurtulup iyi bir kadın olmasını istemiyor musun, diye sordu.
Pınar:
-Bana ne, diye karşılık verdi. Rıfkı:
-Öyle deme be kızım! Eğer iyi birisi
olursa Pamuk Prenses'e zarar vermek istemez artık, deyince birazcık yumuşayan
Pınar:
-Pamuk abla da gelecek mi, diye sordu.
Rıfkı:
-Onu sonra getireceğim. Şimdi beni iyi
dinle Pınar. Yarın Kraliçe buraya geldiğinde onu tanıdığını sakın belli etme!
Tamam mı, diye tembihte bulundu. Pınar da:
-Peki abi, tamam, dedi.
(68) Ertesi gün kahvaltıdan sonra Rıfkı,
ödevlerinin bir kısmını yaptı. Öğle yemeğinden sonra da kadını almak için
gideceğini söyleyerek annesinden izin aldı ve evden çıktı. Dışarıda biraz
oyalanan Rıfkı, daha sonra Kraliçe’yi almaya gitti. Onu gören Kraliçe
heyecanlandı. Rıfkı’ya “Tamam mı, beni kuaföre götürecek misin?” diye sordu.
Rıfkı, annesinin onu kuaföre götüreceğini söyledi ama önce kendisine bir isim
koymaları gerektiğini söyledi.
-Tamam Rıfkı, adım Emma olsun.
-Emma olmaz Kraliçem. Adınız şey olsun
hımmm… Tamam buldum. Adınız Eda olsun. Hem kısa, hem de unutsanız bile çabuk
hatırlarsınız.
-Eda mı? Tamam olur, Eda da güzel isim.
-Bir de bu üstünüzdeki eski zaman elbisesi
ile nasıl olacak bilmiyorum. Herkes garip karşılar giysinizi.
-Ne giyeyim peki?
(69) Rıfkı, Kraliçe’nin elbise dolabına baktı.
Ama hepsi de eski zaman elbisesiydi. Kraliçe’nin, annesi ile aynı boyda ve
kiloda olduğunu fark etti. Hemen eve geri döndü ve annesine gözükmeden, ona ait
bir kot pantolonu ve bir tişörtü gizlice aldı. Sonra tekrar Kraliçe’nin yanına
geri döndü. Kraliçe, Rıfkı’nın getirdiği elbiseleri giyerken sihirli ayna kıs
kıs gülmeye başladı. Aynanın güldüğünü gören Kraliçe, hemen aynaya baktı.
Üstündeki elbiseleri görünce kendisine yakışmadığını düşünerek sinirlendi.
-Bu ne Rıfkı ya? Daracık daracık
kıyafetler getirmişsin. Siz gerçekten bunları mı giyiyorsunuz?
-Bizim zamanımızda insanlar böyle
giyiniyorlar Kraliçem.
-Ben bol kıyafetler giymeye alışığım. Ne
böyle erkekler gibi giyindirdin beni!
-Ama Kraliçem, geçen gün simit yiyip, çay
içerken etrafınızda gördüğünüz ve beğendiğiniz o kadınlar hep böyle
giyiniyorlardı. Fark etmediniz mi?
-Doğru diyorsun ama alışmam zor olacak
biraz.
Rıfkı, Kraliçe’yi de alarak geri döndü.
Adını Eda koyduğu Kraliçe’yi eve götürdü ve annesiyle tanıştırdı.
-Anne bak, sana bahsettiğim teyzeyi
getirdim işte.
-Hoş geldiniz, adım Sevinç. Sizinki neydi?
-Hoş bulduk, adım Oda.
-Oda mı? Ne garip bir isiminiz var!
(70) İsmini yanlış söyleyen Kraliçe, ne
yapacağını bilemedi. İsmini de bir türlü hatırlayamadı. Rıfkı, annesine “Eda
demek istedi anne. Heyecanlandı herhalde.” dedi. Kadını oldukça garip bulan
Sevinç hanım, onu hemen yakındaki bir kuaföre götürdü.
(71) Kuaför “Buyrun, hoş geldiniz. Nasıl bir
şey istiyorsunuz?” deyince Kraliçe “Beni dünyanın en güzel kadını yap,
güzelleştir beni. Beni gören dönüp dönüp baksın. Sonra dönüp tekrar baksın.
Pamuk Prenses de kıskançlıktan çatlasın.” diye konuştukça konuştu. Kraliçe’nin
coştuğunu ve saçmalığını gören Rıfkı, onu hemen omuzuyla dürttü. Rıfkı’nın
bakışlarından “Ne yapıyorsunuz Kraliçem? Saçmalamayın lütfen!” mesajını alan
Kraliçe hemen sustu.
Annesi Rıfkı’nın kulağına eğilerek “Oğlum, bu nasıl
köylü? En güzel ben olayım, millet dönüp dönüp bana baksın falan diyor
baksana!” diye kuşkulanınca annesine “Ne bileyim anne, güzel kadınlara özeniyor
herhalde!” dedi.
(72) Kuaför, Kraliçe’ye saç modellerini
gösteren bir katalog verdi. Dakikalarca saç modellerini inceleyen Kraliçe, en
sonunda beğendiği bir saç modelinde karar kıldı. Saçını da boyatmak isteyen
Kraliçe, garip bir renk olan ve herkese gitmeyen hardal rengini seçti. Kuaför
kadın, “Bu size gidecek bir renk değil, başka bir renk seçin isterseniz.” deyip
kızıl rengi önerdi. Aslında kuaförün önerdiği bu renk Kraliçe için en uygun
renkti ama Kraliçe’nin renk zevki biraz farklıydı. Hardal rengine boyatmakta
ısrar edince, kuaför de mecburen Kraliçe’nin istediği renge saçlarını boyadı.
(73) Saçlar boyandıktan sonra kuaför, saçları
fön makinesi ile güzelce şekillendirmek istedi. Ama Kraliçe yine kuaförü
dinlemeyerek saçlarını kabarık yaptırdı. Rıfkı, ortaya çıkan şeyin bir
güzellikten çok, çirkinliğe doğru gittiğini gördükçe tedirgin olmaya başladı.
(74) Biraz sonra yapılan makyaj, Rıfkı’nın tedirginliğini daha da arttırdı.
Sevinç hanım, dergileri okumaya daldığı için ortaya çıkan felaketi ve rezilliği
fark edemedi. Kuaförün tedirginliği Rıfkı’dan çok daha fazlaydı. Kuaför “Bu
kadar uğraştım. İnşallah paramı verir bu acayip kadın.” diye içinden geçiriyordu.
(75) Kraliçe’nin makyajı da bitmişti. Kuaför,
biraz çekinerek Kraliçe’ye “Nasıl oldu efendim?” diye sorunca Sevinç hanım,
önündeki dergiyi okumayı bıraktı. Kraliçe’nin abartılı makyajını, hardal rengi
acayip ve kabarık saçlarını görünce önce Rıfkı’ya baktı. Rıfkı, tedirgin bir
şekilde Kraliçe’ye bakıyordu. Sevinç hanım, daha sonra kuaföre baktı. Kuaförün
bakışlarında da hem tedirginlik hem de biraz korku görünce, tekrar Kraliçe’ye
baktı. Kraliçe, Rıfkı’nın ve kuaförün aksine çok mutluydu. Aynanın karşısında
sürekli saçına ve makyajına bakıyordu.
(76) Sevinç hanım “Bitti mi işimiz?” diye sorunca
kuaför, evet anlamında başını öne ve geriye salladı. Bunun üzerine Sevinç hanım
“Hadi öyleyse, kuaförün parasını verin de gidelim artık.” dedi. Rıfkı içinden
“Eyvaaaah!” diyerek hemen annesinin yanına gitti. Annesine “Anne, Eda abla,
aceleyle evden çıktığı için yanına para almayı unutmuş. Sen versene, Eda abla
daha sonra sana verir.” Diye annesine yalan söylemeye devam etti. Sevinç hanım,
kızdığını belli etmek için kaşlarını çatarak Rıfkı’ya baktı.
(77) Kraliçe, şimdiye kadar hiçbir şeye para
vermemişti. O yüzden kuaföre para vermek için hiç oralı bile olmadı. Zaten
parası da yoktu. Kadının hiç oralı olmadığını gören Sevinç hanım, kuaföre kaç
lira borçları olduğunu sordu.
-Borcumuz ne kadar acaba?
-Yüz elli lira ablacım.
-Yüz elli lira ha! Vay be süslenen o,
parasını veren benim. Ne uyanık kadınmış ya!
-Abla senin başımın üstünde yerin var ama
bu acayip kadını bir daha dükkanıma getirmezsen sevinirim.
-Niye?
-Dükkanımın bereketi kaçacak bu kadın
yüzünden! Ne güzellikten, ne makyajdan, ne renklerin ahenginden, ne de hangi
tipe hangi saç şekli gider, hiçbir şeyden anlamıyor bu kadın.
-Tamam da dükkanın bereketi niye kaçıyor,
onu anlamadım?
-Onun bu halini görenler, bir daha dükkanıma
gelmezler de ondan. Aman abla ne olur, kıyılardan köşelerden gidin de onun bu
tipsiz ve zevksiz halini kimse görmesin!
-Ay tamam, amma da uzattın ha!
(78) Kuaförden çıktıklarında Kraliçe,
güzelleştiğini sanarak kendini beğenmiş bir şekilde kibirli kibirli yürüyordu.
Annesi, Rıfkı’nın kolundan tutarak kendine doğru çekti ve Kraliçe’nin biraz
gerisinden yürüdüler. Rıfkı’nın kulağına da “Kadına fazla yanaşma, birlikte
olduğumuz anlaşılmasın! Bugün daha fazla rezil olmayalım bari.” diye fısıldadı.
(79) Yolda karşılaştıkları insanlar, Kraliçe’ye
dönüp dönüp baktılar. Kimi “Bu nasıl bir makyaj ya! Evinde hiç mi ayna yok
senin?” diye içinden geçirirken, kimi de “Ayıp be ayıp! Bu yaştaki bir kadın,
bu kadar abartılı süslenir mi hiç?” diye akıllarından geçirdiler. Kraliçe’yi
kabarık saçlarıyla ve abartılı makyajıyla gören küçük çocuklar, bir cadı
gördüklerini sanarak annelerinin arkalarına saklandılar. Ama Kraliçe,
insanların kendisine hayran oldukları ve kendisini çok güzel buldukları için
tekrar tekrar dönüp baktıklarını sandı. Bu yüzden bu ilgiden hiç rahatsızlık
duymadı.
(80) Sevinç hanım, tüm bu bakışlardan rahatsız
olunca Kraliçe’nin en az yirmi metre gerisinde yürümeye başladı. Rıfkı’ya da
“Al bu kadını, nereden getirirsen oraya götür hemen! Para, mara da istemez.
Bıraktıktan sonra vakit kaybetmeden eve geri dön.” dedi. Rıfkı, hızla
Kraliçe’nin yanına giderek onu başka bir sokağa doğru yönlendirdi. Sonra da
kimse görmeden tılsımlı yüzüğünün yardımıyla onu sarayına geri götürdü. Daha
sonra da annesinin sözüne dinleyerek hemen eve geri döndü.
(81) Saraya varır varmaz Kraliçe’nin ilk işi,
alt kata inerek sihirli aynanın karşısına dikilmek oldu. Sonra da ona her
zamanki gibi “Ayna ayna, güzel ayna, benden güzeli var mı bu dünyada?” diye
sordu. Kraliçe’yi tanımayan ve onu başka biri sanan sihirli ayna, onu tersledi.
-Sen de kimsin kadın? Kraliçe görmeden,
git hemen buradan.
-Beni tanımadın mı ayna? Ben Kraliçe’yim.
Tabi bu kadar güzelleşince tanımam da normal!
-Kraliçe mi? Hay Allah siz miydiniz ya! Ne
olmuş size böyle Kraliçem? Vah vah vah!
-Soruma cevap vermedin ayna! Söyle
bakalım, benden daha güzeli var mı bu dünyada?
(82) Kraliçe’yi şekilsiz ve çirkinleşmiş
haliyle karşısında gören ayna, ne yapacağını, nasıl bir cevap vereceğini
bilemedi. Bu yüzden uzunca bir süre sessiz kaldı. Çünkü doğruyu söylese
Kraliçe sinirinden onu kırabilirdi. Yalan söylese yalan söylediği elbette
ortaya çıkardı. Ayna “Ne yapayım? Ne edeyim mi?” diye düşünürken bu stresi daha
fazla dayanamadı ve en az elli yerinden çat diye çatladı. Sonra da tuzla buz
oldu. Kırılan tüm parçaları etrafa saçıldı. Bu durum karşısında şok geçiren
Kraliçe “Rıfkııııı!” diye avazı çıktığı kadar bağırdı. Aynanın tuzla buz
olmasından çok çirkinleştiğini anlayan Kraliçe, iyice çıldırdı. Etrafta ne var
ne yoksa yere atmaya, duvarlara çarpmaya başladı.
(83) O sırada gürültünün sebebini merak edip
oraya gelen Pamuk Prenses, Kraliçe’yi o çirkin haliyle görünce “Ay bu cadı da
nereden çıktı?” diyerek korktu ve oradan hızla kaçtı. Kaçarken de
nöbetçilerden de yardım istedi. Pamuk Prenses'in kendisi için “Cadı” kelimesini
kullanmasına sinirlenen Kraliçe, o an Pamuk Prenses için bir karara vardı.
(84) İyice bir yıkanıp kendine gelen ve eski
haline dönen Kraliçe, hemen celladı çağırdı. Ona yarın akşam prensesi gezmeye
götürmesini ve onu öldürmesini emretti. Onu öldürdüğünün kanıtı olarak da
prensesin elbisesine ait kanlı bir kumaş parçası getirip kendisine göstermesini
istedi. “Emredersin Kraliçem” diyen cellat, hemen Pamuk Prenses'in yanına gitti
ve yarın akşam onu güzel bir yere götüreceğini söyledi. Merakla “Nereye
götüreceksin?” diyen Pamuk Prenses'e “Sürpriz olsun. Yarın akşam gidince
görürsün!” dedi
(85) Ertesi günün akşamı Cellat, Pamuk
Prenses’le beraber saraydan çıktı ve ormana doğru yürümeye başladılar. Onları
sarayın penceresinden seyreden Kraliçe “Sonunda senden kurtulacağım. Bana cadı
demek neymiş görürsün birazdan!” dedi ve sinsice güldü.
(86) Ormanda bir süre gidildikten sonra Pamuk
Prenses, ısrarla nereye gittiklerini sordu. Prensesin kalbinde anlayamadığı bir
korku vardı. Sorduğu sorulara celladın da karşılık vermemesi korkusunu daha da
arttırmıştı. Sonunda başına kötü bir şeyler geleceğini anlayan Pamuk Prenses,
ağlamaya ve cellada yalvarmaya başladı. “Ne olur, beni öldürme! Bırak gideyim,
kimseye söylemem, lütfen!” Cellat bu
yalvarmalara daha fazla dayanamadı. Bir geyiği öldürerek Pamuk Prenses'in
elbisesinden yırttığı bir parçaya geyiğin kanını sürdü.
(87) Daha sonra Cellat “Git buradan. Bir daha
da sakın dönme buralara. Yoksa senin yaşadığını anlayan Kraliçe, seni de beni
de öldürür.” dedi. Celladın sözünü dinleyen Pamuk Prenses, uzaklara, çok
uzaklara kaçtı. Kaçtığı yerde bir ev gördü. Evin kapısını tıklattı. Ama kapıyı
açan olmadı. Bunun üzerine Pamuk Prenses eve girdi. Ev çok dağınıktı. Ortadaki
büyük masada yemek yenilmiş ama sofra toplanmamıştı. Mutfak tezgahında dağ gibi
bulaşıklar, az ötede de yedi tane dağınık yatak vardı. Evin halini gören Pamuk
Prenses “Eyvah, ben nasıl bir yere düştüm! Burayı temizlemek günler, belki de
haftalar alır.” diye düşündü. Karnı çok aç olan Pamuk Prenses biraz ekmek,
peynir ve zeytin yedikten sonra yorgunluğa daha fazla dayanamadı. Pis ve
dağınık olmasına aldırmadan bir yatağın üzerine uzandı ve çok geçmeden de
uykuya daldı.
(88) Akşama doğru evin kapısı açıldı. İçeriye
üstü başı pislik içinde yedi tane Cüce girdi. Madende çalışmaktan gelen bu Cüceler
çok açlardı ve yemeklerini yemek için çok sabırsızlanıyorlardı. Cücelerden
biri, yatağındaki Pamuk Prenses’i görünce hemen arkadaşlarına haber verdi. Cüceler,
yatağın yanına gelince çok şaşırdılar. Dünya güzeli Pamuk Prenses’e merakla ve hayranlıkla
baktılar.
(89) Bu sırada Pamuk Prenses de uyandı. Cüceleri
görünce çok korktu. Birbirleriyle biraz bakıştıktan sonra Pamuk Prenses Cücelerin,
Cüceler de Pamuk Prenses'in zararsız olduğunu anladılar.
(90) Cüceler, yemek yemesi için Pamuk Prenses’i
masaya davet ettiler. Yemek esnasında Pamuk Prenses, onlara başından geçenleri
anlattı. Cücelerin hepsi anlatılanlara çok üzüldüler. Konuşma devam ederken
Pamuk Prenses'in aklına birden Rıfkı’nın “Cücelerin donlarını, kazaklarını
yıkayasın.” bedduası geldi. İçinden “Ah Rıfkı ah, keşke bana beddua etmeseydin.
Bu Cüceler biraz sonra bana yemeklerimizi yaparsan, çamaşırlarımızı yıkarsan, biz
de burada kalmana izin veririz, diyeceklerdir.” diye içinden geçirdi. Biraz
daha konuştuktan sonra Bilgin Cüce, Pamuk Prenses'e bir teklifte bulunur.
-Bak prenses, istersen burada
kalabilirsin. Biz madende çalışırken, sen de yemeklerimizi yaparsın.
-Bu kadar mı? Sadece yemek mi yapacağım?
-Canım işte, kirlendiği zaman donlarımızı,
kazaklarımızı falan da yıkarsın.
-Evet Bilgin, donları ve kazakları
yıkarsın demenizi bekliyordum zaten. Donlarınız, kazaklarınız çok pis
değillerdir inşallah!
-Yani madende çalışıyoruz. İlla ki pis
olacaklardır.
-Ne madeni? Bu madenden ne çıkarıyorsunuz?
-Valla biz sadece kazıyoruz! Ne madeni
olduğunu bilmiyoruz.
-Nasıl yani? Çıkardığınız madeni ne
yapıyorsunuz peki?
-Ne bileyim? Çıkartıp çıkartıp atıyoruz
ormana.
-Eeee, o zaman niye maden de
çalışıyorsunuz?
-Yani ne yapabiliriz ki? Bizim de
masaldaki görevimiz bu!
(91) Pamuk Prenses, Bilgin Cüce’nin teklifini
mecburen kabul etti. Evde her gün aynı şeyleri yapıyordu. Yedi Cücelerle
uğraşmak çok kolay değildi. Ne tuvaleti güzel kullanıyorlardı, ne de yemek
öncesi ve sonrası ellerini yıkıyorlardı. Uyurken de sürekli horluyorlardı.
Onların donlarını, kazaklarını yıkamaktan, yataklarını toplamaktan,
bulaşıklarını yıkayıp evi temizlemekten oldukça bıkmıştı.
(92) Yine çok bunaldığı ve çok bıktığı bir gün
“Rıfkııııı, keşke seni üzmeseydim Rıfkııııı. Bunlar hep seni üzdüğüm için
başıma geldi Rıfkııııı. Affet ne olur. Çok pişmanım çooooook!” diye avazı
çıktığı kadar bağırdı.
(93) Aslında Cüceler de Pamuk Prenses’ten
şikayetçiydiler. Onun güzel yemek yapamadığını, yataklarını güzel toplayamadığını
ve ayrıca donlarını da çok temiz yıkamadığını düşünüyorlardı
(94) O akşam çalışmaktan dönen cüceler, yine
masaya ellerini, yüzlerini yıkamadan ve pis elbiseleriyle oturdular. Bunun
üzerine Pamuk Prenses, açtı ağzını, yumdu gözünü. Cücelere bağırıp çağırdı. O
cücelere bağırınca, Cüceler de ona bağırmaya başladılar. Karşılıklı olarak
birbirlerine bağırıp, çağırdılar.
-Ne pis Cücelersiniz be! Madenden
geliyorsunuz, her tarafınız toz toprak. Gidip yıkansanıza, elbiselerinizi
değiştirsenize.
-Hey Allah'ım ya, yine patates yemeği
yapmaya çalışmış ama becerememiş! Patatesler boş suyun üzerinde yüzüyorlar.
Kızım, nerede bunun eti, salçası, tuzu, soğanı? Dalga mı geçiyorsun sen
bizimle? Kocaman kız olmuşsun ama daha yemek yapmayı bile bilmiyorsun.
-Kes sesini be Cüce! Donlarınızı
yıkamaktan, yataklarınızı toplamaktan, evinizi süpürmekten zaman mı kalıyor?
Hele hele tuvaleti, banyoyu temizlemek için saatlerce uğraşıyorum.
-Bilgin ne diyor bu ya? Kıza acıyıp eve
aldık ama şuna bak, bize hakaret etmeye başladı artık.
-Ne hakareti be! İnsanda sinir minir
bırakmadınız. Hizmetçi gibi kullanıyorsunuz beni. Yeter artık!
-Kızım, çık git evden, defol! Seni
istemiyoruz artık!
-Ay çok da umurumdaydı sanki!
(95) Son cümlesinden sonra Cüceler, Pamuk
Prenses’i kapı dışarı ettiler. O da “Rıfkııııı.” diye bağırarak ormana doğru
koştu. Tam bu sırada Rıfkı da “Şu Cücelerle biraz konuşayım. Pamuk Prenses’e
onlar sahip çıksınlar. Beni de ona bol bol övsünler. Belki böylece prenses benimle
evlenmeye karar verir.” diye düşündü ve tılsımlı yüzüğü sayesinde Cücelerin
yanına gitti. Rıfkı’yı bir anda karşılarında gören Cüceler çok şaşırdılar.
-Ne oluyor ya? Sen de kimsin çocuk? İzin
almadan evimize nasıl girersin? Yol geçen hanı mı burası?
-Korkacak bir şey yok, rahat olun! Ben
Rıfkı’yım.
-Bir anda nasıl ortaya çıktın? Yoksa
büyücü müsün sen?
-Büyücü falan değilim. Sizinle Pamuk
Prenses hakkında konuşacaktım. Nerede? Bahçeye mi çıktı yoksa?
-Bir karış dili vardı. Bize etmediği
hakaret kalmadı. Zaten güzel yemek yapmayı da bilmiyordu. Biz de az önce onu
kapı dışarı ettik.
-Neeee, kapı dışarı mı ettiniz! Hem de
güzel yemek yapamadığı için öyle mi? Yahu o bir prenses, ne anlar yemek
yapmaktan! Yemek yaparken evinizi cayır cayır yakmadığına dua edin
-Neeee, prenses miydi?
-Adını söylemedi mi size?
-Söyledi, Pamuk Prenses dedi.
-Eeeee, Pamuktan sonraki Prenses ne anlama
geliyor? Hiç düşünmediniz mi?
-Doğru ya, desene gitti kellelerimiz!
Yakında askerleriyle tekrar gelir buraya. Kaçsak mı ne yapsak acaba?
-Nereye gitti Pamuk Prenses? Çabuk söyleyin!
-Rıfkıııı, diye bağırarak ormana doğru
koştu. Belki fazla uzaklaşmamıştır.
-Rıfkı mı? Adımı mı söyledi yani?
-Senin adın Rıfkı mıydı?
-Hey Allah’ım ya, ne kadar unutkansınız
böyle! Az önce söyledim ya!
-Kızma Rıfkı kızma! Her gün madende
çalışmaktan ne sinir kaldı ne de hafıza?
(96) Rıfkı, hemen ormana doğru koştu. Çok
geçmeden de Pamuk Prenses’i bir kayanın üzerine oturmuş ağlarken buldu. Rıfkı
“Pamuk Prenses burada mıydın?” deyince onu gören Pamuk Prenses sevinçten
“Rıfkııııı.” Diye sevinerek ayağa fırladı. Ama sonra da yüzünü asarak Rıfkı’ya
kızdı.
-Bana niye beddua ettin Rıfkı? Yıkamadığım
don, kazak kalmadı. Tuvalet bile temizledim. Bulaşıklar zaten yıka yıka
bitmiyordu. Kazan kazan yemek yaptım ama yine de doyuramadım Cüceleri.
-Tamam sakin ol, geldim işte! Şimdi bize
gideceğiz ama odama girince konuşmak yok. Annemin seni görmemesi lazım.
-Beyaz atın nerede Rıfkı? Düldül müydü
neydi adı? Onunla mı gideceğiz odana?
-Ata gerek yok. Biraz sonra odamda oluruz.
Ama bir daha söylüyorum. Sakın sesini çıkarma. Çok sessiz olacaksın tamam mı?
Zaten üvey annen Kraliçe, bugün yeterince rezil etti bizi. Artık annem seni
görürse ne olur bilemem!
-Neeee, kadını bugün maymuna çeviren siz
miydiniz? Ayna bile çirkinliğine dayanamayıp intihar etti.
-Ha ha ha … Demek ayna yok artık, oh
olsun ona!
(97) Biraz sonra Pamuk Prenses ve Rıfkı
odadaydılar. Rıfkı, hemen daha önce Kraliçe’ye giydirdiği kot pantolonu ve
tişörtü yatak odasından tekrar alıp odasına gitti. Pamuk Prenses, bunları
giyerken o da annesine baktı. Annesi evde yoktu. “Annem evde yoksa Pınar da
yoktur.” diye düşündü. Hemen Pınar’ın odasına gidip baktı. Pınar da odasında
yoktu. İçinden “Herhalde komşuya gitmişlerdir.” diye geçirdi.
(98) Biraz sonra Pamuk Prenses, Rıfkı’nın
yanına geldi. Elinde Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler kitabı vardı. Kitaptaki bir
resimde Pamuk Prenses, camdan bir tabutun içindeydi ve ölü gibi yatıyordu.
Beyaz atlı bir prens de onu öpüyordu. Etrafında da Cüceler vardı ve
ağlıyorlardı.
-Rıfkı, neler oluyor? Benim Cücelerin
yanından ayrılmamam gerekiyormuş. Bak bir prens gelip beni buluyormuş zaten.
Görüyor musun bak, hem de atı da beyazmış!
-Ne bileyim prensesim? Ben yanınıza
geldiğimde Cüceler size evden kovmamışlar mıydı?
-Evet ama belli ki Cücelerin yanından
ayrılmamam gerekiyormuş. Eğer beddua etmeseydin belki de bunlar başıma
gelmezdi. Bedduanı çabuk geri al.
-Bir şartla bedduamı geri alırım. Yarın
benimle beraber sınıfa geleceksin, tamam mı?
-Sınıf mı, o da nedir?
-Gelince görürsün.
(99) Rıfkı, teklifini kabul eden Pamuk Prenses’i
ertesi güne kadar nerede
saklayabileceğini düşündü. Annesi ve
babası karşı çıkacağı için kendi evleri olmazdı. Birden aklına önceki
macerasında tanıştığı Kırmızı Başlıklı Kız’ın annesi geldi. Kadın zaten
mutfaktan çıkmıyordu. “Pamuk Prenses de onun yanında güzel yemek yapmayı
öğrenir.” diye düşündü. Tılsımlı yüzüğünün yardımıyla Kırmızı Başlıklı Kız’ın
annesinin yanına gittiler. Kırmızı Başlıklı Kız’ın annesi Rıfkı’yı görünce çok
sevindi. Rıfkı, ona olan biteni anlattı ve Pamuk Prenses'in bir gece yanlarında
kalmasını rica etti. Ertesi gün onu almaya geleceğini söyledi ve odasına tekrar
geri döndü.
(100) Ertesi gün Rıfkı, okuluna biraz erken
gitti. Sınıfta hiç kimse yoktu. Hemen Kırmızı Başlıklı Kız kitabını açarak
okumaya başladı ve tılsımlı yüzüğünün yardımıyla biraz sonra Kırmızı Başlıklı
Kız’ın annesinin yanına gitti. Pamuk Prenses, Kırmızı Başlıklı Kız’la evcilik
oynuyordu. Rıfkı, evdekilere yardımlarından dolayı teşekkür ederek Pamuk
Prenses’le beraber sınıfına geri döndü.
(101) Haftanın ilk günü olduğu için İstiklal
Marşı'nı okumak üzere tüm öğrenciler okul bahçesinde sıra olmuşlardı. Rıfkı da
hemen Pamuk Prenses’le beraber okul bahçesine giderek sınıf sırasına geçti. Biraz
sonra müzik öğretmeni eşliğinde İstiklal Marşı söylenmeye başlandı. Tüm okul,
İstiklal Marşı'nı ahenkli bir şekilde söylerken birden “İ o la la li lo ma me
mi mo ni to ko şi şo ti ……” sesleri duyuldu. Bu garip ve anlamsız seseler,
biraz sonra tüm okul tarafından duyulmaya başlandı. Okul müdürü, hemen bu garip
sesleri kimin çıkardığını bulmaya çalıştı. Biraz sonra da Fuat öğretmenin
sınıfında formasız, diğer öğrencilere göre daha uzun boylu, sarışın ve örgülü
saçlı bir kızın gözlerini kapatarak ve ağzını da yukarıya dikerek kurt gibi
uluduğunu gördü. Pamuk Prenses, İstiklal Marşı'nı bilmediği için anlamsız
seslerle öğrencilere eşlik etmek istemişti. Biraz sonra sesin geldiği tarafa
dönen öğrenciler, kıkır kıkır gülmeye başladılar.
(102) İstiklal Marşı bitince müdür, mikrofondan
“Saygısızlar, terbiyesizler!” diye bağırmaya başladı. Bu sırada Fuat öğretmen,
Rıfkı ile göz göze geldi. Pamuk Prenses’i de onun yanında görünce içinden “Bu
çocuk yine birini tutup getirmiş herhalde!” diye düşündü. Hemen onların yanına
gitti. Pamuk Prenses’i ve Rıfkı’yı kollarından tutarak sınıfa götürdü. Rıfkı’ya
“Sırana geç ve arkadaşınla beraber otur. Hemen geliyorum.” dedi.
(103) İstiklal Marşı bitince Fuat öğretmen,
öğrencileriyle beraber sınıfa girdi. Ayaktaki öğrencilere “Günaydın.” dedikten
sonra “Oturun.” dedi. Sonra da Rıfkı’ya dönerek kızdı.
-Oğlum sen iyice azıttın. Beni bile
dinlemiyorsun artık. Biraz sonra müdür de gelecek. Korkarım anne, babanı da
okula çağıracaktır.
-Yapmayın öğretmenim! Ben size Pamuk
Prenses’i getiriyorum. Siz ise basit bir şeyden dolayı bana kızıyorsunuz.
-Kızım kimsin sen? Adın nedir?
-Ben Pamuk Prenses’im. Ama ne Pamukluğum
ne de prensesliğim kaldı. Cücelerin donlarını, kazaklarını yıkanmaktan, pis
evlerini temizlemekten, kazan kazan yemek yapıp onların aç karınlarını
doyurmaya çalışmaktan sanki on yaş ihtiyardım.
(104) Pamuk Prenses’e dikkatlice bakan Fuat
öğretmen, onun sarışın, mavi gözlü, beyaz tenli, küçük ağızlı ve ince burunlu
halini görünce bu kızın Türk olmadığını anladı. Farklı biriydi ama onunla
uğraşacak hali yoktu. Pamuk Prenses'e “Kızım hemen evine git. Bir daha da
Rıfkı’ya uyup böyle şeyler yapma. Tamam mı?” deyip onu tam kapı dışarı
edecekken müdür bey, bir adamla içeri girdi. Müdür bey, Fuat öğretmene:
-Hocam, sınıfınız ilçede örnek sınıf
seçilmiş. Müfettiş bey hem ödülünüzü vermeye, hem tebrik etmeye, hem de
dersinize katılmaya gelmiş, dedi. Müdür konuşurken bir yandan da İstiklal Marşı
okunurken garip sesler çıkaran Pamuk Prenses’e ters ters bakıyordu.
(105) Müfettiş, müdüre teşekkür ettikten sonra
onu gönderdi. Müfettiş önce Fuat öğretmeni sonra da öğrencileri tebrik ettikten
sonra “Çocuklar katıldığınız resim, yazı ve şiir yarışmalarında birçok ödüller
kazandınız. Biz de bu nasıl bir sınıf, nasıl bu kadar başarılı olmuşlar, diye
sizi bir inceleyelim dedik.” Bu sırada müfettişin dikkatini Pamuk Prenses
çekti.
-Kızım, sarışın olan, kalk bakalım ayağa.
-Buyrun.
- “Kendimi Tanıtıyorum Yarışmasında” bu
sınıftan bir öğrenci birinci olmuş. Beşincilik, altıncılık ve onunculuk da size
ait. Demek ki daha önce bu konuda çalışmalar yapmışsınız. Hadi bakalım, tanıt
kendini kızım.
-Ben Pamuk Prenses’im, Kral babam ölünce
üvey annem olan kötü Kraliçe, ülkeyi yönetmeye başladı. Bir gün beni kıskandığı
için öldürmek isteyince ben de kaçtım.
-Hocam ne diyor bu kız? Ben gelmeden önce
piyes mi çalışıyorsunuz? Oradaki rolüne mi kaptırdı kendini?
-Şey müfettiş bey, …..
-Lütfen bir prensesin sözünü kesmeyin!
Neyse cellat sayesinde kurtulduktan sonra Cücelerin evine sığındım. Her gün
hizmetçi gibi onların donlarını, kazaklarını yıkadım. Kazan kazan yemekler
yaptım ama bu Cüceleri bir türlü doyuramadım.
-Kızım sana kendini tanıt dedim, sen ise
bana masal anlatıyorsun! Hiç yakıştıramadım Fuat öğretmen. Halbuki ne
hayallerle gelmiştim bu sınıfa.
-Neyse beni hem bu cücelerden hem Kraliçe’den
hem de bu Rıfkı’dan kurtaracak beyaz atlı prensimin gelmesini bekliyorum. Siz
gelirken yolda beyaz atlı prensi gördünüz mü?
-Kızım sen benimle dalga mı geçiyorsun?
-Dalga mı? Deniz yakın mı buraya Rıfkı?
Prens belki deniz yoluyla gelir.
-Kızım benimle konuş, Rıfkı’yla değil!
Hocam, bu kız özürlü mü yoksa?
-Yok hocam, özürlüye pek benzemiyor.
-Yani tüm bunları kasıtlı mı yapıyor?
-Rıfkı, beni buraya sen getirdin ama
inşallah bu kadar kişinin donunu, çorabını falan yıkatmazsın. Bu kadar çamaşırı
yıkayamam valla.
-Kızım prensesim diyorsun ama devamlı don,
çorap yıkamaktan bahsediyorsun! Sen temizlikçi misin yoksa?
-Haddini bil be adam! Sen kimsin ki
benimle böyle konuşuyorsun? Prensesim ben prenses.
(106) Müfettiş, Pamuk Prenses’in kendisiyle
böyle terbiyesizce konuşması üzerine Fuat öğretmene ters ters baktı. Sonra da
öğrencilerin ödüllerini vermeden sinirli bir şekilde sınıfı terk etti. Bunun
üzerine Fuat öğretmen “Rıfkıııı!” diye bağırarak onun üzerine yürüdü. Rıfkı,
Pamuk Prenses’in elinden tuttuğu gibi hızla sınıftan dışarıya kaçtı. Onlar
kaçarken Fuat öğretmen de onların peşindeydi. Biraz sonra müdür de bağıra
çağıra onların arkalarından koşmaya başladı.
(107) Rıfkı ve Pamuk Prenses yakalanma
korkusuyla kaçıyorlardı. Fuat öğretmen sınıfı kötü gösterdikleri için, müdür de
okula gelecek bir ödülü engelledikleri için çocukları kovalıyorlardı. Bir süre
sonra çocuklar, çıkmaz bir sokağa girdiler. Rıfkı hemen tılsımlı yüzünün
yardımıyla Pamuk Prenses’i geri götürdü. Fakat kendilerini bir anda Cücelerin
evinde buldular. Pamuk Prenses’i gören Cüceler, hemen onları kovalamaya
başladılar. Rıfkı ve Pamuk Prenses kendilerini evden dışarıya zor attılar.
Cüceler, Pamuk Prenses’i ettiği hakaretlerden dolayı affetmemişlerdi.
(108) Cücelerden kurtulan çocuklar, bir ağacın
dibinde dinlenirlerken bir prens gördüler.
Prens, Pamuk Prenses’i görür görmez aşık
olmuştu. Ama atı kahverengi olduğu için Pamuk Prenses onunla hiç ilgilenmedi
bile. Neymiş atı illa beyaz olacakmış! Rıfkı, Pamuk Prenses’le artık uğraşmak
istemiyordu. Bir an önce ondan kurtulmak istiyordu. Bu yüzden onu zorla ikna
etmeye çalıştı. “Yahu at beyaz olmuş, kahverengi olmuş, ne fark eder? Önemli
olan mutlu olman değil mi? Bu prens hem yakışıklı, hem de eli, yüzü düzgün. Bak
bu kısmeti kaçırma. Hadi, ata bin de prensle beraber git.” dedi ve onu zorla
ikna etti.
- SON –
Beğendiyseniz yorum yapmayı ve paylaşmayı unutmayın. :)
0 Yorumlar