YouTube İlkokulu - Türkçe, Matematik, Fen Bilimleri ve Daha Fazlası RIFKI SERİSİ: KIRMIZI BAŞLIKLI KIZIN ADI NEDEN SEVİNÇ OLDU - YOUTUBE İLKOKULU

RIFKI SERİSİ: KIRMIZI BAŞLIKLI KIZIN ADI NEDEN SEVİNÇ OLDU

İlkokul Hikaye Yazma Etkinlikleri

Kitap Adı: Kitap Gezgini Rıfkı 


ÖN BİLGİ

Rıfkı, kimsenin bilmediği hatta annesinin, babasının ve kardeşi Pınar'ın bile bilmediği bir şeye sahipti. Bu şey, tılsımlı bir yüzüktü. Geçen seneki yaz tatilinin bir kısmını, köydeki dedesinin yanında geçirmişti. Bu yüzüğü de samanlıkta oynarken bulmuştu. Onu parmağına taktığında büyük gelen yüzük, bir anda daralarak kendini Rıfkı’nın parmak ölçülerine göre ayarlamıştı. Ayrıca bu yüzüğü ondan başka kimse göremiyordu. Yüzüğün en büyük özelliği onu, kitapların içine sokabilmesi ve hikâyelerdeki karakterlerle konuşmasını sağlayabilmesiydi. Bu karakterler insan, hayvan, bitki ya da böcek bile olabilirdi. Rıfkı, ayrıca bu tılsımlı yüzük sayesinde kendisiyle beraber kitaplara girip çıkanlara yaşadıkları her şeyi unutturabiliyordu. Böylece yüzüğünün deşifre olmasını da önlemiş oluyordu.                   


           Kırmızı Başlıklı Kızın Adı Neden Sevinç Oldu

 

(1) Rıfkı, dördüncü sınıfa gidiyordu. Okulu evlerine çok fazla uzak değildi. O yüzden bir yıldır okuluna bazen tek başına, bazen de arkadaşlarıyla beraber gidip geliyordu. Rıfkı, yaşıtlarına göre uzun boylu ama zayıf, sıska bir çocuktu. Çok yemesine rağmen bir türlü kilo alamıyordu. Annesi bunun sebebini Rıfkı’nın çok hareketli oluşuna bağlıyordu.
 (2) Rıfkı, kimsenin bilmediği hatta annesinin, babasının ve kardeşi Pınar'ın bile bilmediği bir şeye sahipti. Bu şey, tılsımlı bir yüzüktü. Geçen seneki yaz tatilinin bir kısmını, köydeki dedesinin yanında geçirmişti. Bu yüzüğü de samanlıkta oynarken bulmuştu. Onu parmağına taktığında büyük gelen yüzük, bir anda daralarak kendini Rıfkı’nın parmak ölçülerine göre ayarlamıştı. Ayrıca bu yüzüğü ondan başka kimse göremiyordu. Yüzüğün en büyük özelliği onu, kitapların içine sokabilmesi ve hikâyelerdeki karakterlerle konuşmasını sağlayabilmesiydi. Bu karakterler insan, hayvan, bitki ya da böcek bile olabilirdi.
   (3) Rıfkı’nın, yüzüğüne ait bu özelliği keşfetmesi de ilginç olmuştu. Bir gün “Maymun Çarli’nin Bir Günü” adlı bir kitabı okuyordu. Kitapta yazan bir cümle dikkatini çok çekmişti. O cümlede “Çarli, muz ağaçlarından dilediği kadar taze muz yiyebiliyordu.” diye yazıyordu. Onun istediği kadar taze muz yemesine özenen Rıfkı “Keşke ben de orada olsaydım.” diye içinden geçirmişti. Bunu içinden geçirir geçirmez de tılsımlı yüzüğü sayesinde kendini bir anda kitabın içinde, Çarli’nin yanında bulmuştu. Rıfkı’yı aniden karşısında gören Çarli, çok şaşırmış, biraz da korkmuştu.
-Sen de kimsin çocuk? Bir anda nereden çıktın böyle?
-Aaaa ama sen konuşuyorsun Çarli!
-Kimsin sen? Adımı nereden biliyorsun?
-Ben Rıfkı’yım. Seni anlatan bir kitabı okurken, kendimi bir anda kitabın içinde buldum.
-Hadi canım! Öyle bir şey nasıl olabilir?
-Şeyyy, muz ağaçlarından dilediğin kadar taze muz yediğin bölümü okurken, benim de canım taze muz çekti. “Keşke ben de orada olsaydım. Keşke ben de Çarli gibi taze muz yiyebilseydim.” diye içimden geçirince kendimi bir anda burada buldum.
-Saçma ama neyse! Al sen de ye. Doymazsan söyle yine veririm.
-Vay be Çarli! Bir maymunun elinden muz yiyorum. Arkadaşlarıma anlatsam inanmazlar.
-Valla Rıfkıcığım, ben de ilk defa bir insana muz ikram ediyorum.
-Bu muzlar, satın aldıklarımızdan çok daha iyi, çok daha lezzetliymiş Çarli.
-Eeee, dalından taze taze yiyorsun da ondan.
-Hımmm, çok güzelmiş. Bir tane daha yiyebilir miyim?
-Ye tabi ki. Madem canın çekti, istediğin kadar ye. Sen burada misafirimsin.
-Sağ ol Çarli.
-Sen kaç yaşındasın Rıfkı?
-On yaşındayım.
-Ben de on beş yaşındayım. İstersen bana adımla hitap etme artık! Bundan sonra bana Çarli abi demen daha uygun olur.
-Nasıl yani? Maymunlar da mı kendilerinden yaşça büyük olanlara abi diyorlar?
-Tabi ki hayır, biz maymunuz!  Ne işimiz olur böyle şeylerle?
-Eeee, öyleyse benden niye böyle bir şey istiyorsun?
-Ben Türkiye’de beş yıl kaldım. Sezgin adında bir sahibim vardı. O ve arkadaşları kendilerinden büyüklere abla, abi, teyze, amca diye hitap ederlerdi. Madem sizde böyle güzel bir adet var, senden yaşça büyük olduğum için bana da abi demelisin.
-Olur Çarli.
-Öhö ne Çarlisi Rıfkı? Çarli abi diyeceksin, diye anlaştık ya!
-Ne yapayım Çarli abi? Şimdiye kadar bir maymuna hiç abi demedim. Bu yüzden abi derken biraz zorlanıyorum.
-Alışırsın Rıfkıcığım alışırsın.
-Madem bir sahibin var, öyleyse niye onun yanında değilsin? Niye ormanda yaşıyorsun?
-Sezgin abi, iyiydi hoştu ama fakir bir üniversite öğrencisiydi. Parasız kaldıkça benim muzlara dadanıyordu. Onu kaç kere uyardım. “Bak muzdan başka yiyebileceğim bir şey yok! Senin yüzünden defalarca aç kaldım. Lütfen muzlarıma dokunma artık!” dedim. Ama acıktıkça ya da canı çektikçe muzlarımdan birer, ikişer aşırdı. Çok uyardım fakat beni dinlemedi.
-İyi de sen o kadar muzu nereden buluyordun ki?
-Yanımızda bir manav vardı. Manav Rüstem amca derlerdi ona. Bazen o, bazen konu komşu, bazen de Sezgin abinin arkadaşları getirirlerdi.
-Vay be, ne kadar çok sevenin varmış Çarli abi!
-Maymun olunca sevenin de çok oluyor Rıfkıcığım. Birkaç komik hareket, biraz da maymun bağırması yapıyordum. Böyle şeyler insanların çok hoşuna gidiyordu. İnsanlar çok sempatik buluyorlardı beni. Yani rahatım yerindeydi. Ama bu Sezgin abinin fakirliği ve pis boğazı yüzünden rahatım bozuldu. Onun yüzünden çoğu geceler aç yattım. Sonunda dayanamadım ve “Beni memleketime, Afrika'ya gönder. Yoksa burada açlıktan öleceğim. Şimdiden beş kilo vermişim.” dedim. O da halime acıdı ve bir yolunu bulup, beni buraya gönderdi. Yoksa şimdiye kadar çoktan ölmüştüm.
-Gel, istersen bize gidelim Çarli abi. Ben henüz dördüncü sınıfa gidiyorum. Üniversiteye gitmeme de daha çok var. Ayrıca muzu da çok fazla sevmem.
-Sizin oralarda muz pahalıdır. Baban bakamaz bana. Sahi, senin baban ne iş yapıyordu?
-Benim babam kasaptır. Kazancı da fena değildir.
-Kasap mı? Aman satırmış, bıçakmış korkarım şimdi ben!
-Çarli abi, şu karşıdaki aslan bize doğru niye koşarak geliyor?
-Kaç Rıfkı kaç! Geldiğin yere geri dön. Yoksa bu aslan seni çarpalar.
-Tamam Çarli abi, hadi kendine iyi bak.
-Bak hala konuşuyor ya! Kaç kurtar kendini. Ben de ağaca tırmanıyorum. Çabuk kaaaaç!


   (4) Rıfkı, eve dönmek isteyince kendisini bir anda odasında bulmuştu. Bu olaydan sonra da yüzüğü nasıl yöneteceğini iyice öğrenmişti. İstediği masal ya da hikaye kitabının içine girerek yeni maceralar yaşıyordu. Ya da hikaye veya masallardaki karakterlerle tanışıyordu. Bazen de onlara nasihatlerde bulunuyordu.
   (5) Rıfkı, çok çalışkan bir öğrenci değildi. Tembel de değildi. Çok zayıf olduğu için okulda arkadaşları ona “sıska” diyorlardı. O da arkadaşlarına “Benim adım sıska değil, Rıfkı.” diye tepki gösteriyordu. Gerçi Rıfkı’nın kendisi de az değildi. O da arkadaşlarına bazen lakaplar takarak eğleniyordu. Çocukluk işte, illa ki birileriyle uğraşacaklardı.
   (6) Bir gün Rıfkı’nın öğretmeni Fuat öğretmen, velilere bir not gönderdi. Notta pazar günü veli- öğretmen görüşmesi yapacağını ve müsait olan tüm velilerin, görüşmeye mutlaka katılmalarını istedi.
   (7) Pazar günü Rıfkı’nın annesi Sevinç hanım, görüşmeye biraz erken gitti. Henüz çok fazla veli yokken, Rıfkı’nın durumu hakkında biraz ayrıntılı bilgi almak istiyordu. Görüşme yerine gittiğinde henüz kimse gelmemişti. Öğretmen de masasında oturmuş önündeki bazı kağıtlara göz gezdiriyordu. Sevinç hanım, selam verip öğretmenin halini ve hatırını sorduktan sonra öğretmene yakın bir sıraya oturdu.
-Hocam, özellikle erken geldim. Rıfkı’nın durumunu çok merak ediyorum. Kimse yokken rahat rahat konuşalım istedim.
-Rıfkı, iyi bir öğrenci ama nedense derslere olan ilgisi yeterli seviyede değil gibi. Özellikle son zamanlarda garip bir huy edindi. Okuduğu kitaplardaki bazı karakterleri eleştiriyor hatta onlara kızıyor. Bana “Niye öyle yapıyorlar, niye böyle davranıyorlar?” diye sürekli sorular soruyor.
-Evet hocam, bu durum benim de dikkatimi çekti. Size sorduğu soruları zaman zaman bana da soruyor. Ayrıca son zamanlarda çok fazla kitap okumaya başladı. Bu hoşuma gidiyor ama okuduğunu anlat diyorum, biraz anlattıktan sonra kem küm etmeye başlıyor.
-Yani, çocuk olmak böyle bir şey işte Sevinç hanım. Büyüdükçe bütün bu endişelerinizin geçtiğini göreceksiniz. Sadece biraz zamana ihtiyacımız var.
-Neyse biz veliler hep çocuklarımızın derslerini sorarız. Acaba Rıfkı’nın ahlakı nasıl? Davranışlarında bir sorun var mı?
-Rıfkı’yı çok iyi yetiştirmişsiniz. Gerçekten tebrik ederim. Terbiyeli, insanlara karşı saygılı, çevreye karşı duyarlı bir çocuk. Hiç küfür ettiğini duymadım. Çöpleri mutlaka çöp kovasına atar. Sadece biraz hareketli, yerinde fazla duramıyor. Onun da zamanla geçeceğini umuyorum.
   (8) Ertesi gün Türkçe dersinde Fuat öğretmen, öğrencilere yüksek sesle okuma yaptıracaktı. Amaç herkesin duyabileceği bir ses tonuyla ve anlaşılır bir şekilde öğrencilere okuma becerisi kazandırmaktı. Okuma sırası gelen öğrenci, yazı tahtasının önüne gelerek Kırmızı Başlıklı Kız masalını, kendisinden önceki arkadaşının bıraktığı yerden devam ettirerek okuyordu.
   (9)                    Kırmızı Başlıklı Kız
    Bir zamanlar küçük ve sevimli bir kız çocuğu varmış. Bir gün annesi ona başlığı olan  kırmızı bir pelerin dikmiş. Bu kırmızı pelerin kıza öyle yakışıyormuş ki zamanla herkes onu Kırmızı Başlıklı Kız diye çağırmaya başlamış. Annesi bir gün onu yanına çağırmış:
“Kızım, bu çörekleri ve bu bir tas çorbayı al, büyükannene götür. Tamam mı? Zavallıcık çok hasta olmuş.”
Kırmızı Başlıklı Kız, “Peki anneciğim.” demiş. Sepeti almış, yola çıkmış. Kırmızı Başlıklı Kız, ormandan geçerken karşısına kurt çıkmış. “Nereye gidiyorsun böyle Kırmızı Başlıklı Kız?” diye sormuş.
Kırmızı Başlıklı Kız, onun kötü bir kurt olduğunu bilmiyormuş. Tanımadığı, bilmediği bu kurda güvenmiş ve onunla konuşmaya başlamış. “Ormanın öbür ucunda oturan büyükanneme çorba ile çörek götürüyorum. Kendisi çok hasta da.”
    Kurdun birden ağzı sulanmış. “Bu çok iyi oldu işte. Hem kızı hem de büyükannesini yerim.” diye düşünmüş. Kurdun kötü niyetinden habersiz olan Kırmızı Başlıklı Kız, şarkı söyleye söyleye, çiçek toplaya toplaya yoluna devam etmiş. Bu sırada kurt, kestirme yoldan koşarak büyükannenin evine varmış. Kapıyı tıklatmış ve sesini incelterek:
“Tak tak tak!”
“Kim o?”
“Benim büyükanne, torununuz Kırmızı Başlıklı Kız. Annem hastalandığınız için size yiyecek bir şeyler gönderdi.”
“Gir içeri torunum. Kapı açık.”
    Kurt, kapıyı açıp içeri girmiş. İçeri girer girmez de babaannenin üstüne atlamış. Kurt babaannenin elini ayağını iple ve bağırıp ses çıkarmasın diye de ağzını bir bezle bağlamış. Sonra büyükannenin başlığını giymiş, gözlüğünü takmış, yatağa girip Kırmızı Başlıklı Kız’ın gelmesini beklemeye başlamış. Az sonra evin önüne gelen Kırmızı Başlıklı Kız, kapıyı tıklatmaya başlamış.
“Tak tak tak!”
“Kim o?”
“Benim büyükanne Kırmızı Başlıklı Kız, annemin yolladığı çorbayla çörekleri getirdim.”
“İçeri gir torunum. Kapı açık.”
    Kırmızı Başlıklı Kız, kapının kolunu çevirip içeri girmiş. Kurt, yorganın altına iyice girip, kızı yanına çağırmış. Kırmızı Başlıklı Kız, yatağın yanına iyice sokulduktan sonra büyükannesinin görünüşünden biraz şüphelenmiş. “Neyin var büyükanne? Sanki biraz değişmiş gibisin!” dedikten sonra kurda peş peşe sorular sormuş.
“Ne kadar kocaman kolların var büyükanne?”
“Seni daha sıkı kucaklamak için yavrum!”
“Ne kadar kocaman gözlerin var büyükanne?”
“Seni daha iyi görebilmek için evladım.”
“Ne kadar kocaman kulakların var büyükanne?”
“Seni daha iyi işitmek için yavrum.”
“Ne kadar kocaman ağzın var büyükanne?
“Seni daha iyi yemek için!”
    Kurt, birden Kırmızı Başlıklı Kız’ın, üzerine atlamış ama onu yakalayamamış. Kırmızı Başlıklı Kız, hemen dışarıya çıkıp kaçmaya başlamış. Kurt da peşinden koşmuş. Bu sırada oradan geçen bir avcı, bir kurdun Kırmızı Başlıklı Kız’ı kovaladığını görünce hemen tüfeğini omuzundan indirmiş ve kurda nişan almış. Tetiğe basmasıyla beraber de kötü kurdu vurup öldürmüş. Avcının yanına gelen Kırmızı Başlıklı Kız, ona kurdun babaannesini yediğini söylemiş. Avcı, kurdun karnını yararak babaanneyi kurtarmış. Babaanne ve Kırmızı Başlıklı Kız, kendilerini kurttan kurtardığı için avcıya çok teşekkür etmişler. Böylece kötü kurt, yaptığı kötülüğün cezasını canıyla ödemiş.”

   (10) Okuma bitince Fuat öğretmen, öğrencilerine “Çocuklar, bu masalı aklında kaldığı kadarıyla kim anlatmak ister?” dedi. Ayşe sınıfın çalışkan öğrencilerindendi. Hemen parmak kaldırdı ve aklında kaldığı kadarıyla masalı anlattı. Ondan sonra da Erdi anlattı masalı. Ancak Erdi'nin “r” harfini söyleyememe sorunu vardı. “r” yerine “y”  derdi. Bu yüzden “Kıymızı Başlıklı Kız, biy gün oymanda babaannesine doğyu gideyken, kayşısına biy kuyt çıkmış.” şeklinde masalı anlatmaya başlayınca bazı öğrenciler gülmeye başladılar. Erdi her zamanki gibi bundan rahatsız oldu ve gülmekte biraz aşırıya giden arkadaşı Orhan’ı, hemen öğretmenine şikayet etti. “Öğyetmenim, Oyhan’a bakay mısınız? Bana süyekli gülüyoy.”
   (11) Orhan da kekeme bir öğrenciydi. Erdi’nin o kadar öğrenci arasından sadece kendisini şikayet etmesi üzerine, hemen kendisini savunmaya çalıştı.
-Öööğreetmenim, sa sa sadece be be ben gü gü gül gülmedim ki! He he her herkes gü gü güldü.
   (12) Kulakları biraz ağır işiten ve işitme cihazını o gün takmayı unutan Bülent, hemen araya girdi.
-Öğretmenim Kıymık Batan Kız kitabı yeni mi çıktı? Sanki Kırmızı Başlıklı Kız masalına benziyor değil mi?
   (13) Sınıfın en şakacı öğrencisi Zeki, bu fırsatı kaçırır mı? Bülent’ten sonra hemen o, lafa karıştı.
-Öğyetmenim Kıymık Batan Kız kitabını da alalım mı? Okuduktan sonya da özetini çıkayalım mı? Ha ha ha ….
   (14) Sınıfın en tez canlı ve heyecanlı öğrencisi Temel de öğretmenini soru yağmuruna tuttu.
-Öğretmenim ben daha “Kıymık Batan Kız” kitabını almadım. Hemen mi alacağız? Okumamız için kaç gün süre vereceksiniz? Bizim kırtasiyeye de gelmiş midir acaba?
   (15) Fuat öğretmenin, bütün bu konuşmalara canı sıkıldı. Dersi bu tür gereksiz şeylerle böldükleri için öğrencilerine kızdı.
-Susun çocuklar, yeter artık! Biraz öğrenci gibi davranan lütfen. Gereksiz bir sürü konuşmayla dersi kaynattınız.


   (16) Birisinin kusuruyla dalga geçmek kötü bir huy ve kötü bir davranıştı. Fuat öğretmen, bu konuda öğrencilere defalarca nasihatlerde bulunmuş ve kimseyle dalga geçmemeleri için öğrencilerini defalarca uyarmıştı. Fakat bazı öğrenciler nedense geç anlıyorlardı. Bunlardan biri de Zeki’ydi. Öğretmen, komiklik olsun diye ağır işiten Bülent’le ve r’leri söyleyemeyen Erdi’yle dalga geçen Zeki’ye dönerek:
-Zeki, anneni mi yoksa babanı mı arayayım çocuğum, dedi.
-Ne oldu ki öğretmenim?
-Bülent arkadaşının ağır işittiğini ve konuşulanları bazen yanlış anladığını biliyorsun. Onunla alay etmen sence onun kalbini kırmış mıdır?
-Bilmiyorum.
-Belki annem bilir. Sorayım mı?
-Hayır öğretmenim.
-Belki de baban bilir. Arayayım mı?
-Onu da aramayın öğretmenim.
-O zaman ne yapacağız?
-Sanırım Bülent’ten özür dilemem gerekiyor.
-Sadece Bülent’ten mi?
-Bir de Erdi’den.
-Aferin bak, kimlerin kalbini kırdığını da biliyorsun! Hadi öyleyse, özür diledi de dersimize devam edelim.
-Özür dilerim Bülent, özür dilerim Erdi. Bir daha sizinle alay etmeyeceğim.
   (17) Ama kulaklığını evde unutan Bülent, Zeki’nin konuşmasını yine yanlış anladı.
-Olay mı? Ne olayı? Ne oldu ki?
-Olay değil, Bülent alay, alay. Ha ha ha ….
   (18) Zeki gülünce, tüm sınıf da gülmeye başladı. Öğretmen de hafifçe birazcık güldü. Sonra da öğrencilerine biraz takıldı.
-Hey Allah'ım ya! Yahu çocuklar, daha önceden anlaştınız mı nedir? Hepiniz bu sınıfa nasıl oldu da düştünüz? İnanın, diğer sınıflar bu kadar eğlenceli değiller.
Sınıfın çalışkanlarından Ayşe:
-Öğretmenim, iyi ki bizim öğretmenimiz olmuşsunuz. Sizi çok seviyoruz, dedi. Fuat öğretmen de:
-Böyle söylediğime bakmayın çocuklar. Ben de sizi çok seviyorum. Ama biraz daha akıllı uslu olsanız ne güzel olurdu.
   (19) Bu sırada Rıfkı, masalla ilgili aklına takılan bir şeyi sormak için parmak kaldırdı. Öğretmeni söz verince de aklına takılan şeyi ona sordu.
-Öğretmenim, annesi Kırmızı Başlıklı Kız’ı niye tek başına büyükannesine göndermiş ki? Kocaman Orman. Kızını, büyükannesine gönderirken başına bir şey gelebileceğini hiç düşünmemiş mi?
-Masal bu Rıfkı, yazarı öyle yazmış işte! Ne yapabiliriz ki?
-Annesi, küçücük kızını tek başına kocaman ormana salıyor. Neymiş? Büyükannesi hastaymış da yemesi için ona bir şeyler götürecekmiş.
-Çocuğum masal dedik ya! Niye bu kadar çok kafana taktın?
-Hele bir akşam olsun! Ben bunun hesabını annesine sorarım elbet.
-Hayırdır Rıfkı, Kırmızı Başlıklı Kız ve annesi mahallenize mi taşındılar?
-Hayır öğretmenim, nasıl taşınsınlar? Onlar masal kahramanı.
-Eeee, annesine nasıl hesap soracaksın o zaman?
-Şeyyy, öyle mi dedim? Şaka öğretmenim şaka! Ne hesap sorması?
-Çocuklar sizinle uğraşmaktan, matematik dersini yapmaya fırsatım olmadı.
   (20) Öğrenciler, hep bir ağızdan “Yaşasııııın!” diye sevinçle bağırdılar. Bunun üzerine Fuat öğretmen:
-Demek yaşasın, öyle mi? Bundan sonraki ders resim dersiydi çocuklar. Bu dersi iptal ediyorum. Yerine de matematik yapacağım. Tamam mı, diyerek öğrencilere tepki gösterdi.
Öğretmenlerinden böyle bir tepki beklemeyen öğrenciler, hep bir ağızdan “Haayııııır.” diye itiraz ettiler. Ayşe, Fuat öğretmenin konuşmasına fırsat vermeden hemen araya girdi:
-Ama öğretmenim, resim dersi en sevdiğimiz derstir bizim, dedi. Ayşe’nin konuşmasından sonra öğrenciler de hep bir ağızdan “Lütfeeeeeen! Bir daha yaramazlık yapmayacağıııız.” diye söz verince, Fuat öğretmen de onları kırmayarak “Peki peki, hadi artık tenefüse çıkın.” diyerek öğrencilerini kırmadı.
   (21) Rıfkı, akşam yemeğinden sonra odasına çekildi. Hemen Kırmızı Başlıklı Kız kitabını okumaya başladı. Amacı Kırmızı Başlıklı Kız’ın annesinin yanına giderek ona biraz nasihat etmekti. Biraz sonra tılsımlı yüzüğü sayesinde kendisini mutfakta, Kırmızı Başlıklı Kız’ın annesinin yanında buldu. Kadın her zamanki gibi çörek yapıyor, çorba pişiriyordu. Onu bir anda karşısında gören kadın, çok korktu ve çok şaşırdı.
-Ay sen de kimsin çocuk? Nereden çıktın böyle?
-Korkma teyze korkma! Ben kötü biri değilim. Adım Rıfkı. Sana bir şeyler söyleyip gideceğim hemen.
-Nereye gideceksin? Hem sen nereden geldin bakayım Rıfkı?
-Teyze, anlatsam da hem anlamazsın hem de inanmazsın. Zaten fazla vaktim de yok. O yüzden beni iyi dinle. Sen kocaman bir insansın. Neden kızını tek başına büyükannesinin yanına gönderiyorsun?
-Aaaa, Sana ne be! Sen kimsin ki bana hesap soruyorsun?
-Niye mi hesap soruyorum? Ormandaki kurdu duymadın mı sen?
-Duymuştum.
-Yani duymana rağmen, kızını tek başına ormana salıyorsun. Öyle mi?
-Evet, ne var ki bunda?
-Sen ne kadar rahat bir insansın teyze! İnsan, küçücük kızını düşünmez mi, merak etmez mi hiç? Madem büyükannesi hasta, beraber gidip iyileşene kadar onun yanında kalsanıza.
-Doğru diyorsun valla. Bu hiç aklıma gelmemişti.
-Hem bu kızın bir adı yok mu? Niye devamlı Kırmızı Başlıklı Kız diyorsunuz ona?
-Ad mı? Aaaa, ben bu kıza ad da koymayı unutmuşum. Hay Allah ya! Devamlı çorba pişirip, çörek yapmaktan kıza ad koymayı da unutmuşum. Adını ne koysam acaba? Var mı önerebileceğin bir isim Rıfkı?
   (22) Rıfkı, biraz düşündükten sonra aklına gelen ilk ismi kadına önerdi.
-Annemin adını koyun isterseniz.
-Annenin adı nedir Rıfkı?
-Sevinç.
-Sevinç mi? Yabancı bir isim bu! Bizim buralarda böyle bir ismi hiç duymadım. O yüzden tuhaf kaçabilir.
-Siz bilirsiniz! Siz sordunuz, ben de annemin adını önerdim.
-Peki peki, hadi Sevinç olsun adı. Kırmızı Başlıklı Sevinç olsun adı.
-Teyzem, bu kadar uzun isme gerek yok! Kitabın özetini çıkaracağımız zaman uzun adları yazmaktan bıkkınlık geliyor. Kısa olsun adı. Biz öğrencileri de düşünün biraz!
-Tamam tamam, adı sadece Sevinç olsun.
-Ha şöyle ya!
-Karnın aç mı Rıfkı? Çörek yer misin?
-Bu çörekler büyükanneye gitmeyecek miydi? Kadıncağız aç kalmasın sonra.
-Olsun yine yaparım.
kkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkk
   (23) Rıfkı, verilen çöreklerden yemeye başladı. Kadın, ona taze süt de verdi. Rıfkı, verilenleri afiyetle yiyip içerken birden aklına Kırmızı Başlıklı Kız geldi.
-Kızın nerede? Geldiğimden beri hiç ortalıklarda gözükmedi.
-Ne bileyim? İki gündür hiç görmedim.
-Nasıl yani? Kızın iki gündür ortalıklarda yok ve sen onu hiç merak etmedin. Öyle mi?
-Doğru diyorsun yaaaa! Devamlı çorba, çörek yapmaktan onu unutuvermişim. Şimdi nerededir, ne yapıyordur acaba?
-Senin kızı, kesin kurt yemiştir.
-Yapma yaaaa! Tüh, gitti kız desene!
-Ne yapmayı düşünüyorsun teyze?
-Ne yapabilirim ki? Bu masaldaki görevim belli benim. O da mutfakta devamlı yemek yapmak.
-Yok mu akrabaların? Haber verelim de yardımcı olsunlar.
-Akraba mı, o da ne?
-Yani kardeşlerin, yeğenlerin, amcan, dayın falan.
-Akrabam var mı, yok mu bilmiyorum Rıfkı? Masalda onlardan hiç bahsedilmiyor çünkü.
-O zaman kızını senin araman lazım. Onu aramayı düşünüyorsun değil mi?
-Nasıl arayayım ki? Sonra mutfaktaki işleri kim yapar?
-Ne mutfağı teyze ya! Kızın mı önemli, yapacağın çörekler mi?
-Öyle deme çocuğum, çörekler de önemli!
-Tamam da o kadar şey yapıyorsun. Kim yiyor bunları?
-Kızımla ben yiyorum tabi ki!
-Eeee, kızın nerede?
-Bilmiyorum, iki gündür ortalıkta yok.
-Anlaşıldı teyze anlaşıldı! Sen bir şeyler yapabilecek durumda değilsin. Yarın masalı ortalarından okumaya başlarım. Belki o zaman Sevinç’le karşılaşırım.
-Sevinç mi? O da kim?
-Kırmızı Başlıklı Kız’ın adını Sevinç koyduk ya!
-Ne Sevinç’i çocuk? Yok öyle bir şey!
-Kızının adını az önce Sevinç koyduk ya! Hatırlamıyor musun?
-Yooooo!
-Teyze, bu arada senin adın da yok. Masalda adının geçtiğini hiç görmedim.
-Adım var ya!
-Nedir?
-Kırmızı Başlıklı Kız’ın annesi.
-Of teyze yaaa, yordun beni valla! Seninle uğraşmak gerçekten zormuş. Hadi bana müsaade. Gidip ödevlerimi yapayım bari.
-Bir daha böyle aniden ortaya çıkıp da sakın beni korkutma ha!
-Kurttan korkmuyorsun da benden mi korkuyorsun teyze? Töbe töbe, iyi ki senin gibi bir annem yok benim!
   (24) Kırmızı Başlıklı Kız’ın annesiyle bir türlü anlaşamayan Rıfkı, odasına geri döndü. Bir kere daha hikayeye geri dönmek için kitabın ortasını açtığında gözü saate ilişti. Vakit epeyce geç olmuştu. O yüzden hikayeye girmekten vazgeçerek ödevlerini yapmaya başladı.
   (25) Ertesi gün Resim dersi vardı. Fuat öğretmen, öğrencilerinden önceki günkü Türkçe dersinde okudukları Kırmızı Başlıklı Kız masalından akıllarında kalan ya da kendilerine ilginç bir bölümü resimle ifade etmelerini istedi. Öğrenciler biraz düşündükten sonra, bir şeyler çizmeye başladılar. Herkes farklı bir şeyler çizmişti. Kimisi Kırmızı Başlıklı Kız’ın annesini mutfakta çörek yaparken, kimisi Kırmızı Başlıklı Kız’ı elindeki sepetle ormanda yürürken, kimisi büyükanneyi hasta yatağında yatarken, kimisi de avcının, kurdu vurduğu anın resmini yapmıştı. Öğrenciler arasında gezen Fuat öğretmen, Rıfkı’nın yaptığı resmi görünce çok şaşırdı.
-Çocuğum, masalda böyle bir şey yok! Olmayan şeyi neden çizdin?
-Ben bu yaptığım resimle, masalın yanlış olduğuna inandığım yerlerini düzelttim, öğretmenim.
-İyi de sen masalı düzeltmemişsin ki! Tam tersine masalı bozmuşsun. Masalın hangi bölümünde Kırmızı Başlıklı Kız, annesinin elinden tutup onunla beraber büyükannesinin evine gidiyordu? Şuraya bak, sepet de annesinin elinde!
-Benim annem olsaydı, böyle yapardı öğretmenim.
-Aaaa, annesinin omuzunda da bir tüfek asılı. Kurt, o yüzden mi resimde arkasına bile bakmadan kaçıyor?
-Eeee, silahı görünce kurdun kaçması lazım öğretmenim.
-Ya şu ev kimin? Kapının önünde de beyaz önlüklü, çantalı birini çizmişsin.
-Babaannenin evi öğretmenim. Beyaz önlüklü de doktor oluyor. Çorbayla çörekle hasta mı iyileşirmiş? Doktor da babaannenin hasta olduğunu duymuş ve gelmiş.
-Yani ne diyeyim sana Rıfkı? Eleştirel bir resim olmuş.
   (26) Rıfkı’nın yaptığı resmi merak eden çocuklar, onu görmek istediler. Öğretmen de resmi alarak onu sınıfta dolaştırdı. Resmi gören öğrenciler, kahkahalar attılar. Çünkü resimde çizilenler gerçekten de masalda anlatılanlardan çok farklıydı. Fuat öğretmen, resmi herkese gösterdikten sonra Rıfkı’ya tekrar geri verdi. Ortalık biraz sakinleşince Erdi, aklına takılan bir soruyu sordu.
-Öğyetmenim, o zamanlay doktoy vay mıymış?
   (27) Ama Orhan hemen araya girerek öğretmeninden önce Erdi’nin sorusuna cevap verdi:
-Tatatatabi ki vavavavarmış. Yoyoyoyoksa iiiinsanlar nanananasıl iiiiiyileşirlermiş?
   (28) Orhan’ın konuşması bitince, öğretmeni onu bir daha söz istemeden konuşmaması konuşunda onu uyardı. Sonra da Erdi’nin kendisine sorduğu soruya cevap verdi:
-Evet Erdi, Orhan benim yerime sorduğun soruyu cevapladı zaten. Günümüzdeki kadar çok olmasa da doktorlar hep varmış.
   (29) Bu sıra Tuğçe de söz alarak öğretmenine bir soru sordu:
-Öğretmenim, Rıfkı’nın da resmini panoya asacak mısınız?
-Rıfkı’nın resmini tenefüste diğer öğretmenlere de göstereceğim. “Bakın benim böyle düşünceli, yanlışı doğruyu ayırt edebilen akıllı bir öğrencim var.” diyeceğim. Hatta müdür beye bile gidip göstereceğim.
   (30) Sorusuna yanıt alamayan Tuğçe, Fuat öğretmene Rıfkı’nın resmini panoya asıp asmayacağını tekrar sordu:
-Peki resmini panoya asacak mısınız?
-Rıfkı’nın yaptığı resmin konumuzla pek alakası yok. Ama yine de asacağım.
-Ama öğretmenim, madem konumuzla alakası yok, o zaman panoya niçin asıyorsunuz?
   (31) Fuat öğretmen, Tuğçe’nin kıskandığı için böyle konuştuğunu biliyordu. Ama kıskançlığını yüzüne vurmadan ona resmi niçin panoya asacağını sabırla anlattı. Konu dışına çıkılmış da olsa resmin anlamlı olduğunu ve güzel yapıldığını söyledi. Ayrıca Rıfkı’nın aklına yatmayan ve yanlış bulduğu bir şeyi eleştirmesinin doğru bir davranış olduğunu söyledi.
 
   (32) Fuat öğretmen, tenefüste Rıfkı’nın yapmış olduğu resmi tüm öğretmenlere gösterdi. Öğretmenler, resim için oldukça güzel şeyler söylediler. Eleştirel düşünebildiği için Rıfkı’yı tebrik ettiler.
    (33) Fuat öğretmen, ders zili çalmadan önce resmi hemen okul müdürüne de gösterdi. Müdür, Rıfkı’nın güzel ve anlamlı bir resim çizmesinden ve yanlış gördüğü şeyleri eleştirebilme cesaretini göstermesinden dolayı çok memnun oldu. Hatta hemen sınıfa, Rıfkı’nın yanına gitti. Sınıfa girince öğrencilere Rıfkı’yı sordu. Çünkü onu tanımıyordu.
Öğrenciler, onu “İşte orada.” Diyerek parmaklarıyla gösterdiler.


    (34) Rıfkı, okul müdürünün sınıfına kadar gelerek kendisini aramasından dolayı çok korktu. Kendi kendine “Acaba bilmeden kötü bir şey mi yaptım?” diye düşündü ve hemen tenefüste neler yaptığını hızla aklından geçirdi. “Kantinden simit aldım ve parasını verdim. Zil çalınca tuvalete koştum. Yanlışlıkla Sedat’a çarptım. Tamam yaaaa! Mutlaka Sedat şikayet etmiştir. Halbuki çarptığım için özür de dilemiştim. Ah Sedat ah! Müdüre niye şikayet ediyorsun ki beni?” diye düşündükten sonra müdürün kendisini kızmak için aradığını sandı.
 
   (35) Rıfkı aklından bunları geçirirken arkadaşları “İşte Rıfkı bu!” diyerek parmaklarıyla onu tekrar gösterdiler. Rıfkı’yı gören müdür, onu yanına çağırdı. Rıfkı müdürün yanına giderken Sedat’a bilerek çarpmadığı konusunda onu nasıl ikna edebileceğini düşünüp durdu. Müdürün yanına vardığında tam ağzını açacakken, müdür ondan önce davranıp konuşmaya başladı.
-Çocuklar, arkadaşınızı olaylara karşı duyarlı oluşu ve yanlış gördüğü şeyleri düzeltmek için çabalamasından dolayı tebrik ediyorum. Yaptığı resmi de çerçeveletip okul girişine astıracağım, deyince müdürden böyle bir konuşma beklemeyen Rıfkı şaşkınlıkla:
-Ya Sedat, diye sordu. Müdür:
-Sedat mı? O da kim oğlum, diye şaşırınca Rıfkı:
-Tuvalete giderken çarptığım çocuk. Ama yanlışlıkla oldu ve ondan da özür dilemiştim zaten, diye açıklama yaptı. Rıfkı’nın yanlışlıkla çarptığı için Sedat’tan özür dilemesi, müdürün daha da hoşuna gitti ve Rıfkı’ya:
-Aferin Rıfkı! Arkadaşına çarptığın için özür dilemenden dolayı da seni tekrar tebrik ediyorum. Bu örnek davranışından dolayı seni haftanın öğrencisi seçiyorum, dedi ve tüm sınıfa onu alkışlattı.
   (36) Hala ne olduğunu tam olarak anlayamayan Rıfkı, müdüre “Aslında Sedat’tan özür dilemeyecektim ama hem benden çok güçlüydü hem de uzun boyluydu. İki yaş da büyüktü benden. Dayak yememek için mecburen özür diledim.” diyecek oldu ama sonra “Amaaaan boş ver! Hazır haftanın öğrencisi olmuşken, resmim de okul girişine asılacakken en iyisi susayım ve bunun keyfini çıkarayım. Hem annemle babam da biraz sevinmiş olurlar.” diye düşündü ve sustu.
   (37) Bu sırada Fuat öğretmen de sınıf kapısının yanındaydı. Rıfkı’nın annesine telefon etmiş ve okul müdürünün, Rıfkı’yı övmesini ona da dinletmişti. Annesi Ayşe hanım, çok duygulanmıştı. Fuat öğretmen ona “Ayşe hanım, ben size biraz zamana ihtiyacımız var, demedim mi? Bakın Rıfkı şimdiden kendini göstermeye başladı bile.” dedi ve Sevinç hanımla biraz daha konuştuktan sonra da telefonunu kapattı. Müdür gidince Fuat Öğretmen:
-Rıfkı, ben resmini sınıf panosuna asacaktım ama müdür bey, tüm okulun hatta gelip giden velilerin de onu görmesi için okul girişine asılmasını daha uygun gördü. İşte çocuklar, başarı böyle bir şeydir. Çalışın, çabalayın ve kendinizi gösterin. Ama matematikte, ama resimde, ama müzikte fark etmez. Herkesin mutlaka bir yeteneği vardır. Bu yeteneği ortaya çıkarmak büyük ölçüde sizin elinizdedir. Eğer yeteneğinizi geliştirmek için sabırlı olmazsanız ve hemen pes ederseniz, o yeteneğiniz zamanla körelir. Dersler için de bu böyledir. Anlamadığınız bir konunun peşini anlayana kadar bırakmayın. Gerekirse, o anlamadığınız konuyu öğretmeninize bir daha, bir daha, bir daha anlattırın. Evde de anlamadığınız konuyla ilgili okumalar ve alıştırmalar yapın. Üzerine üzerine giderseniz, bir türlü anlayamadığınız o konu, artık pes edecektir. İşte o zaman başarının anahtarını bulmuş olacaksınız. O anahtar nedir çocuklar?
   (38) Çocuklar öğretmenlerinin sorduğu bilmece gibi soruyu biraz düşündüler. İlk parmak kaldıran Şakacı Zeki oldu. Zeki:
-Güreş yapmayı bilmektir öğretmenim, deyince öğrenciler gülüştüler. Zeki’nin cevabına şaşıran Fuat öğretmen:
Güreş mi? Oğlum, dersimiz beden eğitimi mi? Ne güreşi, diye sorunca Zeki:
-Ama öğretmenin, iki kere pes etmekten bahsettiniz. Güreşçiler, yenildikleri zaman “pes” derler ya, diye açıklamaya çalıştı. Öğretmen:
-Pes yani Zeki! Tüm anlattıklarımdan bunu mu çıkardın yani, diye sorunca Zeki:
-Öğretmenin, bakın yine pes dediniz. Hem de bana dediniz. Demek ki ben sizi yendim.
 
   (39) Zeki’nin bu sözleri üzerine tüm sınıf kahkahayla güldü. Sınıf gülerken Fuat öğretmenin aklına Zeki’nin şakacılığıyla ilgili ve anlattığı konuyla bağlantılı güzel bir fikir geldi. Tüm sınıfa:
-Çocuklar, mesela Zeki arkadaşınızı ele alalım. Zeki’nin Türkçe dersi iyi mi, diye sordu. Öğrenciler hep bir ağızdan:
-Normal öğretmenim, diye cevapladılar. Öğretmen:
-Peki matematiği iyi mi, diye sordu. Öğrenciler yine hep bir ağızdan:
-Hayıııır, dediler. Öğretmen:
-Ya sosyal bilimler dersi nasıl, diye sorunca öğrenciler:
-Orta öğretmenim, diye karşılık verdiler. Öğretmen:
-Fen bilimleri dersi iyi mi, diye sorunca da öğrenciler:
-Hayııır, dediler. Öğretmen:
-Evet çocuklar, gördüğünüz gibi Zeki arkadaşınız öğretmenine, size, evde anne ve babasına karşı sürekli şaka yapmaktan derslerine çalışmaya fırsat bulamıyor, deyince Zeki.
-Çalışıyorum öğretmenim. Ama bazı konuları anlamıyorum. Ne yapayım, dedi. Öğretmeni:
-Bir saattir anlatıyorum ya Zeki! Söyle bakalım, anlayamadığımız konular için ne yapacakmışız, diye sorunca Zeki:
-Öğretmenimizden tekrar anlatmasını isteyeceğiz, dedi. Öğretmeni:
-Yine anlamazsan?
-Annemize soracağız.
-Annen de olur. Ama en önce kime soracağız?
-Babama olur mu?
-O da olur Zeki, o da olur! Ama en önce kime?
-Bizim mahallede Kör Rasim amca var. Babam onun için “Çok akıllıdır.” der. O olur mu öğretmenim?
-Oğlum dibindeki öğretmenin dururken, mahalledeki yabancıya niye soruyorsun?
-Size zaten sormuştum ya öğretmenim!
-Sordun ama yine anlamadın!
-O zaman babama söyleyip sınıfımı değiştiririm.
-Sınıf değiştirme de nereden çıktı evladım?
-Demek ki siz iyi anlatamıyorsunuz öğretmenim. Belki başka bir öğretmen daha iyi anlatır.
   (40) Zeki’nin öğretmeniyle öyle konuşması karşısında diğer öğrenciler şaşırıp kaldılar. İçlerinden “Eyvah, öğretmen çok fena kızacak şimdi Zeki’ye.” diye geçirdiler. Kaş, göz ve sus işaretleri yaparak Zeki’yi uyarmaya çalıştılar. Öğretmeni adını sinirli sinirli söyleyerek Zeki’yi uyardı.
-Zekiii!
-Şaka öğretmenim şaka. Ben sizi çok seviyorum. Arkadaşlarımı da çok seviyorum. O yüzden ben bu sınıftan gitmem. Annem, babam istese de gitmem.
-Hey Allahım ya! Şaka içinde şaka yapıyorsun Zeki.
-Ne yapayım öğretmenim. Şaka yapmadan duramıyorum. İçimden hep şaka yapmak geliyor.
-İşte çocuklar, benim de tam olarak anlatmak istediğim şey buydu. Yetenek içinden gelir. Varsa yaparsın. Ama eğer yoksa istediğin kadar uğraş yapamazsın ya da istenildiği gibi olmaz.
-Öğretmenim benim yeteneğim şakacı olmam mı?
-Evet Zeki. Sen de Sadri Alışık, Kemal Sunal, Şener Şen, Cem Yılmaz gibi esprili, komik ve şakacısın. Bu yeteneğini daha da geliştirmek için az önce adını saydığım sanatçıların filmlerini zaman buldukça izle. Nerede, nasıl şakalar, espriler yaptıklarını anlamaya çalış. Böylece zamanla kendini geliştirmiş olursun. Ama bu zaman alacak bir süreç. Belki yıllarca uğraşman gerekecek.
-Oooo öğretmenim, farkında mısınız? Bana bol bol film izle diyorsunuz. Ya annem, babam buna kızarsa?
-Ne bol bol izlemesi Zeki?
-Valla sizin izin verdiğinizi söylerim. Gerisini siz düşünün öğretmenim! Ha ha ha …
-Yani şakaya biraz ara versen de ciddi olmaya çalışsan olmaz mı Zeki?
-Özür dilerim öğretmenim. Ama dedim ya içimden geliyor. Ne yapayım? Hem öğretmenim ben o kadar uğraşamam ki!
-Uğraşmazsan, kendini geliştirmezsen bu yeteneğin zamanla körelebilir.
   (41) Bu sırada ısrarla parmağını kaldıran Rıfkı’yı fark eden öğretmeni, ona söz hakkı verir. Rıfkı, öğretmeninin sorduğu sorunun cevabını bulmuştu.
-Öğretmenim, ben sorduğunuz sorunun cevabını buldum. Başarının anahtarı, sabırlı olmaktır.
-Aferin Zeki! İşte beklediğim cevap buydu!
-Öğretmenim Zeki değil Rıfkı diyecektiniz. Benim adım Rıfkı!
-Ha ha ha …., Bu da benim şakam olsun size! Hep siz mi bana şaka yapacaksınız?
-Ay öğretmenim, böyle şaka mı olur?
-Yaparsan olur Rıfkıcığım. Ha ha ha ….
   (42) Okul çıkışı eve giden Rıfkı’ya annesi bir sürpriz hazırlamıştı. Ona en sevdiği keki pişirmişti. Rıfkı’yı gören annesi onu başarısından dolayı defalarca öperek kutladı.
-Aslan oğlum, çalışkan oğlum benim. Seninle nasıl gururlandım bilemezsin.
-Aman anne, ne çalışkanı ya? Notlarım ortada işte! Böyle çalışkan mı olunur?
-Kendini bu kadar hor görme evladım. Yetenekleriniz bu yaşlarda ortaya çıkmaya başlar. Üç dört yıl sonra kim bilir, belki de sınıfının en çalışkanlarından biri olursun.
kkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkk
   (43) Akşamleyin Sevinç hanım, yemek masasında eşi Murat beye okulda olanları heyecanla ve büyük bir coşkuyla anlattı. Okul müdürünün Rıfkı’yı yaptığı anlamlı resminden dolayı sınıfta arkadaşlarının önünde onu nasıl övdüğünü, yaptığı başka bir örnek davranıştan dolayı onu nasıl haftanın öğrencisi seçtiğini ve Fuat öğretmenin tüm bu yaşananları kendisine cep telefonuyla canlı olarak nasıl dinlettiğini anlattı. Murat bey, eşinin anlattıklarından çok duygulandı ve Rıfkı’yı yanaklarından öperek onu tebrik etti.
   (44) Akşam yemeğinden sonra Rıfkı, odasına çekildi. Önce ödevlerini yaptı. Sonra da Kırmızı Başlıklı Kız kitabını ortalarından itibaren okumaya başladı. Kırmızı Başlıklı Kız’ın ormanda büyükannesine yemek götürdüğü sayfa denk gelmişti. Sayfayı okumaya başlayan Rıfkı, biraz sonra tılsımlı yüzüğünün yardımıyla kendini onun yanında buldu. Kırmızı Başlıklı Kız, Rıfkı’yı görünce çok korktu.
-Ay sen de kimsin? Seni daha önce hiç görmedim.
-Korkma, ben seni kurtarmaya geldim!
-Yoksa sen beyaz atlı prens misin? Hani Pamuk Prensesi kurtaran prens gibi.
-Arkadaşım, senin yaşın kaç, başın kaç? Ne prensi bu yaşta!
-Ne bileyim? Biz masal kahramanları hep bir prensin gelip bizi kurtarmasını bekleriz de!
-İyi de daha yaşın küçük senin. Hele bir büyü, prens gelir elbette.
-Doğru diyorsun! Kimsin sen?
-Ben Rıfkı’yım. Dün annenle biraz konuştum ama pek anlaşamadım. Kısacası sana yardıma geldim.
-Yani prenssin öyle mi?
-Yani sen de taktın prense ha! Ben seni kurttan kurtarmaya geldim.
-Kurt mu? Kurtla birkaç kez konuştuk ama pek zararlı biri gibi gelmedi bana.
-Büyükannenin evinin nerede olduğunu sormadı mı sana?
-Sordu.
-İnşallah söylememişsindir.
-Tabi ki söylemedim. Annem” Sakın kimseyle konuşma, sakın bir yerde de oyalanma. Hemen büyükannenin evine git.” demişti. Şey Rıfkı, beni kurttan niye kurtarmak istiyorsun?
-Çünkü kurt, seni ve büyükanneni yemek istiyor.
-Yok artık! Tavşanlar, koyunlar, tavuklar dururken bizi niye yesin ki? Biz insanız. Kurtlar insan yemezler ki.
-Ama maalesef ki büyükanneni yiyecek. Seni yemeye çalışırken de bir avcı onu öldürecek.
-İyi ya işte, avcı kurtarıyormuş zaten! Sen niye kahraman olmaya çalışıyorsun? Yoksa sen prens misin?
-Tamam, kabul ediyorum. Ben prens Rıfkı’yım. Oldu mu, mutlu musun şimdi? Beni artık dinleyecek misin?
-Bir gün bir prensin gelip beni kurtaracağını biliyorum. Hangi ülkenin prensisin?
-Kız şaka yaptım ya! Ne prensi? Prens kim, ben kim?
-Yalancı, kandırdın beni! İmdat kimse yok mu? Bu yalancı beni prens olduğunu söyleyerek kandırmaya çalıştı.
   (45) Bu sırada Kırmızı Başlıklı Kız’ı takip eden kurt, koşarak yanlarına geldi. Kızgın kızgın Rıfkı’ya baktı ve hırladı.
-Kırmızı Başlıklı Kız, bu çocuk seni rahatsız mı ediyor yoksa?
-Evet kurt, bu çocuk prens olduğunu söyleyerek beni kandırmaya çalıştı. Senin hakkında da hiç iyi şeyler söylemedi.
-Hırrrrr…. Demek hakkımda kötü şeyler söyledin. Öyle mi?
   (46) Rıfkı, Kırmızı Başlıklı Kız’ın kendisini kurda şikayet etmesi üzerine korktu ve evine geri dönmesi gerektiğini anladı. Kırmızı Başlıklı Kız’a:
-Hey Allah’ım ya! Bu da annesi gibi laftan anlamıyor. Başının çaresine bak o zaman. İyilik de yaramıyor size, dedi. Rıfkı, tam evine dönmek üzereyken Kırmızı Başlıklı Kız, ondan bir istekte bulundu.
-Rıfkı, prens falan görürsen ona benden bahset tamam mı? Ama mutlaka bahset! Duydun mu?
 
   (47) Rıfkı, kurdun saldıracağını anlayınca, masal kitabından çıkarak odasına geri döndü. Artık Kırmızı Başlıklı Kız’ı ve büyükannesini kurtarmaktan vazgeçmişti. Kendi kendine “Yahu bu masal kahramanları ne acayip insanlarmış! Bunları ikna etmek ne kadar da zormuş! Daha dostu düşmanı ayırt bile edemiyorlar. Kimin iyi, kimin kötü olduğunu fark edemiyorlar.  Bunlarla uğraşmaya değmezmiş! Ne halleri varsa görsünler!” diye sinirli sinirli düşündü.
 
   (48) Rıfkı, odasına yeni dönmüştü ki birden kardeşi Pınar, abisinin odasına sessizce girdi.
-Abi neredeydin? Her yere baktım ama seni bir türlü bulamadım. Kitabını da açık bırakmışsın. Hemen gelirsin diye bekledim ama gelmedin.
-Kitabımı karıştırdın mı yoksa?
-Hayır abi, hatta okuduğun yeri kaybetme diye dokunmadım. Ama…
-Ne aması Pınar? Ne diyeceksin?
-Kitaptaki resimde kırmızı giyinmiş kızın yanında bir çocuk vardı. Tıpkı sana benziyordu!
-Hadi be, hangi resimmiş bu! Göstersene.
-İşte bu resim.
    (49) Rıfkı, masal kitabının içindeyken demek ki hem masalı etkileyebiliyor hem de kitabın resimlerinde görülebiliyordu. Rıfkı, Pınar’ın sayesinde bunu da öğrenmiş oldu. Ama bunu kardeşine belli etmedi.
-Hani neredeyim Pınar? Kendimi göremiyorum.
-Ama oradaydın abi, onun hemen yanındaydın. Sanki bir şeyler konuşuyordunuz.
-Neyse boş ver resmi şimdi! Sen beni niye arıyordun ki?
-Bir türlü uyuyamadım. Yatarken bana masal okusana diyecektim.
-Hangi masalı okumamı istiyorsun?
-Kırmızı Şapkalı Kız’ı.
-Ha ha ha …. Neeee? Kırmızı Şapkalı Kız mı?
-Şapkası yok muydu yoksa?
-Yoktu tabi, başlığı vardı! Masalın adı Kırmızı Başlıklı Kız olacak.
-Tamam işte, onu okusana!
-Pınar, ben bu masalı bir türlü sevemedim nedense! İstersen sana Pamuk Prenses’i okuyayım.
-Onu kaç kere okudun abi! Hem ben cadıdan korkuyorum.
-Sinderella’yı okuyayım mı?
-İstemem.
-Kibritçi Kız’ı?
-Hayır.
-Nasrettin Hoca’yı?
-O da kim? İstemem.
-Keloğlan’ı?
-Kelleri sevmem.
-Of Pınar of! Kırmızı Başlıklı Kız ve annesi, senin kadar yormamıştı beni.
-Hadi, oku abi.
-Tamam tamam!
-Ama ben uyuyana kadar okuyacaksın tamam mı?
 
 (50) Ertesi gün üçüncü teneffüsteyken Arda, sınıf kapısının önünde duruyordu. Bu sırada içeri hızla girmeye çalışan Tuğçe’ye çelme taktı. Yere düşen Tuğçe’nin başı yere çarptı ve canı çok acıdı. Tuğçe, sinirli bir kızdı. Ayağa kalkar kalkmaz Arda’nın üzerine yürüdü ve ona bir tokat attı. Arda da ona vurunca, Tuğçe ağlayarak dışarıya çıktı.
   (51) Ders zili çalınca, öğretmen sınıfa girdi. Kendisini ayakta karşılayan öğrencilere “Oturun.” dedikten sonra, Selda hemen parmak kaldırdı. Fuat öğretmen, öğrencilerin böyle zamansız parmak kaldırdıklarında bir sorun olduğunu tecrübesiyle biliyordu. Selda’ya ne olduğunu sordu.
-Öğretmenim, Arda Tuğçe’yi önce yere düşürdü, sonra da dövdü.
-Dövdü mü? Tuğçe nerede çocuklar? Göremiyorum.
-Arda onu dövdükten sonra, ağlayarak dışarıya çıktı öğretmenim.
-Peki siz niye peşinden gitmediniz?
-Peşinden gittik öğretmenim ama bizi yanında istemedi.
-Tuğçe nerede şimdi?
-Tuvalette yüzünü yıkıyordu.


   (52) Fuat öğretmen, Selda’yla beraber kızlar tuvaletine gitti. Ama kendisi tuvalete girmedi. Ne de olsa erkekti ve kızlar tuvaletine girmesi uygun olmazdı. Biraz sonra Selda Tuğçe’yle beraber tuvaletten çıktı. Tuğçe hiç iyi görünmüyordu.
-Ne oldu Tuğçe? Bu halin de nedir?
-Öğretmenim, Arda çelme takınca başımı çok kötü yere çarptım.
-Başın ağrıyor mu?
-Hayır öğretmenim ama başımı çarptığım yer çok acıyor.
-Miden bulanıyor mu?
-Hayır öğretmenim, bulanmıyor.
-Peki uykun geliyor mu?
-Hayır öğretmenim.
   (53) Hep beraber sınıfa gittiklerinde Fuat öğretmen çok sinirliydi. Arda’ya kalan üç tenefüs boyunca “Tenefüse çıkmama” cezası verdi. Tenefüs cezalı öğrenciler, tahtayı silerler, yerdeki çöpleri süpürürler, sıraları düzeltirler, sınıfı havalandırırlar ve dolan çöp kovasını boşaltırlardı.
   (54) Fuat öğretmen, daha sonra da tüm sınıfın önünde Arda’nın annesini arayarak oğlunun yaptığı yaramazlığı anlattı ve aldığı cezayı bildirdi. Aslında bu şekilde davranarak tüm öğrencilerine “Yaptığınız hiçbir büyük yaramazlığı affetmem. Başarınızı velilerinize anlattığım gibi büyük yaramazlıklarınızı da anlatırım. Ailenizden yaptığınız hiçbir şeyi gizlemem.” mesajını vererek onlara birbirlerine zarar verici davranışlardan uzak durmaları gerektiğini anlatmaya çalışıyordu.
   (55) Arda’nın annesi, oğlunun yaptıklarına çok üzülmüştü. Kadın, Fuat öğretmene ne diyeceğini bilemedi. Arda’nın annesiyle görüşmesi biten Fuat öğretmen sonra da tüm sınıfa dönerek nasihatte bulundu.
-Sizin burada yaptınız yaramazlıklar evde anne, babanızı da üzüyor. Bu yüzden bir yaramazlık yaparken bunun sonuçlarını iyi düşünmelisiniz. Hiçbir çocuğun yapacağı yaramazlıklarla annesini, babasını üzme hakkı yoktur, dedikten sonra Arda’ya dönerek:
-Arda, yaramazlık yapanlara bir cezamız daha var biliyorsun. Evde, arkadaşın Tuğçe’den özür dileyeceğin bir yazı yazacaksın. Bu yazında yaptıklarından dolayı ne kadar pişman olduğunu mutlaka belirt. Ayrıca yazını biraz uzun tutarsan sevinirim, dedi. Arda “Tamam öğretmenim yazacağım.” dedikten sonra da Fuat öğretmen, tüm sınıfa dönerek okulda ya da evdeyken başlarına gelebilecek önemli bir konuda onları uyarma ihtiyacı hissetti:
-Çocuklar, başınızı yere, duvara, sıraya veya herhangi bir yere sertçe vurduğunuzda bunu mutlaka ciddiye alın ve dikkatli olun. Eğer mide bulantınız, baş ağrınız varsa ya da hiç alışık olmadığınız şekilde birdenbire uykunuz geliyorsa, bu beyin kanaması geçirdiğiniz anlamına gelebilir. Okuldaysanız öğretmeninize, evdeyseniz anne ya da babanıza mutlaka durumunuzdan bahsedin. Sizi vakit geçirmeden hemen hastaneye götürmeleri gerekebilir, deyince Ayşe:
-Peki öğretmenim, eğer beyin kanaması geçiriyorsak ve zamanında doktora gitmezsek ne olur bize, diye merakla sordu. Fuat öğretmen:
-Sonuçları çok kötü olabilir Ayşe. Ölebilirsiniz ya da felç olabilirsiniz, deyince Ayşe:
-Felç nedir öğretmenim, diye sordu. Fuat öğretmen:
-Kalan ömrünüzü yatakta geçirmeniz demektir Ayşe. Yani yatalak kalmanız demektir. Ne elinizi ne kolunuzu ne de bacaklarınızı hareket ettiremezsiniz, yürüyüp, koşamazsınız. En basit ihtiyaçlarınızı bile yardımsız yapamazsınız, diye onların anlayabileceği şekilde felcin ne olduğunu anlatmaya çalıştı.
   (56) Bu sırada anlatılanlardan etkilenen Tuğçe, ağlamaya başladı. Fuat öğretmen, ağlayacak ve endişelenecek bir durumunun olmadığını söyledi. Fakat yine de “Ne olur ne olmaz!” diye düşünerek Tuğçe’yi devamlı gözlemledi. Paydostan sonra da ailesini aradı ve tüm olanları anlattı. Ayrıca beyin kanamasının belirtilerini de söyleyerek ailenin bu konuda bilinçli ve uyanık olmasını sağladı.
   (57) Ertesi gün sınıftayken Fuat öğretmenin cep telefonu çaldı. Tuğçe’nin babası, Fuat öğretmeni arayarak hastanede olduklarını söyledi. Tuğçe’nin midesinin bulanması ve uyuklamaya başlaması üzerine onu hemen hastaneye götürdüklerini, doktorun da yaptığı muayeneden sonra Tuğçe’nin hafif bir beyin kanaması geçirdiği teşhisini koyarak ona hemen müdahale ettiğini, sabaha kadar hastanede kaldıktan sonra da Tuğçe’nin taburcu edildiğini ve şu anda da evde olduklarını söyledi. Kendilerini önceden uyardığı için Fuat öğretmene tekrar tekrar teşekkür etti.
   (58) Tuğçe iki gün okula gelmeyerek dinlendi. Fuat öğretmen de sınıf annesi ve beş öğrencisiyle ona ve ailesine geçmiş olsun ziyaretine gittiler. Arda’yı da özellikle yanında götürdü. Arda, arkadaşına yazdığı özür yazısını orada okudu. Tuğçe’nin anne ve babası, Arda’nın çok pişman olduğunu görünce onu affettiler. Yediler, içtiler, sohbet ettiler ve mutlu bir şekilde oradan ayrılıp evlerine döndüler.
   (59) Rıfkı, Tuğçe’nin ziyaretine gidememişti ama bu durumdan da kendisine bir ders çıkarmayı bilmişti. “Tuğçe’nin annesi, babası ve hatta öğretmeni onun sağlığına kavuşması için bu kadar çırpınırken Kırmızı Başlıklı Kız’ın annesi, kızına karşı neden bu kadar duyarsızdı?” diye düşündü ve bu sefer Kırmızı Başlıklı Kız’ın büyükannesine gitmeye karar verdi.
   (60) Akşam yemeğini yedikten ve ödevlerini yaptıktan sonra Rıfkı, masalın büyükanneyle ilgili olan kısmını açtı. Kırmızı Başlıklı Kız’ın, büyükannesine yiyecek bir şeyler getirdiği bölümdü burası ve henüz Kırmızı Başlıklı Kız büyükannesinin yanına gelmemişti. Birden Rıfkı’yı karşısında gören büyükanne çok korktu ve ne yapacağını bilemedi. Rıfkı hemen onu sakinleştirmeye çalıştı.
-Büyükanne sakin ol! Ben torunun Kırmızı Başlıklı Kız’ın arkadaşı Rıfkı’yım.
-Rifki mi? Ne biçim isim bu? Daha önce böyle bir isim hiç duymamıştım.
-Rifki değil büyükanne, Rıfkı!
-Tamam işte, ben de öyle diyorum. Rifki!
-Adım Rıfkı büyükanne, Rıfkı.
-Rifki.Tamam mı? Doğru söyledim mi şimdi?
-Ay büyükanne, nasıl istiyorsan öyle hitap et!
-İyi de Rifki, torunum senden hiç bahsetmedi ki bana!
-Bilmiyorum büyükanne! Gelince ona sorarsın artık! Sahi senin adın nedir büyükanne? Bir ismin vardır inşallah!
-Benim adım büyükanne.
-Yani diğerleri gibi senin de adın yok! Öyle değil mi? Kaç yaşına gelmişsin insan bir ad koymaz mı kendine?
-Doğru diyorsun ya! Nasıl da düşünemedim bunu? Benim hayatım hep hasta olmakla geçti. Hep yattım. Kendimi bildim bileli hep yataktayım Rifki.
-Tamam büyükanne tamam! Sen yataktan, gelinin de mutfaktan hiç çıkmamış. Olan Kırmızı Başlıklı Kız’a olmuş. Sana çorba, çörek taşımaktan kızın başına bir şeyler gelecek sonunda.
-Yok canım, daha neler! Buralar sakin yerlerdir. Doğru dürüst insan bile olmaz buralarda.
-Kurt olur mu peki?
-Kurt mu? Sanmıyorum. Şimdiye kadar hiç kurt görmedim.
-Sen görmedin ama torunun birkaç kez gördü. Kurt senin evini öğrenmeye çalışıyormuş!
-Evimi öğrenip ne yapacakmış?
-Seni yemeyi planlıyormuş. Bu yüzden hep torununu takip ediyor. Bugün, yarın evini bulur.
-Sen ciddi misin çocuk? Neydi adın?
-Çok ciddiyim büyükanne. Sırf sizi uyarmak için buraya geldim. Adım Rıfkı’ydı
-Bak Rifki, söylediklerin oldukça ciddi şeyler. Kurttan kurtulmam için ne yapmam gerekiyor sence?
-Tek çaren var. O da avcıdan yardım istemek.
-Aferin Rifki, çok iyi düşündün.
-Avcıyı nasıl bulabiliriz büyükanne?
-Evi yakın aslında. Birazdan da bana uğrar.
-Bak büyükanne! Hikayeye göre, kurt bugün gelip seni yiyecek. Sonra da ziyaretine gelen torununu yemeye çalışacak. O yüzden avcı geldiğinde sana söylediklerimi ona da anlat. Hemen kurda tuzak kursun ve onu öldürsün.
   (61) Onlar konuşurlarken avcı gelir ve içeri girmek için kapıyı tıklatır. Büyükanne ona “Gel.” deyince, avcı içeri girer. Büyükannenin yanında Rıfkı’yı gören avcı:
-Büyükanne zamansız mı geldim? Misafirin var herhalde, dedi. Büyükanne de ona:
-Gel avcı kardeş, gel. Rifki yabancı değil. Torunumun arkadaşı olur kendisi, diye Rıfkı’yı tanıtınca Rıfkı:
-Merhaba avcı abi. Sormaya korkuyorum ama bir adınız var mıydı sizin, diye sordu. Avcı:
-Merhaba Rifki. Benim adımı az önce söyledin zaten. Adım avcı, diye konuştu. Bu cevaba fazla şaşırmayan Rıfkı:
-Anlaşıldı avcı abi, senin de adın yok. Neyse biz de seni bekliyorduk zaten, diye karşılık verdi. Avcı:
-Beni mi bekliyordunuz? Neden, diye sorunca büyükanne:
-Bak avcı, Rifki bana önemli şeyler anlattı. Kurt önce beni, sonra da torunumu yemek için fırsat kolluyormuş. Kurt, bugün evime gelecekmiş. Bu yüzden bizi ancak sen kurtarabilirsin. Bize yardım edersin değil mi, diye yardım istedi. Avcı:
-Kurt mu? Kaç gündür ormanda gördüğüm bir kurt var. Tehlikeli olur diye vurmaya niyetlendim. Ama her seferinde kaçıp kurtuldu benden, dedi. Büyükanne ona:
-Silahın yanında mı, diye sorunca avcı:
-Yanımda büyükanne. Kurdu yakalamak için aklıma şahane bir plan geldi. Kurt neye uğradığına çok şaşıracak, dedi. Avcının planı karşısında heyecanlanan büyükanne ona:
-Anlat bakalım planını. Ben de öğreneyim ne olduğunu, dedi. Bu sırada Rıfkı, onların konuşmalarını bölerek:
-Büyükanne, benim artık gitmem lazım. Çok geç oldu, diye izin istedi. Büyükanne:
-Kalsaydın Rifki! Planı bir dinleseydin keşke, diye kalmasını rica ettiyse de Rıfkı:
-Ben planınızın hem ne olduğunu hem de başarılı olup olmadığını masal kitabını okuyunca öğrenirim, dedi. Büyükanne ona:
-Ne garip ne acayip bir çocuksun sen Rifki! Keşke seni tanımam için biraz daha kalsaydın. Bize niye yardım ettiğini bile söylemedin daha, deyince Rıfkı:
-Müsait bir zamanda gelirim. Bol bol konuşuruz o zaman. Tamam mı, diye karşılık verdi, Büyükanne:
-Tamam Rifki. Dört gözle gelmeni bekleyeceğim. Gelişini torunumun burada olduğu zamana denk getir. Tamam mı, deyince Rıfkı bundan pek memnun olmadı. Büyükanneye:
-Aman büyükanne boş ver torununu şimdi. Sürekli bana "Yoksa sen beni kurtarmaya gelen prens misin?" diye soruyor, diyerek onu şikayet etti. Büyükanne birden:
-Nasıl yani sen prens değil misin? Ben de oturmuş seni ciddi ciddi dinliyorum. Avcı, at şunu dışarıya, diye kızınca Rıfkı:
-Ay büyükanne! Ben sana prens olduğumu söyledi mi hiç, dedi. Büyükanne birden:
-Şaka yaptım evladım şaka. Ha ha ha …. diye güldü. Bunun üzerine Rıfkı:
-Çok korkuttun beni büyükanne, hem de çok, dedi ve tılsımlı yüzüğü sayesinde oradan ayrılarak odasına döndü.


   (62) Geri dönen Rıfkı, Pınar'ı yine Kırmızı Başlıklı Kız kitabına bakarken gördü. Pınar da bir anda abisini karşısında görünce çok şaşırdı.
- Abi sen, sen, sen yine kitabın içindeydin ama! Resimde sen, yaşlı bir kadın ve bir de avcı vardı. Sanki bir şeyler konuşuyor gibiydiniz.
-Olur mu öyle şey Pınar? Hani göster bakalım şu resmi!
-Aaaa ama sen yine resimde yoksun abi! Fakat oradaydın, gördüm ben seni.
-Yine yanlış görmüşsün Pınar!
-Bir dahaki sefere annene de haber vereceğim. O zaman doğru söylediğimi anlarsın.
-Annemi neden karıştırıyorsun ki Pınar?
-O zaman ben de resme bakması için babamı çağırırım.
-Babamı da çağırma. Bak Pınar, bir sırrım var ve bunu kimse bilmiyor. Bunu sadece sana söyleyeceğim şimdi.
-Neymiş o sır bakalım?
-Ben kitapların içine girip, oradaki kişilerle ya da hayvanlarla konuşabiliyorum. Böylece hikayelerin sonunu değiştirebiliyorum.
-Ha ha ha! Benim abim süper kahraman gibi bir şey sanıyor kendisini.
-İnanmıyor musun bana?
-Tabi ki de inanmıyorum.
   (63) Pınar, birden odadan koşarak çıktı ve salona anne ve babasının yanına gitti. Bir yandan gülüyor, bir yandan da onlara abisinin söylediklerini anlatmaya çalışıyordu.
-Anne, baba abim var ya süper kahraman olmuş. Kitapların içlerine girebiliyormuş. Ne kadar komik değil mi, deyince babası:
-Aman kızım abine söyle süper kahramanları doyurmak zordur. Çünkü çok enerji harcarlar. İlla bir kitabın içine girecekse söyle de matematik kitabının içine girsin. Şu notu yükseltsin biraz, diye dalga geçti. Annesi de:
-Kızım sor bakalım abine hangi süper kahramanmış? Süpermen mi, Örümcek Adam mı? Yarın ona göre kumaş alıp ona özel bir kıyafet dikeyim, diye dalga geçmeye devam etti. Rıfkı, anne ve babasının Pınar’a inanmadıklarını görünce annesine: 
-Ay anne, siz de şunun saçmalıklarını dinliyorsunuz! Şaka yapayım dedim, koşup hemen size anlatıverdi, dedi. Bunun üzerine Pınar:
-Anne abim yalan söylüyor. Kitapların içine girebiliyor, Kitapların resimlerinde kaç kere gördüm onu, diyerek annesini inandırmaya çalıştı. Annesi Rıfkı’ya dönerek:
-Hadi uzatmayın artık! Rıfkı kardeşini odasına götürüp yatır ve uyuyana kadar da ona sevdiği bir hikayeyi okuyuver, dedi. Rıfkı da:
-Tamam anne, diyerek kardeşini odasına götürdü.
   (64) Rıfkı, Pınar'ı yatırdıktan sonra, kardeşine okumak için Kırmızı Başlıklı Kız kitabını eline aldı. Kitabı eline alır almaz da şaşırması bir oldu. Çünkü kitabın üzerinde Kırmızı Başlıklı Sevinç yazıyordu. Kitabın yani masalın adının değiştiğini gören Rıfkı, onu okumaya başladı. Fark ettiğiniz gibi Kırmızı Başlıklı Kız'ın bir adı vardı artık. Hem de Rıfkı'nın koyduğu isimdi bu. Sevinç! Pınar, Sevinç adını duyunca abisinin kendisini kandırdığını düşündü ve Ona inanmadı.
-Uydurma abi! Sevinç de nereden çıktı?
-Sabah olunca kitabı anneme gösterirsin. O zaman inanırsın bana.
-Göstereceğim tabi, sana inanmam artık!
-Okuyorum iyi dinle. Uykun geldiği zaman da inat etme! Hemen uyuyuver tamam mı?
-Bana ne?
   (65) Bu sırada anneleri Sevinç hanım, onları kontrol etmek için içeriye girdi. Annesini gören Pınar, kitabı abisinin elinden aldı ve hemen annesine verdi. Pınar:
-Anne, abime baksana! Kitabın adını değiştirerek okuyor. Beni kandırmaya çalışıyor, diye abisini annesine şikayet etti. Sevinç hanım, kitabın kapağını okuyunca:
-Kırmızı Başlıklı Sevinç mi? Aaaa, şaka mı bu?  Kırmızı Başlıklı Kız’a benim adımı mı vermişler, diye şaşırınca Rıfkı, Pınar’a:
-Evet Pınar, kitabın adı neymiş söyle bakalım, diye sormasına rağmen Pınar, yine de inanmadı. Annesine:
-Anneeee, sen de mi şaka yapıyorsun yoksa bana, diye sorunca annesi:
-Yok kızım, ne şakası? Kitabın adı gerçekten de Kırmızı Başlıklı Sevinç, dedi.
   (66) Bu sırada Pınar’ın babası da odaya girdi. Onun geldiğini gören Pınar, babasından da kitabın adını okumasını istedi. Kitabın kapağına bakarak üstünde yazan adı gören babası da çok şaşırdı. Eşine:
-Aaaaa hanım, kitabın adına baksana! Kırmızı başlıklı Sevinç yazıyor, deyince Pınar bu sefer babasının da şaka yaptığını sandı: Babasına:
-Babaaaa, sen de mi bana şaka yapıyorsun? Önceden anlaştınız değil mi, dedi. Bunun üzerine babası, Pınar’a:
-Ne şakası kızım? Ne yazıyorsa onu okudum işte! Bak, bir daha okuyorum. Kırmızı Başlıklı Sevinç, diye tekrar okuyarak Pınar’ı inandırmaya çalıştı. Sevinç hanım, eşine:
-Pınar, ne abisine ne de bana inanmadı. Şimdi de sana inanmadı bey. Kızım istersen komşuları da çağıralım. Onlar da okusunlar kitabın adını. Belki o zaman inanırsın ha, diye kızınca Pınar:
-Of anne tamam, kızma inandım, dedi.
   (67) Pınar’ın ikna olması üzerine Sevinç hanım, meraktan kitabı açıp okumaya başladı.
       
                   “Kırmızı Başlıklı Sevinç
Bir gün Kırmızı Başlıklı Sevinç’in, büyükannesi hastalanır. Kırmızı Başlıklı Sevinç’in annesi iyileşmesi için büyükanneye her gün çorba ve çörekler yapar. Çorba ve çörekleri büyükanneye Sevinç’le göndermeye karar verir. Annesinin hazırladığı yiyecekleri sepete koyduğunu gören Sevinç, annesine merakla sorar.
-Anne bu sepeti niye hazırlıyorsun? Pikniğe mi gideceğiz yoksa?
-Kızım, büyükannen hastalanmış. Bu hasta haliyle iyileşene kadar yemek yapamaz artık. O yüzden her gün hazırladığım taze çorbayı ve çörekleri sepete koyacağım. Bil bakalım, bu sepeti babaanneye kim götürecek?
-Hımmm, buldum. Tabi ki de büyük olduğun için sen götüreceksin. Değil mi anne?
-Kızım benim mutfakta sürekli yemek hazırlamam lazım. O yüzden bu görev sana ait. Sepeti büyükanneye sen götüreceksin. Hem de her gün.
-Of anne ya, kocaman orman! Bir sürü vahşi hayvan var. Korkarım ben.
-Aaaa, ne kadar ayıp ama! Büyükannen iyi beslenmezse nasıl iyileşir kızım?
-Anne, ben çok küçüğüm ama. Bu sepeti bile taşırken zorlanırım.
    Fakat annesinin diretmesi üzerine sepeti koluna takan Sevinç, ormanda her an karşısına vahşi bir hayvan çıkacak korkusuyla hızlı adımlarla yürüdü. Hatta bazı yerlerde de koştu. Büyükannesinin evine ulaştığında korkusu azalmış ve biraz rahatlamıştı. Büyükannesi halsiz olduğu için getirdiği yiyecekleri ona kendi eliyle yedirip, içirdi. Gitme vakti geldiğinde büyükannesi “Kızım korkuyorsan gitme, burada kal istersen!” dedi. Ama o kalmak istemedi ve büyükannesine “Yarın da yemek yemen lazım. O yüzden eve dönmem gerekiyor.” dedi ve korksa da hızlı adımlarla eve gitti.
    Ertesi gün Sevinç, yine büyükannesine yiyecek bir şeyler götürürken bir kurt onu takip etmeye başladı. Takip edildiğini anlayan Sevinç, koşarak kurda izini kaybettirdi. Büyükannesinin evine vardığında ona bir kurdun kendisini takip ettiğini söyledi. Büyükannesi biraz endişelendi ve torununa “Gitme, bu akşam burada kal.” dedi. Fakat büyükannesinin bir an önce iyileşmesini isteyen Sevinç, yine hızlı adımlarla evine geri döndü.
    Eve vardığında annesine bir kurdun kendisini takip etmeye başladığını söyleyince annesi “Bu kötü oldu işte. Bu kurt, senin peşinden ayrılmaz artık ve mutlaka sana zarar vermeye çalışacaktır. Yarın büyükannene beraber gideceğiz.” dedi.
    Ertesi gün, Sevinç’in annesi, omuzuna tüfeğini astı ve sepeti de eline aldıktan sonra beraber büyükannenin evine gitmeye başladılar. Onları uzaktan takip eden kurt, Sevinç’in annesinin omuzundaki silahı görünce çok korktu ve kaçtı. Onları uzaktan hem de çok uzaktan takip etmeye başladı. Sevinç ve annesi, eve vardıklarında kurt da artık büyükannenin evini öğrenmiş oldu.
    Büyükanneyi biraz iyileşmiş gören Sevinç ve annesi çok sevindiler. Bu sefer büyükanne yemekleri kendisi yedi. O yemekleri yerken Sevinç’in annesi de ona kurttan bahsetti. Buraya da gelmesinden endişe ettiğini söyledi. Hatta evlerine dönerken büyükanneye kendileriyle beraber gelmesini ve tam iyileşene kadar da onlarla beraber kalmasını istedi. Ama büyükanne “Ben o kurdun icabına bakarım. Siz merak etmeyin beni.” dedi.
    Ertesi gün de Sevinç ve annesi, büyükanneye beraber yemek getirdiler. Onları yine takip eden kurt, bir ağacın arkasına saklandı ve onların evden ayrılmalarını bekledi. Sevinç ve annesi, büyükannenin yanından ayrılıp evlerine giderlerken, kurt da büyükannenin evine gidip kapısını tıklattı. Kapının tıklatılması üzerine büyükanne içerden seslendi.
-Kim o?
-Benim büyükanne. Mendili mi unutmuşum da onu almak için geri döndüm.
-İçeri gir torunum. Bir mendil için niye geri döndün ki? Hem senin mendilin var mıydı ki?
    Kurt, içeri girince odanın biraz karanlık olduğunu gördü. Etrafı biraz zor seçiyordu.
-Büyükanne neredesin?
-Nerede olacağım torunum yataktayım?
-Büyükanne içerisi biraz karanlık, perdeleri açabilir miyim?
-Aç torunum aç.
    Kurt perdeleri açınca büyükanneyi yatağında yatarken gördü. Birden ağzı sulandı. Günlerdir süren açlığı nihayet sona erecekti. Gözleri biraz bulanık gören büyükanne, kurdu pek torununa benzetememişti.
-Torunum tipin mi değişmiş senin? Az önce böyle değildin? Vücudundaki kıllar da ne böyle?
-Bu kıllar vücudumu daha sıcak tutuyor büyükanne. Böylece sık hasta olmuyorum.
-Kulakların da büyümüş.
-Senin güzel sesini daha iyi duyabilmek için büyükanne.
-Gözlerinde biraz büyümüş gibi sanki!
-Seni daha iyi görebilmek için büyükanne.
-Peki o ağzın niye o kadar büyümüş?
-Seni daha iyi yiyebilmek için büyükanne.
    Kurt, birden hırlamaya başladı. Tam büyükanneye saldıracaktı ki birdenbire dolabın kapağı açıldı. Avcıyı ve silahını gören kurt sonunun geldiğini anladı.
- Aşk olsun büyükanne! Bu nasıl bir sürpriz şimdi?
-Seni daha iyi şaşırtabilmek için kurtçuğum!
-Peki ya Avcı?
-Avcıyı da seni daha iyi korkutabilmek için çağırdım!
-Ya avcının elindeki silah?
-O da seni daha iyi vurabilmek için tabi ki!
    Avcı, kurdun çok zararlı ve sinsi olduğunu bildiği için onu hemen vurdu. Böylece Sevinç de büyükannesi de kurtulmuş oldular. Avcı, büyükanneyi at arabasıyla Sevinçlere götürdü. Olan biteni onlara anlattı. Büyükanne, iyileşene kadar onların yanında kaldı. İyileştikten sonra da büyükanneyi evine göndermediler. Üçü bir arada mutlu, mesut yaşadılar. Böylece Kırmızı Başlıklı Sevinç tehlikelerden korunmuş, büyükanne yalnız yaşamaktan ve Sevinç’in annesi de mutfakta lüzumsuz yere vakit geçirmekten kurtulmuş oldular.”


   (68) Masalı bitiren Rıfkı’nın annesi, bir süre şaşkınlıkla kitabın orasına, burasına, resimlerine baktı, durdu. Annesinin bu şaşkın halini fark eden Rıfkı:
-Ne oldu anne, diye sordu. Annesi de:
-Oğlum, bu masal sanki böyle bitmiyordu, diye şaşkınlığını dile getirdi. Pınar:
-Anne, abim yoksa gerçekten süper kahraman mı? Kitapların içine girip oradaki insanlarla, hayvanlarla konuşabildiğini söylemişti, dedi. Bunun üzerine annesi Rıfkı’ya:
-Oğlum, kardeşinin kafasını böyle boş şeylerle neden dolduruyorsun, diye kızdı. Rıfkı da:
-Çocuk işte anne, ne söylesen inanıyor!
   (69) Bu, Rıfkı’nın içine girdiği ve sonucunu değiştirebildiği ilk masaldı. Bundan sonra okuyacağı masal ya da hikaye kitaplarında gördüğü yanlışlara, doğru bulmadığı davranışlara müdahale etmeye karar verdi. Bu hem eğlenceliydi hem de bu sayede değişik kişiler tanıyıp, farklı yerler görebilecekti. Ayrıca yanlışları düzelterek onları okuyan çocukların yanlış şeyler öğrenmelerini ve yanlış davranışlar edinmelerini de böylece önleyecekti.
   (70) Siz de küçük olduğunuz ve hayatı yeni tanımaya başladığınız için arkadaşlarınızla oynarken, parktayken, okula gidip gelirken, bakkala gönderildiğinizde ve benzer durumlarda tanımadığınız yabancı insanlarla konuşmamalısınız. Onlara evinizin yerini göstermemelisiniz, anneniz, babanız ve kendiniz hakkında bilgi vermemeli, tanımadığınız, bilmediğiniz yerlere gitmemelisiniz. Kaybolduğunuzda herhangi birinden değil okul, polis merkezi, zabıta, askeriye, belediye gibi resmi yani devlete ait yerlerdeki çalışanlardan yardım istemelisiniz. En önemlisi de mutlaka annenizin ve babanızın telefonunu ezbere bilmelisiniz. Böylece kaybolduğunuzda ya da ihtiyaç duyduğunuzda onlara ulaşmanız daha kolay olur.

- SON –

Beğendiyseniz yorum yapmayı ve paylaşmayı unutmayın. :)



Yorum Gönder

0 Yorumlar